Safiye Ayla ve biz

İsyancı bir kadındı Safiye Ayla. Kadın kimliğini cesaretle savunan, kendi ekonomisini yönetmeyi başaran. Son büyük aşkı da, önyargılara karşı bir başkaldırı idi bence…

Şu ara elimde Murat Bardakçı’nın "Safiye"si (İş Bankası Yayınları, 2017) var.

Kabataş Lisesi'ne yeni başladığım sıralarda Safiye Ayla’nın Şerif Muhiddin ile Fatih’de Mutemet Sokak'taki evimizde ziyaretleri hala aklımda. Büyük bir sevgi ve saygı bağı vardı aralarında. Şerif Muhiddin, tanıdığım en kibar insanlardan biri idi. Kabataş Lisesi'ni bitirdiğim yıl İdealtepe’de 50’li yıllarda bir tekstil devi olan Kazova’nın sahibi, babamın arkadaşı Mustafa Somuncu’nun yazlığındaki bir akşam yemeğinde, Safiye Ayla’nın o tanımlanmaz tınılı güzel sesini, mikrofonsuz doğal olarak dinlediğim için kendimi şanslı sayıyorum.

Somuncu 1960 darbesi öncesi İsmet Paşacı idi. Ama 27 Mayıs’tan sonra işleri ters gidecek, Kazova gerileyecekti. Yeni devler yükselecekti. Somuncuların Kürt kökenli çok güzel bir gelini vardı; babası Nurettin Bey, Nüfus Müdürüydü.

Kazova’nın yükselişi ise Varlık Vergisi sonrasına denk düşer. "Anadolu sermayesinin" İstanbul’a sıçramasının ilk örneklerindendi.

Onun gibi İsmet Paşacı olan Vehbi Koç da ilk Ankara’da palazlanıp, sonra İstanbul’a yelken açmamış mıydı?

Sabah grubunun da kökü İzmir değil miydi? Oradan sıçramamışlar mıydı İstanbul’a?

Hasılı başkent Ankara olsa da, İstanbul her zaman ekonomik başkent olarak kaldı. Anadolu’da palazlanan oraya sıçradı.

ANAP’ın, AKP’nin yükseldiği ekonomik taban da.

Hasılı Konstantiniye’nin fethi hiçbir zaman sona ermeyecek galiba!

Kimbilir belki 2023 yılında İstanbul’un yeniden başkent oluşuna da tanık oluruz!

İdealtepe’deki yalıda akşam yemeğinde Safiye Ayla’nın bana, "nişanlım" demesi de 17 yaş gurumu okşamıştı doğrusu!

Ve o da ben de, TİP’i destekliyorduk! TİP’in Taksim’deki büyük 1965 mitinginde dolanışı aklımda. 

İsyancı bir kadındı Safiye Ayla. Kadın kimliğini cesaretle savunan, kendi ekonomisini yönetmeyi başaran. Son büyük aşkı da, önyargılara karşı bir başkaldırı idi bence…

Nazım ile dostluğu vardı, o dönemin çoğu sanatçıları gibi. 1938 operasyonundan önceki görece bahar havası sırasında açılan sol kitapevleri, tiyatro, resim, operetler, filmler filiz vermişti. Hatta Nazım popüler kültürün bir parçası haline gelmişti.

Sovyetler Birliği'nde temizlikler sırasında tutuklanmasından hemen önce büyük yazar İzak Babel, Eisenstein ile birlikte çalışıyordu ve birlikte çalıştıkları son film "Korkunç İvan" olacaktı. ( Çok az film, içine girilen zor bir dönemi, sanatın diliyle metaforlarla anlatmıştır.)

Safiye Ayla da, "Güneşe Doğru" filminin, Dino kardeşler, Neyzen Tevfik, Ferdi Tayfur (eskisi) ile birlikte ortak yapımcıları arasında idi. 
O dönemin gençleri, sanatçıları hakikaten adeta bir "'Güneşe akın var akın, güneşin zaptı yakın' moodundaymış" diye düşünüyorum bugünden bakınca.  

30’lu yıllarda solcu gazeteci Naci Sadullah yaşadığı sevgi. Ve arkadaşlığını onun bir sigorta hastanesinde ölümüne kadar sürdürmesi. Halikarnas Balıkçısı’nın yanındaydı ölüm döşeğinde. Kısacası dostluklarına sadıktı, zor zamanlarda. Menderes’in, 27 Mayıs’tan kısa zaman önce Kızılay Bakanlığından düşürdüğü (Kızılay fonlarını siyaset için kullanmasına izin vermediği için) Rıza Çerçel, ağır bir kalp krizi geçirince, Almanya’da fiili sürgün durumunda kalmıştı.

Rıza Bey, 6-7 Eylül yıkımından sonra, mağdurlar için Kızılay adına yardım toplarken, bunu Türk iş adamlarından talep edecekti. "Yaşanan bu ayıbın getirdiği etik sorumluluğu siz üstlenmelisiniz" diyerek. Sürgünden döndükten sonra, Kızılay mensupları onu yeniden Başkan olarak seçmişti. Uluslararası Kızılhaç Kongresi'nin Kızılay’ın 100. Yılı vesilesiyle İstanbul’da toplanmasını sağlamıştı saygınlığı ile. 20 yıl sürünen Kültür Sarayı inşaatı nihayet bitecek ve bu uluslararası kongre ile açılacaktı. Bu Kızılaç Kongresi'nin bir başka önemi ise, İç Savaşlara ve Ulusal Kurtuluş Savaşlarında uyulması gereken koşulları belirleyen 2. Cenevre Savaş Konvansiyonu'nun hazırlık çalışmasının burada başlaması idi. Bu Konvansiyon 1977’de imzaya açılacaktı. (Türkiye hala imzalamadı).

DP’nin mirasından AP’si ile otlanan Demirel, Rıza Bey’den pek hoşlanmazdı. Ona rağmen, Afyon halkının desteği ile Meclis'e girecekti. Deniz’lerin idam kararı Anayasa Mahkemesi'nin bozmasından sonra yapılan ikinci oylamaya katılmamıştı. Kamu işletmelerinin kontrolünden sorumlu meclis komisyonun başkanı olarak kök söktürürdü. Bu nedenle CHP’lilerin de saygısını kazanmıştı. Meclis’in Başkanlık seçiminde Rıza beye, CHP’liler oy vereceklerini açıkladıklarında, Demirel bunu yok sayıp, kendine doğrudan bağlı bir adayı tercih edecekti.

Safiye Ayla’nın Şerif Muhiddin ile birlikte Fatih’teki evimizde bizi ziyaretinin nedenlerinden biri de, Rıza beyin Almanya’da sürgünde oluşu idi. Ama 50’li yılların sonunda onu yeniden hatırlatan konserlerden biri de 1959 yılında Kızılay yararına Ankara’da verdiği büyük konser olmuştu. Rıza Bey ve ablamı, Almanya’da da gidip ziyaret edecek, hatta yeğenlerim Çiğdem ve İpek’e birkaç gün bakmayı da üstlenecekti. Önce zor geçeceğe benzeyecek birliktelik harika bir sevgiye dönüşecekti. İpek onun gözlemi ve yönlendirmesi ile piyanoya başlayacaktı.

Kitabın kapağında Safiye Ayla’dan, "Öksüzüm hiç anısı olmaz. Ben Öksüzüm" alıntısı var. Aile özlemi. Bu nedenle belki de, Ankara’da Rıza Bey ile Ayten hanımın Bahçelievler’deki evinin altında bir daire satılınca, onu satın alacaktı. Bu dostluk ömrünün son yıllarında da devam edecekti.

Hey gidi Safiye Ayla. Teşekkürler Murat Bardakçı bu kitapla bunları hatırlattığın için.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Arşivi