Ne zalim ol ne mazlum!

Zalimin-mazlumun bizim veya sizin mahalleden oluşu tavrımızı değiştirmemelidir. Zalimin partisine, devletine, ülküsüne, ırkına, cinsiyetine, sakalına bakmadan haksızlığına karşı ol.

Bugün İslam ülkelerine baktığımızda trajik olarak büyük çoğunluğuyla iktidarların zalim, halkların da mazlum statüsünde olduklarını görürüz. İslam’ın bizlerden istediği ideal insan sağlığı ise ne zalim ne de mazlum olmaktır. Şu kadarı var ki "Zalimlikle yaşamaktansa mazlumiyetle ölmeyi tercih edenlerdeniz."

Evet, İslam’a göre belli bir ırk, zümre, sınıf ve hanedana tahsis edilemez birer zenginlik, mal ve fırsat olarak değerlendirilebilecek devlet-iktidar aygıtı ancak adalet üzerine yaşayabilir ve devlet kurumları da ğanimet olarak ele geçirilmesi gereken, yağmalanacak mallar değil halkın hizmetinde olması gereken birer emanettirler. Eğer olacaksa halk, devletin sürüsü değil ‘sahibi’ olmalıdır. Şu iki ayet, olma(ma)sı gereken iktidar profiline dair başka söze ihtiyaç bırakmayacak kadar açıktır:

"Onlar iktidara geldiklerinde yeryüzünde bozgunculuk yapmak, nesil ve ‘hars’i (ekin- ekolojik denge-kültürü) yok etmek için koşuşurlar. Allah, fesadı sevmez." (Bakara: 205)

"İktidara getirdiklerimizden beklenen (kibir, fesad yapmak değil) 1). Namazı hakkıyla kılmak 2). Zekâtı hakkıyla vermek 3). Hakkı ve iyiliği emretmek, kötülükten alıkoymaktır." (Hac:41)

Evet; ne iktidar ne devlet bir Müslüman için maksat değildirler. Belki en geniş dairede inananların küresel misyonu olan ‘kimden gelirse gelsin her iyilik ve doğrunun yanında her kötülük ve yanlışın da aleyhinde olmak’ için birer imkân ve vesiledirler. Evet, Kur’an’ın ısrarla emrettiği ‘iyiliği emredip kötülükten alıkoymak’ vazifesi aktif, dinamik, sorumlu ümmet-toplum olabilmemizin gerek ve yeter şartıdır.  

Mesajı evrensel olan Kur’anda geçen ‘insan, iyilik, yardımlaşma, adalet, barış, zalim, mazlum, tecavüz ve müdafaa’ gibi kimlikler üstü kavramlara odaklandığımızda anlamlarının kızıl elmaya, cinsiyet, ırk, dil ve inanca göre değişmediklerini görürüz. Bu çok önemli konuyu tek bir makalede ele alıp uzatmamak adına sadece şu örneği ele alırsak;

"La tezlimune we la tuzlemun!" Kürdçesi "Ne zalim be, ne mazlum!" Türkçesi "Ne zalim ol, ne de mazlum!" (Bakara:279) ve Hz. Peyğamberin "Zalime de mazluma da yardım edin!" (Tirmizi) buyruğundaki evrensellik şuuruna dikkat kesilelim:

Yani zalimin-mazlumun bizim veya sizin mahalleden oluşu tavrımızı değiştirmemelidir. Zalimin partisine, örgütüne, devletine, ülküsüne, ırkına, cinsiyetine, şapkasına, sakalına, sarığına, rütbesine veya inancına bakmadan haksızlığına karşı ol ve zulmüne engel olmanın yollarını bul; Zülkarneyn, Çin Seddi'ni yapmıştı. Bediüzzaman, Medresetüz-Zehra Üniversitesi gaye-i hayaliyle yaşadı. Sen de zalime nasihat çekersin olmadı gönül koyarsın olmadı, silah vermezsin, oy vermezsin vb… böylece ona yardımda bulunursun! Mazlumun da milliliğine-yerliliğine, diline, cinsiyetine ve inancına bakmadan elinden tut, onu tedavi et, doyur, bilinçlendir, başörtüsünü savunduğun gibi ibadet, söz ve fikir hürriyetini, Kürdün anadilini savun, avukatı ol vb… böylece mazluma da yardım et! Bunu başarmadığımız içindir ki etraf zalim ve mazlumdan geçilmiyor!

İyiliği, artık yolda geçerken insanın ayağının takıldığı taşları kaldırmak, cami kapısında bekleyen dilenciye sadaka vermek olarak tarif edemeyiz. İyilik; kardeşleri, akrabaları hatta milletleri birbirinden koparan yapay sınırlardaki mayınları temizlemektir. İyilik; Küresel Barış Endeksi’nde 163 ülke arasında 146. sırada yer almak değil, ilk basamakta yer almak için kolları sıvamaktır. İyilik; OHAL ve KHK mağduru onbinlere sahip çıkmak, hapishanelerdeki bebekleri gün ışığına çıkarmaktır…

Bugün Müslümanlar olarak insanlığa ve tabi kendimize yapacağımız en büyük bir iyiliğin artık coğrafyamızı esir alan bu sığ, kör şiddet-savaş sarmalından bir an önce kurtulup farklılıklarla beraber barış ve adalet içerisinde bir yaşamı inşa etmek olduğunun bilincine varmamız gerekiyor.

Medeniyetler beşiği Ortadoğu; milliyetçilik, mezhepçilik ve dincilik üzerinden zenginliklerimiz olan farklılıklarımızın, ırkların ve ayetlerin dövüştürüldükleri bir saha, emperyalistlerin de son çıkan silahlarının test edildiği bir laboratuvar olmaktan çıkarılmalıdır.

İdeolojiler ve ‘kutsallar’ uğruna heba edeceğimiz bir gençliğimizin olmadığını tüm dünyaya gösterecek kolektif bir akıl ve tutuma ihtiyacımız var. Ortak mirasımızı tükettiğimiz, insanlığın onurunu, derin vicdanını yaraladığımız, artık doğuramayacak kadar yaşlanmış anamız Asya’yı bu denli üzdüğümüz yeter. Êdî Bes e, Dicle, Fırat kan, gözyaşı değil adalet ve barış aksın!

Önceki ve Sonraki Yazılar
Arşivi