safiye’nin suçu ne?

'kitap'ı okuyup anlamaya ne sabrı ne zamanı ne de bilgisi yetenler, doğduklarında nüfus kağıtlarına yazılan dini onların aracılığıyla öğrendi. onların aracılığıyla itaate yönlendirildiler.

okulların, istanbul kitap fuarı’na bütün öğrencileriyle ziyaret düzenleme adeti vardır. bu seferlerden önce, kimi şanslı çocukların ebeveynleri alışveriş yapabilmeleri için onlara biraz para verir. 1990’lı yıllardan beri çok çocuk eve, çok cüzi bir para karşılığında, hatta bazen parasız aldığı, cd’ler ve cıvıl cıvıl baskılı kitaplardan oluşan kocaman setlerle dönmüştür. dini yayınlarda kullanılması adet olan, arap harflerini andıran yazı karakteri, başörtülü kadın veya çocuk vb. gibi islamcılığı anıştıracak hiçbir görsel öğenin bulunmadığı bu setler, evrim teorisini çürütmeye çalışır ve yaradılış teorisinin propagandasını yapar. evrimle ilgili tezleri ancak çocukları ikna edecek kadar inandırıcıdır ve islam’dan çok amerikan evrim karşıtı, evangelist iddiaları temel alır.

adnan oktar ve cemaatini, tarikatını ya da her nesiyse, o setlerden önce tanımıştık aslında. özellikle "nezih" muhitlerde "ava"a çıktıklarını falan biliyorduk. tohum atılmış, ağaç köklerini salmaya başlamıştı.

erkek egemen ideoloji ve onun yarattığı ruh hali, son derece kullanışlı, kullanılmaya açık bir şey; adnan hocacılara yapılan operasyonla bunu bir kere daha gördük. herkesin bildiği birçok gerçek yani oktar’ın büyük bir serveti yönettiği, çevresindeki insanları hukuk ve ahlakdışı yöntemlerle kendisine bağladığı, israil, likud partisi ve likudniklerle güçlü ilişkileri bulunduğu vb. şeyler, 15-20 tane gösterişli kadının görüntüleriyle perdelenebildi.

daha önce cemaatte yer almış bulunan ve büyük bir ihtimalle, oradaki son zamanlarını bir tür muhbirlik faaliyeti için kullanan ceylan özgül, bu kadınların, önemli suçların ortağı olduğunu, çoğunun silah taşıdığını falan anlattı ama adnan oktar cemaatinden akılda kalanlar hâlâ seks ve bir takım komplolar.

evet, seks ve seks hizmeti belli ki cemaatin faaliyetlerinde önemli bir yer tutuyor. bu açıdan, yine abd’deki kimi hristiyanlık-dışı- tarikatlara ve cemaatlere benziyor. (örneğin, erkek çokeşliliğini benimseyen bir hristiyan tarikatı olan mormonlar birçok konuda daha katı.) yok artık bu kadarı olmaz, diyoruz ama biz bu kuşa bakarken olup biten çok fazla şey var. ve bunlar büyük komplolar falan değil. evrim teorisinin inkârı (ki bunun islam’la ilgisi olmadığını yazan birçok müslüman ve islamcı yazar oldu.) eşcinsellik düşmanlığı (geçen hafta ankara’da böyle bir bildiri dağıtılmış.) gibi çok şey yaptı adnan oktar cemaati.

bir şey zenginlerin etrafında yaşandı mı, daha çok konuşulur. bu onlar için de geçerli. türkiye’de, bir kısmı neredeyse cumhuriyet’le yaşıt olan çok tarikat var. bunlar, demokrat parti iktidarıyla birlikte etkilerini arttırdı, hükümetlerin kurulmasında söz sahibi oldu. (süleyman demirel ile ilgili anlatılan ve bir cemaatin, kurduğu hükümette kendilerinden kimsenin bulunmadığı yönündeki sitemine, "ben varım ya," diye cevap verdiği fıkra/anektodun, iki ayrı cemaatin adıyla anlatıldığını duydum.) ama daha önemlisi, toplumun dokusuna nüfuz ettiler. evet burası müslümanların çoğunluğu oluşturduğu bir ülke ama modern zamanlar cemaatlerinin hilafet dönemi müslümanlığıyla benzerliği fazla değil. 

"kitap"ı okuyup anlamaya ne sabrı ne zamanı ne de bilgisi yetenler, doğduklarında nüfus kağıtlarına yazılan dini onların aracılığıyla öğrendi. başka birçok şeyin yanı sıra, onların aracılığıyla itaate yönlendirildiler ve diğer itaat araçlarını sorgulasalar da, allah’ın iradesini temsil ettiğini iddia edenleri sorgulamadılar.

türkiye’de çok insan, allah’ın temsilcisi olduğunu sandığı topluluklara, varsa servetini, ama daha önemlisi, bilgisini, iradesini, hayatını hatta çocuklarını teslim etti. bir ara, bu yapıları, "sivil toplum" falan diye kutsayanlar vardı, onların arasında bile bunların sonuçlarından büyük zarar görenler oldu.

büyük ihtimalle bildiğiniz bu şeyleri iki sebeple hatırlatıyorum.

birincisi, çok eleştiriyi hak eden ve çok eleştirilen diyanet kurumunun, türkiye’de din eğitiminde, dini telkinlerde, islami hayat tasavvuru ve dayatmalarında etkisi, en fazla buzdağının suyun dışındaki kısmı kadardır. onun lağvedilmesini isteyenlerin sesinin duyulması ve taleplerinin dikkate alınması, en azından yakın gelecekte mümkün görünmüyor ama onların da, o görünür kısımdan vazgeçtiğimizde, buzdağının tamamının bu alanı ele geçireceğini hesaba katmaları gerekir bence. çünkü toplumsal gerçeklikler ilga ile, yasaklama ile ortadan kalkmıyor. ve din alanında çoğulculukla sınırlı kalmayan, başka bir önerinin şekillenmesi gerekli görünüyor.

ikinci mesele şu; toplumun, zaten muhafazakârlığı yatkın olan dokusu, bütün özgürlükçü ve eşitlikçi fikirleri dışlayacak şekilde, ve adalet mefhumunu da elinin tersiyle itecek bir hırçınlıkta, yeniden şekillendirildi. cemaatler ve tarikatların eski önemi kalmadı, bundan sonrasını toplumun kendi kedine işleyen çarkları halledecektir. adnan oktargilden sonra sıranın başka cemaatlere geleceği dedikodusunu, bunun ışığında ve gülen cemaatinin sebep olduğu korku ve endişeyle birlikte değerlendirebiliriz bence.

diğer yandan şu da açık, mesele sadece kalıcılaşmış olan ohal vb. değil, toplumun yenilenen dokusu. o çarklara çomak sokmadan, yani eşitlik, özgürlük ve adaleti toplumsal bilincin parçası haline getirmeden bu işin içinden çıkabilir miyiz? anıtkabir’e sırtını verip mustafa kemal’e hakaret eden, bunu da kaydettiren, densiz safiye inci’yle uğraşırken, onun tutuklanmasının "caydırıcı" olabileceğini düşünürken bunu da göz önünde bulundurmakta fayda yok mu?

Önceki ve Sonraki Yazılar
ayşe düzkan Arşivi