Ruh, akıl, beden tutukluyken de özgür olabilir!

Ruh, akıl, beden tutukluyken de özgür olabilir!
Ahmet Altan, "Elini korkak alıştırma" sözünü "Dilini korkak alıştırma" düsturuna dönüştürmüş olsa gerek ki dilinde, zihninden akanları durduracak tek bir kemik bile yoktu...

Gülten SARI


ARTI GERÇEK - Ahmet-Mehmet Altan kardeşler, Nazlı Ilıcak ile birlikte 17 kişinin yargılandığı "15 Temmuz darbe girişimine iştirak" davasında dört gün geride kaldı. Şüphesiz yargılamanın en önemli yanları Ahmet Altan'ın savunmasıydı. Demir leblebi tadında tüm yumuşak karınlara yumruk gibi indi, savunma.

Neler demedi ki? "Yaptığım, söylediğim herşeyin arkasındayım" mesajını cümlelere sığdırması zor olmamıştı besbelli. Savcının "suç" diye iddianameye yazdığı ne varsa hepsini tekrarladı. "Senin mahkemen bana vız gelir" diyerek tarihi bir meydan okumaya imza attı.

Belli ki adaletin tecelli edeceğine dair hiç inancı yoktu. Mahkemenin adalet dağıtacağına inanmadığından olsa gerek hem iddia makamına hem de iktidara en sert sözlerle yüklendi. Ara ara düşük perdeden "Oo, vav" ünlemleri eşliğinde ama giderek eleştirilerinin dozajını arttırdıkça arttırdı, Altan.

Bugün iktidarın kızdığı, gazetecileri ve muhalifleri pataklamak istediği ne kadar konu varsa hepsinde söylenebilecek sözleri, en ağır sözcüklerle sarf etti. Gezi'ye de sahip çıktı, Balyoz'daki tutumuna da. Roboski'yi es geçmedi. Herkes gibi iktidar sahiplerinin de gün gelip "acı sonu" tadacağını anlattı.

"Elini korkak alıştırma" sözü onun için "Dilini korkak alıştırma" düsturuna dönüşmüş olsa gerek ki dilinde, zihninden akanları durduracak tek bir kemik bile yoktu.

Altan, kendini muhalif olarak tanımlayanların neyi "dert" edindiğini bir celseye sığdırmış oldu. Belki de geçmişte eleştirildiği kimi tutumlarını da affettirmiş oldu.

Günün moda deyimiyle "Kendini kurban etti ama karşılığında adaleti aldı."

Aslında Altan'ın olayının "cesaret" olduğu pek de bilinmeyen bir şey değil. Buna rağmen böylesi bir baskı ortamında hem de cezaevindeyken, "Mars'tan bildiriyormuş" edasıyla bir savunma yapması pek çoklarını da şaşkınlıklara gark etti.

MEHMET ALTAN: AİLENİN "İYİ" ÇOCUĞU

Kayıtlara "tarihi savunma" ibaresiyle geçen Ahmet Altan'dan bir gün önce de aynı davada yargılandığı kardeşi Mehmet Altan savunmasını yaptı. Baba Çetin Altan'dan itibaren sayısız bir yargılanma tarihi var ailenin. 600'lü sayılarla ifade edilen bir realite. Buna rağmen, Mehmet Altan ailenin "iyi" çocuğu olarak tanımlanabilir. Çünkü savunmasında "ilk kez böyle bir" durumla karşı karşıya kaldığını söylüyordu. İlk kez cezaevi ile tanışıyordu. O bir iktisat profesörü olarak, kendi deyimiyle "hep güvenli sularda yüzmüş, hep meşru sınırda kalmaya çalışmıştı." Ama bunun da kendisini korumaya yetmediği gerçeği ile bu yargılama sayesinde tanışmıştı.

Abisi gibi o da iddialara tek tek yanıt verdi. Tutarsızlıkları, çelişkileri bir bir sayıp döktü. Bir profesör olarak 30 yıl boyunca hukukun üstünlüğü, demokrasi mücadelesi dışında öğrencilerine ve topluma bir şey anlatmadığını söyledi.

Ancak ifadesinin bir yerinde sesi titreyerek anlattı: "Cezaevinden buraya gelirken üç kitabımı da yanıma alacaktım ancak izin verilmedi." Belli ki çok bozulmuştu buna. Kolay değildi ömrü kitaplar arasında geçen bir akademisyenin kitaplarından mahrum edilmesi durumunu kabullenmek. Kabullenmiyordu da zaten. Kırgınlığını açık bir dille ifade etti. Konuşmasının bir yerinde ter akıtmaya başladı ancak o teri silecek mendili yoktu. Avukatından almak durumunda kaldı çünkü o mendile de el konulmuştu mahkeme salonuna getirilirken.

Bir meslektaşı, Mehmet Altan konuşurken aşırı duygulanmış gözyaşları yanaklarından süzülüyordu. Bir ara tutamadı kendini "Utanç verici" deyiverdi. Mahkeme başkanı affetmedi bu belli belirsiz nidayı ve bu çıkışın sahibinin salonun dışına çıkmasını istedi. O meslektaş özür dileyip, "Çok duygulandım efendim, kusura bakmayın" diyerek salonu terk etti.

NAZLI ILICAK DAHA MAKUL BİR DİLLE DERDİNİ ANLATTI

İkinci gün savunma yapan isim Nazlı Ilıcak'tı. Üslubu da seçtiği kelimeler de daha mütevazi idi Ilıcak'ın. "Bilemezdim FETÖ'nün terör örgütü olduğunu, hem de iktidar bile ayıkamamışken" minvalinde konuştu. Tahliye ve beraatini istiyordu canı gönülden.

Yakınları da artık onun "bir dönem medyaya damga vuran" kimliğinden kurtulup "büyükanne" olarak torunları ile hayatını sürdürmesinden yanaydı. Olur da cezaevinden çıkarsa Ilıcak, koskoca bir medya geçmişini tümüyle gömüp, tekdüze bir hayata uyum sağlayabilecek miydi? Bilinmez. Beklenip görülecek.

'FETÖ' SAVUNMALARINDA BENZER DİL

Bir dönem Cemaat medyasının çeşitli kademelerinde görev yapanların aşağı yukarı benzer bir dil kullanarak savunma yaptıkları bir gerçek. Hemen hepsi 15 Temmuz'da örgütün gerçek yüzüyle tanıştıklarına vurgu yapıyorlardı. Bu yargılamada da aynısı oldu. Bir de itirazları vardı: Karar alma mekanizmasındakiler dururken neden onlar yargı kürsüsündeydi. Bunu bir öfke hissiyatıyla değil, cevap verilmesi elzem makul bir soru olarak soruyorlardı.

Pek de haberleri olmayan, altında imzalarının bulunmadığı kararların hesabını vermek durumunda kalmışlardı. Adalet duyguları daha mahkemeye gelmeden zedelenmişti. Hem fiili olarak iş yükünü çeken olmak hem de asla vakıf olamayacakları olayları açıklamaya zorlanmak...

Ahmet Altan onların yerine de konuşuyordu: Eleştirmek, muhalefet etmek suç değildir!

EZİYET EZİYET EZİYET

Çağlayan'daki İstanbul Adliyesi, Avrupa'da emsallerinin en büyüğü olabilir ama öyle küçük salonlara sahip ki. Böylesi önemli ve halkın merakla takip ettiği bir davayı 20'şer kişilik salonlara hapsetmeye çalışmak başka bir çilenin nedeni olmuştu. İçeri girmek isteyen yakınlar, gazeteciler, destekçiler sıraya bindirilmişti. O bariyerleri aşıp da görmek, duymak, hakkında yazmak istediklerine erişme düşüncesiyle aralarına suni engeller konmuştu. Kimileri isyan ediyordu buna.

Dört günün özeti özellikle de Altan kardeşlerin savunması, "Tutuklu kalsalar da onlar artık özgür" olarak nitelenebilir. Ahmet Altan savunması ile Türkiye'de ruhu, aklı, bedeni tutuklu olan herkesin bir celsede özgür olabileceğini, bir kez daha göstermişti. (İstanbul)

Öne Çıkanlar