'Schulz’dan daha kel Erdoğan’dan daha Hitler'

'Schulz’dan daha kel Erdoğan’dan daha Hitler'
Die PARTEI Almanya'nın en sıra dışı partisi. İşi mizahla. Beğenip oy veren de var yanlış anlayıp oy veren de. Başbakan adayları Türkiyeli. Seçimi kazanırlarsa Türkiye'de döner yiyecekler.

Ayşegül KARAKÜLHANCI DUMAN


ARTI GERÇEK- Almanya hafta sonu yapılacak seçimlere hazırlanıyor. Sokaklar büyük yarışa hazırlanan partilerin afişleriyle dolu. Bu afişlerin en dikkat çekicisi kuşkusuz Die PARTEI'a ait olanlar. 2004 yılında kurulan partinin işi mizahla. Zaten kurucusu Martin Sonneborn de bir mizahçı. Sonneborn'un dergiden arkadaşlarıyla birlikte kurduğu partinin tam adı 'Çalışma, Hukuk Devleti, Hayvan Koruma, Elit Destekçisi ve Temel Demokrasinin Başlangıç Harekâtı Partisi'. 

Adından da anlaşıldığı gibi Die PARTEI'ın hedefinde diğer tüm partiler var. Amaçları siyaset yapmak değil, popüler siyaseti teşhir etmek. Bunu yaparken de mizahın olanaklarından yararlanıyorlar. Kullandıkları sıra dışı dil onlara hatırı sayılır bir seçmen kazandırmış. Sloganlarını ve vaaetlerini beğenip oy veren de var, yaptıkları incelikli mizahı yanlış anlayıp oy verenler de. 

Die PARTEI'ın halihazırda bir milletvekili var. O da parti başkanı Martin Sonneborn. Şimdi bir kez daha seçime giriyorlar. Başbakan adayları da Almanya’nın ünlü komedyenlerinden Serdar Somuncu. Somuncu'nun seçim sloganı ise 'Schulz’dan daha kel, Erdoğan’dan daha Hitler'. 

Die PARTEI'ın 4 milletvekili adayı ile biraraya geldik ve hem partiyi hem de seçimleri konuştuk. İşte Mark Benecke, Lukas Herrmann, İngo Trapphagen ve Sabine Kader'in sorularımıza verdiği yanıtlar...

- Dr. Mark Benecke; siz Die PARTEI’ın Kuzey Ren Vestfalya (NRW) eyaleti başkanısınız. Seçim afisinizde "Korkmayın!" yazıyor. Neden korkmasın seçmenler?

- Halkımız nefret yayan ahmaklardan korkmasın. Farklı insanlardan, kültürlerden veya alışkanlıklardan korkmak yerine, yıldız tozu, allı pullu parlatıcılar, yüksek ökçeli ayakkabı topuklarının arasına kaçamayacağı kaldırımlar sunuyoruz.

- Siz kucağınızdaki köpekle ve çıplaklığınızla nasıl bir mesaj vermek istiyorsunuz?

-Lukas Herrmann: İnternetin ve seçmenlerin ortak noktasını bir afişte birleştirmek istedim: Hayvanlar: İnternette en çok izlenenler şirin hayvan videoları. Ayrıca çıplak vucüdumla seçmenlerin aklını başından alacağıma eminim. Afişimdeki bir diğer unsur, aşırı sağcı parti AfD'nin basın sözcüsü ve Saksonya Eyalet Meclisi milletvekili Frauke Petry. Niye? Çünkü bu isim de internette çok rastlanan bir isim. Bunları birleştirerek, mükemmel bir seçim afişi oluşturduğumuzu düşünüyorum.

- Sizin afişiniz deki mesaj nedir?

-İngo Trapphagen: Emrimdeki propaganda kısmı benim en iyi nasıl ön plana çıkabileceğim hakkında uzun süre kafa patlattı ve en iyisinin, büyük partilere doğrudan saldırmak olduğuna karar verdiler. Afişimde yaptığım el hareketi, bira içenlerin geğirmesi halinde bir elini alnına götürmesi, ama götürmemesi durumunda da içki arkadaşlarından birinin onun alnına vurması gerekiyor. Bu hem eski bir gelenek hem de gençler arasında yoğun uygulanan bir jest. Bu eski gelenek seçim afişine aktarıldı hem zaten SPD'nin uyguladığı politikaya da uygun.

- Sabine sizin mesajınız?

-Sabine Kader: "Kader herşeyi yapabilir" yazıyor, bu da diğer politikacılar ne yapabiliyorsa, ben de o kadarını yaparım demek –tabii Kim Jong gibi roket atamıyorum. Fizik ve kimyam pek iyi değil.


- Seçilirseniz nasıl bir siyaset yaparsınız? Örneğin dış politika, yani özelde Türkiye'yle olan krizin üstesinden nasıl gelirdiniz?

Mark Benecke: Ben Köln’de 88 milletten çocukla birlikte büyüdüm. Aralarında tabii ki Türkiyeli çocuklar da vardı. Kimileri Kürt’tü, diğerleri Kürtler’i sevmiyordu. Kimileri bana dükkanda bayat pide sattı, kimileri taze. Öğrenciyken, bir restoranda yardımsever bir Türkiyeli bana parasız mercimek çorbası verirdi. Bugün hala severek içtiğim bir çorbadır.

Benim Türkiyeli berberim günün birinde tanımadığı bir adamla evlenmek için Türkiye’ye dönmek zorunda kaldı. Başörtüsü güzel bir moda olabilir ama hayatı kısıtlayan bir şey. Birlikteliği sevgi dolu ve barışçıl şekilde güçlendirebilmek için önce birbirimizle konuşup ne olup bittiğini anlamamız gerek. Erdoğan gibi kimseler akılalmaz derecede korkuyorlar; ama bilindiği üzere başka insanlarla güzel şeyler yaşamak bu korkuyu yok eder.

Lukas Herrmann: Türkiye zor bir konu. Politikacı olarak, seçilebilmek için hem Erdoğan destekçilerinin hem de Erdoğan karşıtlarının oyunu kazanmam lazım. Bu yüzden bu konuda bir şey söylemem zor.

İngo Trapphagen: Ben burada Mülheim'da yaşıyorum ve buradaki Türkiyeli halkı tanıyor, seviyor ve yaptıkları döneri severek yiyorum. Seçilirsem derhal Türkiye'ye gidip, oradaki dönerden tadacağım; bizim burada Keupstraße'deki döner mi, yoksa oranın döneri mi daha leziz, bunu karşılaştıracağım.

Lukas Herrmann: Ya da kısaca Erdoğan'a faşist olduğunu ve onu AB'de istemediğimizi yüzüne söylemeliyiz.

Sabine Kader: Yoldaşım İngo'ya katılıyorum ve şunu ekliyorum: Yanlızca politikacılar değil, Türkiye hapishanelerinde suçsuz yere yatan herkes için bu döner kıyaslamasını Erdoğan'a teklif olarak sunmalıyız.

- Ama konu dış politika; sizin buradaki dönerin Türkiye'dekinden iyi olduğunu iddia etmeniz gerekmez mi?

İngo Trapphagen: Evet, Erdoğan'la yiyeceğimiz bir akşam yemeğinde bu konuyu görüşmeliyiz.

Sabine Kader: Hatta gözlerimizi bağlayıp, "hangisi daha lezzetli?" oyunu oynayabiliriz.

İngo Trapphagen: Efes Pilsen unutulmamalı.

Lukas Herrmann: Deniz Yücel'in bırakılması da şık olur, çünkü en azından Almanlar ülkeden çıkarılmış olur. Çünkü esas mesele Almanlar'ın hapsedilmemiş olması -bu en önemlisi.

- Mark Benecke... Görülen o ki SPD ve CDU koalisyon kuracak. Yeni hükümetin hangi noktalarını eleştirirsiniz?

Biz seçimi kazandıktan sonra SPD ve CDU gibi küçücük kalmış partilerin ne yapacağı beni ilgilendirmiyor. Bize iyi bir teklifte bulunurlarsa, belki onları bünyemize alabiliriz.

- Mecliste partiler bu konuları konuşuyor, ama sedece konuşuyor. Siz mecliste olsanız ne yapardınız?

Lukas Herrmann: Meclisteki konuşmalar ciddiye alınacak türden değil! Çünkü milletvekilleri bu konuda birkaç kelime ediyorlar -ve bitiyor. Çünkü Türkiye aldığı milyarlar karşısında can sıkıcı bir konu olan mülteci sorununu bizim için hallediyor. Maazallah politikacılarımız Türkiye'ye karşı bir şeyler söyleyecek olurlarsa, savaştan kaçanlar buraya doluşur. O yüzden çenelerini tutuyorlar ve bir şeyleri değiştirecek adımlar atmıyorlar.

İngo Trapphagen: Lukas'ın söylediği şu mülteci konusu gerçekten önemli. Şimdiye kadar hiç bu hususta düşüncelerim olmadı. Şu anda bu konuda somut adımlar atmak için seçim sözü veriyorum. Ama başlangıçta söylediğim gibi, tespitlerimi Türkiye’de, yerinde gerçekleştirmek istiyorum.

-  Mark Benecke... Siz Almanya’da tanınan bir kriminologsunuz. Sizin gibi ünlü ve doktoralı birisi herhangi bir parti adına milletvekili olup meclise girebilirdi.  Neden Die PARTEI’yı seçtiniz?

Die PARTEI’daki deli, şahane ve yenilikçi insanlar hoşuma gidiyor. 2017 genel seçimleri için çekilmiş videolarımıza bakarsanız, anlarsınız ne demek istediğimi. 

- Ya sizler?

Lukas Herrmann: Birincisi, Die PARTEI çok iyi! İkincisi, Die PARTEI bir şeyleri değiştirmek için harekete geçiyor. Örneğin biz AfD'ye ( Sağ popülist Almanya için Alternatif Partisi) karşı aksiyonlar düzenliyoruz. Öte yandan, seçmenleri yanımıza çekerek, diğer partilerin oylarını düşürdüğümüz haksız suçlamayla karşı karşıya bırakılıyoruz. Oysa ki biz 31 adet AfD-Facebook grubunu hekleyerek, onları gülünç ve aciz duruma düşürdük; zaten her aksiyonumuzda halka FCKAFD çıkartmaları dağıyoruz. Peki diğer partiler AfD'ye karşı ne yapmış!

- Diğer partilerden seçmenler standınıza gelip sizinle konuşuyor mu? Sizi tanıyorlar mı?

Lukas Herrmann: Aktif şekilde politikayla ilgilenenler bizi tanıyorlar –ama bizden çekiniyorlar. O yüzden bizimle konuşmuyorlar. Sol Parti'den konuşabildiğim iki kişi tanıyorum. Ya da kimi SPD'li bize biraz dostane davranıyor. Yeşiller de arada sırada fena değil. Ama Hıristiyan Demokratlar (CDU) bizden nefret ediyorlar.

Sabine Kader: Ben hiç CDU seçim standı görmedim, bu yüzden de bizden nefret mi ediyorlar, yoksa bizi seviyorlar mı, beyanat veremiyorum. Belki uçan balonları yoktur.

Lukas Herrmann: Başımdan şöyle bir olay geçti; seçim bölgem olan Seeberg mahallesindeki Köln Alevi Kültür Merkezi'nde, politikacıların katıldığı bir tarışma paneli yapıldı. Bu toplantıya davet edilmemiş olmama rağmen izleyici olarak katıldım. Davet edilmememi küstahlık sayıyorum. Program sonrasında diğer adaylarla karşılaştığımda, bana baktılar, beni gördüler ve büyük olasılıkla tanıdılar, ancak arkalarını dönüp, beni yok saydılar. Bana merhaba demek saygısını gösteremediklerine göre, yaptıklarımızla onlara korku saldığımızı zannediyorum. Çünkü yaptıklarımızla, kendi açıklarını ortaya çıkardığımızın farkındalar.

İngo Trapphagen: Ben 2004'ten beri Die PARTEI üyesiyim ve Alman politikasıyla dalga geçildiğinde nasıl işlediğini gördüğümde, bu yolun doğru yol olduğunu anladım. Zaten partinin kurucusu Martin Sonneborn ve diğer kurucular, seçilebilecekleri bir parti olmadığından, kendi partilerini kurdular. Bunun arkasında "diğer partilerin yaptığını biz de yapabiliriz; onların yaptığı saçmalıklardan daha saçmasını yaparız" düşüncesi yatıyor.

Lukas Herrmann: Ayrıca bize siyaset yapmadığımız suçlaması getiriliyor bu yanlış. Biz siyasetle ilgileniyoruz, kaldı ki ilgilenmesek, mevcut siyasetle hemfikir olur, onu değiştirmeye kalkışmazdık. Bu değişimi de mizah yoluyla yapmaya çalışıyoruz, çünkü böylelikle çok daha fazla insana ulaşabiliyoruz. Çünkü "komiklik"le ulaştığımız insanlar bunu ta yüreklerinde hissediyorlar. Ciddi şekilde bir politika yapsaydık, bu kadar çok insana seslenemeyeceğimiz de kesin!

- Herkese ulaşabiliyor musunuz?

Lukas Herrmann: Tabi bulunduğun çevre de önemli. Kimi çevrelerde Die PARTEI üyesi olduğumu söylediğimde ya tanımıyorlar, ya anlamıyorlar, ama öğrenci çevresinde tanınıyoruz. Ve artık bize gülenlerin gittikçe azınlıkta kaldığını düşünüyorum, çünkü gittikçe büyüyoruz.

Sabine Kader: 2007'den beri Die PARTEI üyesiyim ve başlangıçtaki şaşırmaların ve Korsanlar'la (Piraten Partei) karıştırılmaların geçmiş olmasından mutluyum.

- Sıradışı bir siyaset yapan 'Korsanlar Partisi' de bir dönem çok ilgi görmüş ama aynı hızla yok olmaya doğru gitti. 'Korsanlar' gibi olmaktan korkmuyor musunuz?

Lukas Herrmann: Korsanlar'ın havasının sönmesinin nedeni, başlangıçtaki büyük sevinç ve coşkunun ardından bir içerik gelmemiş olması. İyi fikirleri vardı, ancak onları popülizmle devam ettirmeyi kaçırdılar. Ama bizim başımıza böyle bir şey gelemez, çünkü bizim içeriğimiz yok!

Sabine Kader: Bizim sloganlarımızdan biri (Inhalt Überwinden) İçeriklerin üstesinden gelinmeli / içeriği aşmalı. Bu slogan hayat boyu sürdürülebilir.

Lukas Herrmann: Biz güncel bir konuyu ele alıp, onu eleştirip devam edebiliyoruz. Diğer partiler gibi dijitalleşme, eğitim ya da atom endüstrisinden çıkış gibi gereksiz konulara saplanıp kalmıyoruz. Böyle bir parti programımız olmadığından, bağlanıp kaldığımız noktalar da olmuyor. Herşeyi mizahla yürütebiliyoruz.

- Yani hepiniz güçlü bir mizaha sahipsiniz, öyle mi?

Lukas Herrmann: Hayır, hepimiz Martin Sonneborn ya da Leo Fischer olamayız. Yanlızca neyin mizah olabileceği duygusunun gelişmiş olması yeterli. Buna ulaşabilmek için de mizahlı hiciv yapan insanlarla düşe kalka bir his oluşturulabilir.

- Başbakan adayınız Serdar Somuncu Türkiye kökenli. Bunun size Türkiyeli oyları getireceğine inanıyor musunuz?

Lukas Herrmann: Geçenlerde Chorweiler'daki Türkiyeli bir tanıdığımla onun hakkında konuştuğumda (burdan Ersin'e selam), Türkiyeliler'in büyük bir bölümünün Serdar'ı milliyetçi karşıtı söylemlerinden dolayı sevmediklerini söyledi.

İngo Trapphagen: Almanya'daki Türkiyelilerin onu ne kadar tanıdığı da başka bir soru konusu.

Lukas Herrmann: Evet, çünkü talk showlara çıkıp Türkler'i beğenmediğini söylediğinde, Türk seçmenler de ona karşı cephe alacaklardır; aynı şekilde Almanlar'ı beğenmediğini söylediğinde, Alman seçmenler de ona karşı cephe alacaklardır.

Sabine Kader: Bugün bir kaç tane Serdar Somuncu afişinin yırtılmış olduğunu gördüm; ancak kendi afişimin yanından geçen Türkiyelilere benzeyen insanların "bak kader" deyip adımı gösterip, gülümsemeleri hoşuma gitti.

- Peki, Almaya’daki Kürt seçmenler?

İngo Trapphagen: Bizi seçecek olurlarsa onlara da ne istiyorlarsa onları vaat ediyoruz.

- Seçim akşamı ne yapacaksınız?

İngo Trapphagen: 24 Eylül akşamı bir restoranda seçim sonuçlarını seyrederken, yüzdelerin gösterildiği grafikte Die PARTEI çubuğunun, "diğer" grubunu gösteren çubuktan nasıl ayrıldığını göreceğiz.

Sabine Kader: Ardından da Köln Büyükşehir Belediyesi binasına diğer partilerin yüzlerini görmeye gideceğiz.

İngo Trapphagen: Die PARTEI'ın kuruluşundan bugüne Almanya'daki işsizlik oranı düştü. Buna paralel olarak seçime katılan seçmen sayısı da arttı.

Sabine Kader: Ve İkinci Dünya Savaşı'ndan beri aldığımız en yüksek oy oranını bekliyoruz. Çünkü her seçimde oylarımız katlanarak artıyor.

İngo Trapphagen: Ben 16 yıl Helmuth Kohl iktidarı altında yaşamak zorunda kaldım; bir 16 yıl da Merkel altında yaşamak istemiyorum. Böylelikle hayatımın büyük bölümünü, Almanya'da durağanlığı popüler hale getiren iki kişi altında yaşamış olacağım. Ama bunu istemiyorum. Merkel anne bir şey yapmıyor, yanlızca bir şeylerin geçmesini bekliyor.

 

 

Öne Çıkanlar