‘Politik tercih bağlayıcı hukuki ilkeye dönüşmeli’

‘Politik tercih bağlayıcı hukuki ilkeye dönüşmeli’
Dr. Ahmet Hamdi Akkaya ile Kürdistan referandumu üzerinden gelişen yeni durum ile Rojava'daki yönetim girişimlerini geçmişten günümüze akan anekdotlar ışığında konuştuk...

Filiz GAZİ


Dr. Ahmet Hamdi Akkaya, İspanya- Madrid Complutensa Üniversitesi’nde Marie Curie Araştırmacısı olarak çalışıyor. 2016 yılında Belçika, Gent Üniversitesi’nde "Kürdistan İşçi Partisi: Ulusal Kurtuluş, Ayaklanma ve Sınırlarötesi Radikal Demokrasi" başlıklı tezi ile siyaset bilimi doktoru ünvanı aldı. PKK lideri Öcalan’ın başka bir liderle karşılaştırılmayacak avantajlarının olduğunu savunuyor. Kürt hareketinin en azından son 30 yılında temel oyun kurucu aktörün Öcalan olduğunu belirten Akkaya, onun başından beri örgüte kadrolar düzeyinde hakim olduğunu belirterek bu avantajın başka bir liderde bulunmadığını, söylüyor. Kendisi ile Artı Gerçek için yaptığımız söyleşide, Öcalan’ı Mandela’nın liderliğiyle de kıyaslayan Akkaya, "Örneğin Mandela, ANC’nin örgütsel ve kadrosal yapısının belirlenmesinde böyle bir hakimiyete sahip değildi. Kendisinden önce bir kuşak vardı; kendi kuşağı da Mandela  ile beraber hapisteydi; örgüt yapısını ve kadrosal politikaları belirleyen ise 1963’den 1991’e kadar Oliver Tambo idi aslında" diyerek aradaki farkın altını çiziyor.

Ahmet Hamdi Akkaya ile güncel siyaseti biraz da geçmişten günümüze akan anekdotlar ışığında konuştuk...

‘2. DÜNYA SAVAŞI SIRASINDA  SSCB- ABD İTTİFAKI VARDI’

1999’da Öcalan’ın Kenya’da yakalanmasında ABD’nin yardımı olduğu biliniyor. ABD’nin  geçmişte Irak Kürdistanı hava sahasını, Türk askeri uçaklarının kullanımına açtığı ve istihbarat paylaşımı yaptığı da biliniyor. Şimdi ise YPG ve YPJ’ye silah sevkiyatı yapan bir ABD var. Koşullara göre değişen uluslarası politikanın buradaki amacı ne? "Emperyalizmden medet uman Kürt hareketi…" diye başlayan eleştirileri nasıl buluyorsunuz?

Bu eleştirileri yapanların bir kesimi kendi bagajlarından kurtulma çabasındalar. Rusya ve İran’a kendiliğinden menkul bir anti emperyalizm atfedip bunların oynadığı rolü, hesaplarını pas geçerek buradan Kürtlere yönelmek dışlama, yalnızlaştırma amacını taşır. 2014 Ekim’inde IŞİD’in adım adım Kobani’ye yaklaşması karşısında hiç bir somut adım at(a)mayan, ABD uçaklarının bombardımanının başlamasına da tavır alıyorsa, en kaba anlamında "siz orada ölün ama anti emperyalizmimiz yaşasın" diyordur. Bunun ahlaken de siyaseten de savunulacak bir yönü olamaz. ABD noktasında Kürtleri uyarma kaygısını anlayabilirim. Ama bunu yaparken 2012’den beri Rojava’da yürütülen mücadele ve inşa edilen sistemi yok sayamaz. Öte yandan ABD’nin Rojava'ya yaklaşımı askeri eksende bir ilişki. Siyasi düzleme taşınması halinde, PKK karşıtı olma ihtimali güçlü. Son olarak tarihi örneklere de bakmak faydalı olabilir. Klasik II. Dünya Savaşı sırasında  SSCB- ABD ittifakı veya Vietnam’da Ho Chi  Minh’in 1941-74 arası ABD’ye yaklaşımı gibi örnekleri kastediyorum. Ho Chi Minh ve Giap’ın OSS (CIA’nin öncülü olan istihbarat örgütü) uzmanları ile fotoğraflarını görenler herhalde onları da aforoz ederlerdi.

‘SELF- DETERMİNASYON DEVLET OLMAYAİNDİRGENEMEZ’

Devlet olmadan, uluslararası politikada nasıl var olabilirsiniz? Devleti olmayan halkların kıyımı dünya gündemini meşgul etmiyor.  Bir anlamıyla Ortadoğu’nun çıkmazı bu değil mi? Self- determinasyona nasıl bakmak gerek?

Self-determinasyon hakkının doğruluğunu kanıtlamak için bu argümanlara gerek yok. Kürdistan Federe Hükümeti bir devlet yapılanması idi ve son 15 yıldır uluslararası politikada var olabiliyordu. Tartışmanın esası üç buçuk asırlık Westfalya Sistemi ile bir asırlık geçmişi olan Ulusların Kendi Kaderlerini Tayin Hakkı İlkesi’ne dayanıyor. Birincisi, devletleri uluslararası sistemde varolma hakkı tanınan temel entitite olarak tanımlarken; diğeri de devlet olma hakkının kime, nasıl tanınacağı mevzuunu ele alıyor. Her ikisi de zaman içerisinde ciddi değişimler yaşadı. Self determinasyon hakkını lehte ve aleyhte dar legalist çerçevede savunan yaklaşımlar var. İspanya Anayasa Mahkemesi’nin Katalonya’nın bağımsızlık referandumunu Katalanlar millet değil de, milliyet olarak kabul edildikleri gerekçesi ile reddetmesi gibi. Öte yandan self-determinasyon politik bir ilke olarak doğmuş ve yasal hak’a dönüşmüştür. Özü, halkların politik statülerini belirleme, ekonomik, sosyal, kültürel gelişmelerini sağlama, doğal kaynak ve zenginliklerini kullanma hususlarında karar alma ve kontrol kapasitelerinin tanınmasıdır. Bu bağlamda self-determinasyon hakkının hayata geçirilmesi de sadece ayrılma veya devlet kurmaya indirgenemez. BM nezdinde yapılan çalışmalara ve Venedik Komisyonu raporlarına da yansıdığı gibi, self-determinasyonun hayata geçirilmesi bir çok değişik biçimde olabilir.

Kürdistan Bölgesindeki referandumun sonuçları için ne düşünüyorsunuz? Bundan sonra neler olabilir?

Net bir politik tercih ortaya çıktı. Şimdi mesele bunun bağlayıcı hukuki bir ilkeye / ilişkiye dönüşüp dönüşmeyeceği. Başta Irak, Türkiye ve İran olmak üzere referanduma şiddetle karşı çıkan devletlere karşı bu politik tercih nasıl hayat bulacak? Bölge Hükümeti yetkilileri referandum sonucunu ceplerine koyarak Bağdat başta olmak üzere bir hukuk belirlemek istediklerini beyan ettiler. Bölge devletleri ise ambargodan savaşa kadar her tür yaptırımdan söz ediyor. Herhalde bu tehditlere karşı ‘halkımızın talebi referandumla ortaya çıktı, saygılı olun buna’ demek yeterli olmayacaktır. Önümüzdeki süreç ekonomik, politik, diplomatik açıdan yoğun bir mücadele süreci olacak. Umarım bu süreç, 1992’de Türk ordusunun Güneye veya 1996’daki Saddam ordusunun Erbil’e girişine benzer askeri nitelikteki müdahalelere dönüşmez.

‘KÜRT HAREKETİ EZİLEN KESİMLERİN ÖRGÜTLENMESİNİ SAVUNUYOR’

Siyaset bilimci olarak kabul edersiniz ki, iktidar olmanın, güç elde etmenin ideoloji fark etmeksizin aynı olan sonuçları var. Rojava anayasasını okuduğumda aklımdan ister istemez bu geçmişti. Oradaki Ezidiler, Araplar ilerde en kötü ihtimallerle neler yaşayabilir kuşkusu...

Bütün devrimlerin, sosyal hareketlerin karşı karşıya olduğu bir risk veya tehlike bu. O açıdan da kategorik olarak reddetmenin anlamı yok bu riski.  Böylesi bir riskin sözkonusu olduğunu sürekli vurgulamak veya bu bilinçle hareket etmek ilk adım olarak önemli. Daha ilerisi için Kürt hareketinin gelişim sürecine bakmak gerekiyor. Teorik veya düşünsel düzeyde giderek gelişen bir bilinç var bu hususta. Dahası Ezidiler, Araplar gibi iktidar kurulduğunda risk altında olabilecek gruplara pratik yaklaşımda önemli bir husus var. Kürt hareketi, ezilen kesimlerin hepsinin kendi başlarına güç olmalarını (siyasi ve askeri güç dahil) ve bu temelde örgütlenmeleri savunan ve gerçekleştiren bir yaklaşım içinde oldu şimdiye kadar. Şengal’de, Rojava’da bunu gördük. Bütün bunlar gelecek açısından iyimser bir başlangıç iddiası anlamına geliyor. Sorunuzda kastedilen "en kötü ihtimaller"le karşılaşılmamasının yolu da bu yaklaşım ve pratiğin derinleştirilmesi olabilir ancak.

Öne Çıkanlar