Ortadoğu’da krizler ve fırsatlar iç içe

Ortadoğu, çok denklemli ve çok aktörlü bir bölge. Bölgenin asıl aktörleri de, yan aktörleri de şimdilerde krizleri fırsata çevirmenin derdinde. Ancak bu o kadar kolay olmayacak.

TSK’nin Rusya desteğiyle el koyduğu Afrin ile ilçelerinde, TSK’ye bağlı ÖSO grupları arasındaki ‘ganimet paylaşımı’ndan kaynaklanan çatışmalar tüm müdahalelere rağmen bitmiyor.

Bugünlerde ABD’den Mınbiç’e ilişkin ‘havuç-sopa’ siyasetinin yansımalarını daha sık almaya başladık. ABD Dışişleri Türkiye’nin gönlünü hoş edecek açıklamalar yaparken, ABD Savunma Bakanlığı (Pentagon) günübirlik ‘partnerlerimize yönelecek saldırılar yanıtsız kalmaz’ açıklaması yapıyor. Pentagon, Dışişleri ile aynı yerden bakmıyor, ayrı şeyler söylüyor.

AKP medyasının ‘terörist’ ilan ettiği Bret McGurk ile Uluslararası Koalisyon’dan diğer askeri yetkililerin Mınbiç Askeri Meclisi ve Mınbiç’in sivil yöneticileriyle görüşmesi, Mınbiç sokaklarında tur atması AKP yanlısı medyayı çileden çıkardı. Bu arada AKP medyasını çıldırtan bir diğer gelişme daha yaşandı. Mınbiç’te, ABD’nin desteğiyle kurulan askeri akademi yeni eğitim devresini tamamladı ve mezunların katılımıyla Mınbiç Askeri Meclisi’nin 4. Alayı hazırlıklarını tamamlayıp göreve başladı.

Haseki’den de yeni haberler geliyor. Suriye Demokratik Güçleri (QSD), Amerika ve Fransa’nın desteğiyle bölgenin geri kalanını da IŞİD’den temizlemek için büyük bir operasyon başlattı. Bu operasyona Irak ordusu da destek veriyor. QSD’liler Irak topraklarından ilerleyerek IŞİD’lileri çembere alma hazırlıklarını sürdürüyor. Operasyonun koordinesini sağlayan, iletişim desteği veren Amerika ve Fransa güçleri ise daha önce IŞİD’in işgal ettiği Haseki’nin Deşise kasabasına konuşlanmış.

Afrin ve İdlib’e dönersek...

Bu kentlerde YPG’nin ‘Zeytin Gazabı’ adıyla askeri operasyon başlattığı geçtiğimiz günlerde Kürt basınına yansımıştı. Son bir haftadır bu operasyon kapsamında onlarca vur-kaç eylemi yapıldı. YPG, çok sayıda ÖSO’lunun öldürüldüğü eylemlerin görüntülerini yayınladı. Benzer eylemler İdlib’in bazı köy ve kasabalarındaki ÖSO’culara karşı da düzenlendi. Afrin kent merkezindeki bombalı eylemleri üstlenen olmadı ancak bu eylemlerin ‘Zeytin Gazabı’ adıyla düzenlenen operasyonlardan bağımsız olmadığını söylemek mümkün.

Afrin’e ilişkin Şehba bölgesinde peşpeşe birkaç konferans da düzenlendi. ‘Afrin’i Özgürleştirme’ adı verilen bu konferanslarda bölgenin geleceği tartışılırken Afrin’deki işgale son verilmesi amacıyla ortak mücadele zemininin güçlendirilmesi için çalışmalara hız verildi.

Şam’da da hareketlilik var. ABD’nin artık Esad’ı devirme sevdasından vazgeçtiği haberleri ile Suriye ordusunun ABD destekli cihatçı gruplara yönelik operasyonun haberleri aynı günlerde yayınlandı. ABD’nin, cihatçı grupların çağrısına ‘Afrin tutumu’ sergilediği de basına yansıdı. Suriye ordusunun operasyonuna karşın ABD, geçmişte destek verdiği cihatçı gruplara ‘başınızın çaresine bakın’ dedi. Ancak ABD aynı tutumu QSD’ye dönük göstermiyor. Suriye ordusu ne zaman QSD’ye yönelse yanıtını alıyor. Bu durumda da Rusya devreye girebilir deniyor ama o da ABD ile Uluslararası Koalisyon’un diğer müttefiklerine sessiz kalmayı tercih ediyor. Belli ki ABD ve müttefikleri ile Rusya, zımni mi gizli mi bilemeyiz ama bir yere kadar anlaşmışlar, bir bölgesel ayrıma gitmişler.

Hal böyle iken Rojava ile Şam arasındaki diplomatik trafiğin hızlandığı bilgileri de geliyor. Henüz direk olmasa bile aracılar üzerinden sürdürülen ciddi görüşmeler var. Bu görüşmeler neticelenir ve Suriye Demokratik Meclisi’ni (MSD) de kapsarsa askeri yansımalarını IŞİD’in yanı sıra İdlib, Afrin, Cerablus, Azez ve Bab’daki cihatçı gruplar ile TSK’ye karşı da görebiliriz. Suriye ordusu İdlib’i temizlemeye yönelirken diğer bölgeleri yabancı güçlerden arındırma görevini QSD üstlenebilir ki QSD’nin bu kez yalnız kalmayıp uluslararası destek alması da mümkün.

Gelişmelere ağırlıkla Rojava ve Suriye’nin geri kalanı üzerinden baktık ama İran ve Irak’ta da sonu kestirilemeyen gelişmeler var.

Doğrusu niçin gerek duydular, amaçları ne henüz tam kestiremiyorum ama uzun yıllar sonra peşmerge ilk kez İran Kürdistanı’nın kentlerinde görünmeye başladı. Kasaba ve köylere inen peşmerge, halka yönelik direk propaganda çalışmaları yapıyor ve görüntüleri paylaşıyor. Bir dönem İran’ın en güçlü muhalif örgütü olan Halkın Mücahitleri’nin Fransa’daki toplantısına ABD Başkanı Donald Trump'ın avukatı ve eski New York Belediye Başkanı Rudy Giuliani de katılarak konuşuyor. Giuliani örgütün kadın lideri Meryem Recavi’yi överek, "Artık gerçekten İran'daki rejimin sonunun yaklaştığını görebiliyoruz. Mollalar gitmeli. Dini lider gitmeli. Yerlerine Recavi'nin temsil ettiği demokratik bir hükümet gelmeli. Özgürlüğe çok az kaldı. Seneye bu toplantının Tahran'da düzenlenmesini istiyorum!" diyor.

Giuliani, Trump’ı temsil eder mi bilinmez ama pek çok Amerikalının Giuliani gibi düşündüğüne şüphe yok.

İran’da başka gelişmeler de var. Pazarı elinde tutan ve çoğunluğu Fars ile Azeri olan esnaf, ilk kez boykota gitti. Bu kesim, hep rejimin yanındaydı. Hele bir de pazarı kontrol edenin İran’ın siyasi kanadı değil Pasdaran Ordusu olduğunu düşünürseniz, bu kesimin boykota gitmesi Pasdaran Ordusu içinde de rahatsızlık olduğunu ifade eder. Peşmergenin uzun yıllar sonra kasaba ve köylere inmesinde Pasdaran Ordusu’ndaki bu rahatsızlığın da payı var. Pasdaran Ordusu’ndaki rahatsızlık kentlerin kontrolünde zafiyetlere neden olmuş ve peşmerge bu boşluktan yararlanarak kentlere kadar inip propaganda yapabiliyor. İran’daki dini radikalizmin bugünlere gelmesini sağlayan askeri yapılanmada –denildiği gibi– bir kriz var ise bu ılımlı olarak bilinen hükümet açısından değil ancak iktidarın asıl sahibi olan mollalar açısından ciddi bir sorundur.

Mollalar şimdilik sert önlemler alınmasına dönük bir girişim içinde olmadı. İşin rengi asıl olarak Suriye’nin 2011’de yaptığı gibi İran yönetiminin de ‘sert önlemler’ almaya kalktığı zaman ortaya çıkar. Ancak bölge üzerinde hesap yapan her kesimin şu kaygısı da var: İran (tabi bu arada Türkiye’de) Suriye ve Irak’a benzemez. Buralarda değişim yaşanabilir ancak yaşanması muhtemel bir kaosun sonu nereye varır bilinmez. Daha açık bir deyimle; kaosu tercih edenler var ancak onlar bile sonuçtan o kadar emin değiller.

Irak’a gelince...

Aslında fiilen bölünmüş bir ülkeden söz ediyoruz. Seçimin sonucunu belli edip bir hükümet bile oluşturamıyorlar. Bu realitede olacak tek şey bölünmedir. Şimdilik Kürtler ve Şii Araplar etkin renkler olarak görünür haldeler. Saddamsızlaştırma ve Bassızlaştırma giderek Sünnisizleştirmeye dönüşmeseydi bugün bir Sünni kesimden de söz edebilirdik. Buna rağmen Sünniler de Irak’taki bölünmeden paylarını az ya da çok alacak görünüyor. Ekstradan belki bir Kerkük Cumhuriyeti de oluşabilir ki işaretler onu gösteriyor.

İşin özeti Irak’ta da işler karışık.

Türkiye mi?

Tüm bu kaosun içinde cambazlık yapıp ip üstünde oynamaya kalkan bir AKP-Erdoğan iktidarı ile karşı karşıyayız. Ancak yine diyelim, Türkiye’nin yüzde ellisi Erdoğan’a inansa bile esasen AKP-Erdoğan, Ortadoğu’da bir aktör değil, aktörlerin yancısıdır ki onu da yüzüne gözüne bulaştırmış durumda. Herkesin renginin somutlaştığı bir ortamda AKP-Erdoğan’a, dolayısıyla Türkiye’ye kalacak olan tercih edeceği asıl aktörün politikasına uygun adım atmaktır. Bu da ABD’den başkası olmaz. ABD Dışişleri üzerinden Erdoğan’a daha seçim öncesinde verilen mavi boncuğun bir nedeni de budur.

Türkiye artık Rusya’nın işine yaramaz. Türkiye’nin yar olmayacağını bilen Rusya, cihatçı grupların önemli bölümünü Halep’ten başlayarak Erdoğan’a tek tek temizletti. Suriye ordusunu güçlendirdi, kendi üslerini de sağlama aldı. ABD ile alan hâkimiyetindeki ortaklıkta da denildiği gibi uzlaştıysa Rusya’nın canına minnet. Daha niye kendine yar olmayacağını bildiği NATO üyesi Türkiye’nin peşine düşsün ki. Türkiye’yle ticari ilişkiler de her iki tarafın yararına ve bunu da pekâlâ hem nükleer santrallerde, hem de petrol ve gaz ticaretinde sürdürebilirler. Ticarete engel yok.

Tüm bu gelişmeler bize şunu anlatıyor: Artık bölgesel şekillenme dönemine girildi. Bu dönemin en yadsınamaz temel aktörlerinden biri de Kürtlerdir. Şu veya bu biçimiyle Kürtler bu badireyi atlatacak ve yeni şekillenmede, en çok bedel ödeyenlerin başında gelen bölge halkı olarak hak ettikleri yeri alacaklar. Yani Erdoğan’ın yok saymasıyla, ‘artık Kürt sorunu yok Kürt vatandaşımın sorunu var’ demesiyle olmuyor bu işler. Tam aksine siz kendi içinizde adım atmayınca böyle bölgesel denklem içinde konuşulan bir noktaya taşınıyor, Kürt sorunu.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Fehim Işık Arşivi