Prenses Esterhazy'nin evrakı metrukesi

66 yıllık arşivimizin talandan ve yağmadan kurtulan 47 yıllık kısmını üç ayrı güvenilir mekanda bizden sonra aynı amaçlar için mücadele verecek olan yeni kuşaklara emanet ediyoruz.

Klasik batı müziğini sevenler kadar insan hakları mücadelesinin tarihini başucu kitabı yapanların da çok iyi bildikleri gizemli bir isimdir Esterhazy…  

Esterhazy adlı aristokrat Macar ailesi 18 ve 19. yüzyıllarda Joseph Haydn, Ludwig Van Beethoven ve Franz Schubert gibi müzik devlerine kucak aşmış olmasıyla ünlü… Ailenin kızlarından Almerie'nin Beethoven ile, Karoline'in ise Schubert'le gönül macerası yaşadıkları da söylenir.

Ama Esterhazy ismi 19. Yüzyıl sonunda ünlü Dreyfus Skandalı'yla tüm Avrupa'da yankılanmıştır. 1894 yılında bir Fransız subayının Paris'teki Alman Büyükelçiliği'ne gizli raporlar verdiği ortaya çıkınca sırf elyazısı benzerliğinden ötürü, ama daha da önemlisi Yahudi kökenli olması nedeniyle, tüm şüpheler Yüzbaşı Alfred Dreyfus üzerinde toplanmış, kendisi askeri mahkeme tarafından vatana ihanet ettiği gerekçesiyle ağır hapse mahkum edilmişti.

Ancak gizli raporların Dreyfus tarafından değil Macar kökenli Binbaşı Ferdinand Walsin Esterhazy tarafından yazıldığı ortaya çıkınca, özellikle ünlü yazar Emile Zola'nın başını çektiği bir kampanya sonunda Dreyfus 1906 yılında aklanmış ve binbaşı rütbesiyle yeniden orduya alınmıştı.

Esterhazy ise mahkum olmak yerine ordudan emekli edilmiş, Brüksel üzerinden İngiltere'ye göç edip anti-semitik faaliyetlerini 1923 yılında ölünceye dek orada da sürdürmüştü.

                                                                                              ….

1978 sonbaharı… Sürgünde iki yıl illegal yaşadıktan sonra İnfo-Türk'ü kurarak dört yıl yayın ve örgüt çalışmalarını yürüttüğümüz Anderlecht'teki binayı terkederek Avrupa kurumlarına daha yakın olan Etterbeek'teki Square Wiser'de yüksek bir binanın sekizinci katına yerleşiyoruz.

Ana giriş kapısındaki kat ziline İnfo-Türk etiketini yapıştırırken bir üst kattaki zile bakınca gözlerime inanamıyorum: "Princesse Esterhazy"

Bizim binanın diğer sakinleri mütevazi gelir sahibi, çoğunca da emekli Belçikalılar… Yüzyıllar boyu aristokrasiyle özdeşleşmiş bir adı taşıyan kişinin hem de prenses ünvanıyla böyle sıradan bir binada yaşaması aykırı görünüyor. Ama herkes kendisini o sıfatıyla kabul etmiş, prenses aşağı prenses yukarı…

Nihayet bir gün asansörde karşılaşıyoruz. Giyimi ve tavırlarıyla tam bir aristokrat… Kapıdaki İnfo-Türk etiketinden dolayı yeni komşuların Türk olduğunu herkes gibi o da tahmin etmiş olmalı. Soruyor:

- Binaya yeni taşınan Türkler siz misiniz?

- Evet.

- Ne kadar sevindim bilemezsiniz… Benim birçok Türk dostum var. Türkiye Büyükelçiliği beni resmi ve özel resepsiyonlara mutlaka davet eder.

Yanıtlıyorum:

- Madam, bizler Türk'üz ama Türkiye Büyükelçiliği takımından değiliz. Aksine onların temsil ettiği rejime muhalif olduğumuz için Belçika'da sürgünüz.

Bir an tereddüt ediyor. Beni bir daha dikkatle süzüyor.

- Olsun… Bizim tarihimiz de sürgünlerle dolu. Hoş gelmişiniz. Üst katta gürültümüz falan olursa lütfen çekinmeden telefon edip uyarın. Zaten ben sık sık seyahata giderim, evde pek kalmam…

Bizim prenses o yıllarda tümü Macaristan dışına dağılmış ünlü Esterhazy sülalesinin kaçıncı dereceden mensubuydu, gerçekten "prenses" miydi, asla öğrenemedik. Ansiklopedilerde yaptığım soyağacı araştırmaları da hiçbir sonuç vermedi.

O kendi dünyasında, biz kendi dünyamızda, barış içinde bir arada yaşamayı yıllarca sürdürdük.

Binanın kapıcısıyla ve de tüm komşularımızla sıcak dostluk ilişkisi kurmuş olduğumuz için  faaliyetlerimizi ve ziyaretleri anlayışla karşılıyorlardı. Prenses Esterhazy dahil…

Square Wiser 80'li yıllara doğru sadece İnfo-Türk'ün redaksiyon merkezi değil, aynızamanda ilerici göçmen örgütleri yöneticilerinin, Türk'ü, Kürd'ü, Yunanlı'sı, İspanyol'u, İtalyan'ı, Portekizli'si, Faslı'sı,  zaman zaman bir araya geldiği bir toplantı yeri, daha da önemlisi Türkiye İşçi Partisi'nin Avrupa örgütlenmesinin karargahı durumundaydı.

Sabahtan gece yarılarına kadar çeşitli milletlerden yoğun bir ziyaretçi trafiği vardı. 1980 Darbesinden sonra başta TİP Genel Başkanı Behice Boran ve Genel Sekreteri Nihat Sargın olmak üzere birçok siyasal sürgün uzun süre bizde kalacaklardı.

Onları ağırlama, gereksinimlerini karşılama görevi İnci ile benim üzerimizdeydi… Akşam yemeklerinin hazırlığı yayın ve örgüt çalışmalarını bitirdikten sonra İnci'ye aitti. Alışveriş, gece yarısı bulaşıkların yıkanması ve ertesi sabah kahvaltının hazırlanması görevi benimdi. Boran'ın rejime tabi öğle yemeklerini ise o sırada TİP militanı olan Yiğit Bener hazırlıyordu.

Türkiye'den yeni baskı haberlerinin geldiği bir gündü, Avrupa kamuoyunu çeşitli dillerde bilgilendirmek için seferber olmuştuk… Bu yoğun çalışma gününün akşamında birçok partilinin de katılımıyla İnci'nin hazırladığı Çorum mantısını yedikten sonra Belçika televizyonlarında haberlerini izlemiştik. Bir kanal o akşam Romy Schneider'in başrolünü oynadığı Avusturya-Macaristan İmpartoriçesi Sissi'yi konu alan bir filminin geçeceğini açıklamıştı.

Boran anonsu görünce çok heyecanlandı.

- Biliyor musunuz, çocukken hep prenses olmayı düşlerdim, dedi. Sissi dizisini de çok severim. Bu akşam ona bakalım.

- Başkan, bizim üst katta da Avusturya-Macaristan hanedanından bir komşumuz var… Prenses Esterhazy…

Tanışmak istedi. Ama komşumuz o günlerde yine sınırdışı seyahatlerinden birindeydi. Tanışıp konuşmaları bir türlü nasip olmadı.

                                                                                              ....

Tüm bunları niçin yazıyorum?

90'lı yılların ortalarıydı… Bir gün postaya bakmak için ana girişe indiğimde istavroz amblemli bir ölüm ilanı… Komşumuz Prenses Esterhazy uzak bir diyarda hayata veda etmişti.

Bu ölümden bir süre sonra çöp indirmek üzere bodruma indiğimde gördüğüm manzara beni altüst edecekti… Birileri yüzlerce fotoğrafı ve Fransızca, İngilizce, Macarca yazılı bir o kadar mektup ya da belgeyi çöplüğe boca edip gitmişti.

Birkaç fotoğrafı elden geçirdim… Kendisi gerçekten prenses miydi, değil miydi, öğrenememiştik ama, fotoğraflar gençliğinden o günlere kadar, Türkiye Büyükelçiliği de dahil, birçok görkemli resepsiyonda bir asilzade olarak saygıyla ağırlandığını gösteriyordu.

Belli ki cenazesi kaldırıldıktan sonra oturduğu daireyi tevarus edenler içerideki mobilyaları, kıymetli eşyayı muhafaza ederken bir zamanlar herhalde saygıda kusur etmedikleri Prenses Esterhazy'nin evrakı metrukesini hiç tereddüt etmeden çöplüğe atmışlardı.  

Sectiğim birkaç fotoğrafla yukarı çıktım, İnci'ye gösterdim… Onun da tepkisi aynıydı.

Kimliği ve aidiyeti ne olursa olsun bir insanın geçmişi ölür ölmez mirasına konanlar tarafından böyle çöplüğe atılabilir miydi?

O sırada benim yaşım 60'ı, İnci'ninki de 55'i aşmıştı…

İlk kez o gün salondaki ve bürodaki kitaplara, çeyrek yüzyıldır sıfırdan başlayarak biriktirdiğimiz arşiv belgelerine, albümlerdeki fotoğraflara bir başka gözle baktık.

Bunlar da bir gün Prenses Esterhazy'nin evrakı metrukesi gibi çöplüğe atılır mıydı?

Niçin olmasın?

O uğursuz 1971'i düşündük.

Militarizm uşağı Nihat Erim'in sıkıyönetim ilan ederek "balyoz hareketi"ni başlattığı gece Kazancı Yokuşu'ndaki dairemizi terkederken geride bıraktığımız kitaplığımızı, medyada, sendikalarda, Türkiye İşçi Partisi saflarında verdiğimiz mücadelelerin belgelerini içeren arşivimizi düşündük. Ve de Ant Dergisi'ne kazandırmış olduğumuz üç büyük çelik kasa dolusu 40 yıllık fotoğraf arşivini…

Biz sürgüne çıktıktan sonra hepsi, üstelik de dost ya da yoldaş bildiğimiz kişiler tarafından talan edilmişti. Beş yıl emek vererek ürettiğimiz, Avrupa'da cuntaya karşı direniş kampanyası için önemli kaynak oluşturacak Ant Dergisi ciltleri bile bize zor bela ulaşabilmişti.

Sürgün demek, bir yerde geçmişinin de yok olması demek…  50'li yıllarından başından itibaren yirmi yıl süreyle  ve Akşam gazetelerine yazdığım yazılara da artık ulaşamıyordum.

Hele Akşam'ı ve Ant'ı yönetirken bana ithaf edilmiş imzalı kitapları daha sonra bazı kişilerin özel kitaplıklarında görmek bir başka acıydı.

Prenses Esterhazy'nin evrakı metrukesinin encamına tanık olmak bu geçmiş acıları yeniden yaşattığı için, 1971'in 11 Mayısı'ndan itibaren sürgünde oluşturduğumuz tüm arşivlerin ve kitaplığımızın aynı akıbete uğramaması ya da bizden sonra çöpe gitmemesi için İnci'yle birlikte çare düşünmeye başladık.

Tam da o günlerde 68 kuşağından sevgili dostumuz, İletişim Yayınları yöneticisi Fahri Aral, Hollanda'dan Profesör Eric Zürcher'le birlikte ziyaretimize gelmişti. O günlerde ben İletişim Yayınları'nın hazırlamakta olduğu sosyalizm ansiklopedisine sol hareketin ve medyanın geçmişiyle ilgili yazılar yazmaktaydım.

- Sizin Demokratik Direniş ve İnfo-Türk olarak önemli bir arşiviniz var. Bunları ne yapacaksınız? Hollanda'daki Uluslararası Sosyal Tarih Enstitüsü'ne emanet etmeyi düşünmez misiniz?

- Düşünmez olur muyuz? Zaten ne zamandır ona kafa yoruyoruz.

Evet bu öneri üzerinedir ki Demokratik Direniş, İnfo-Türk ve Güneş Atölyeleri arşivlerinin önemli bir bölümünü 24 Ocak 2013'te Amsterdam'da başta Fahri Aral olmak üzere Ant'ta birlikte çalışmış olduğumuz dostlarımız Faruk Pekin, Müfide Pekin, Ragıp Zarakolu ile DİSK Avrupa temsilcisi Yücel Top'un da hazır bulunduğu bir törenle Uluslararası Sosyal Tarih Enstiutüsü'ne emanet ettik.

Bu birinci bölümde Türkiye İşçi Partisi'nin 1976'dan 1981'e kadar Avrupa'da örgütlenmesine ilişkin belgeler de önemli bir yer tutuyordu.

Ne ki 2017 yılında iki tatsız sürprizle karşılaştık.

Belge Yayınları tarafından yayınlanan TİP-TKP Birliği adlı 702 sayfalık bir kitapta TİP'e ayrılan bölüm sadece 33 sayfaydı ve de 2. TİP'in yurt dışında 1975 yılında başlayıp 1981'e kadar süren örgütlenmesine ilişkin tek satır yoktu.

Oysa aynı yayınevi birkaç yıl önce benim 1076 sayfa tutan "Vatansız" Gazeteci anılarımı yayınlamıştı. Bu anıların önemli bir bölümü de TİP'in 1962'den itibaren 1981 yılına kadar Türkiye'de ve yurt dışında örgütlenmesi üzerine ayrıntılı bilgi içeriyordu.

Birkaç ay sonra TÜSTAV tarafından yayınlanan TİP-TKP Birlik Süreci ve TÜSTAV adlı kitapta da, TİP’in 1975’ten 1981’e kadarki Avrupa örgütlenmesinden tek kelimeyle dahi söz edilmemişti.

Oysa TİP'in yurt dışı örgütlenmesine ilişkin tüm üye kayıtları, Boran ve Sargın başta olmak üzere Merkez Komitesi üyeleriyle yazışmalar, yurt dışı örgütü olarak gönderdiğimiz maddi yardımların belgeleri, uluslararası komünist ve işçi hareketiyle TİP adına kurulan ilişkiler ve nihayet TİP liderlerinin Avrupa'ya gelip sığınmalarının nasıl sağlandığını kanıtlayan belgeler dört yıldır Amsterdam'daki IISG arşivlerinde tüm araştırmacılara açık bulunuyordu.

Kaldı ki bu belgelerin önemli bir bölümü de İnfo-Türk'ün internet sitesinde pdf olarak yeralmaktaydı.

TİP'in geçmişi yazılırken bu belgelere ve internetteki İnfo-Türk sitesine bakma zahmetine katlanılmamıştı.

Bu yeni darbe karşısında elimizdeki belgeleri arşivlemenin bir yararı olup olmadığını da aramızda uzun uzun tartıştık. Belli politik hesaplarla yok sayılsa, dikkate alınmasa da bu belgelerin varlığını korumanın 60 yılı aşkın süredir birlikte mücadele verdiğimiz yoldaş ve dostlarımıza karşı bir görev olduğunda hemfikirdik.

İkimizin de yaşı hayli ilerlemişti, birlikte mücadele verdiğimiz arkadaşların çoğu, yaşları bizden küçük olanlar da dahil, çoktan ebediyete göçmüşlerdi.

Ciddi sağlık sorunlarımıza rağmen İnci'yle birlikte son bir gayret göstererek, arşiv belgelerimizin son bölümünü de biz bu dünyadan çekildikten sonra bir çöplüğe gitmemesi için hızla tasnif edip paketledik.

Onları üç gün önce,  2018 Şubat ayının 5'inde, Amsterdam'daki Uluslararası Sosyal Tarih Enstitüsü'nün Türkçe belgeler sorumlusu sevgili Erhan Tuskan'a emanet ettik.

Türkiye'deki kitaplarımız yağmalandıktan sonra 1971'den bu yana sürgünde oluşturduğumuz binlerce eseri kapsayan 47 yıllık kitaplığımızı da yöneticilerinin isteği üzerine peyderpey Belçika Kraliyet Kütüphanesi'ne bağışlamaktayız.

Yine 1971'in 11 Mayıs'ından bugüne oluşturduğumuz gazete kupürleri arşivini de Gent kentindeki AMSAB Sosyal Tarih Enstitüsü'ne emanet ediyoruz.

Evet… Prenses Esterhazy'nin evrakı metrukesi en yakınlarının da ihanetiyle Brüksel çöplüğüne gitti.

Ondan ders alarak bizler 66 yıllık arşivimizin talandan ve yağmadan kurtulan 47 yıllık kısmını üç ayrı güvenilir mekanda bizden sonra aynı amaçlar için mücadele verecek olan yeni kuşaklara gönül huzuruyla emanet ediyoruz.

Biliyoruz ki bizim evrakı metrukemiz çöpe gitmeyecek!

Önceki ve Sonraki Yazılar
Arşivi