Stockholm'den Taner Akçam geçti

Taner Akçam’ın sunumu, resmi inkarcılığın arka planındaki olguları özetledikten sonra, inkarın nasıl bugün TC’nin milli güvenliğinin temel konulardan birine dönüştüğünü aktardı.

Stockholm. 24 Nisan’da İsveç Parlamentosunun girişindeki tarihi konferans ve basın toplantısı mekanında Taner Akçam’ı dinleme olanağımız oldu. İsveç Parlamentosu 1915 soykırım gerçekliğini 2010 yılında tanıdı. Sadece Ermeni Soykırımı da değil, ilk defa "Süryani, Keldani, Asuri diğerleri" nitelemesinde bulunarak, daha net bir tanımlama da yapıldı. Bilindiği üzere her zamanki gibi Büyükelçi bir süreliğine Ankara’ya geri çağrılarak tepki konuldu. Dahası RTE, kısa süre sonra yapacağı İsveç ziyaretini iptal etti. O sıralarda iktidarda Moderatlar vardı. Onlar özür dileme falan modlarına girdiler. 

Aslında bu 3 kuvvetler sisteminin tipik örneklerinden biri idi. Yani Hükümet, Yargı ve Yasamanın (Parlamentonun) ayrılığı… Türkiye’de belli konular vardır ki, TC kurulduğundan beri, şimdi kurulmaya çalışılan "sözde" başkanlık sisteminden önce de, bunlar gündeme geldiğinde biçimsel olarak ayrı olduğu iddia edilen bu güçler birleşiverirler. Bunlar ise, Ermeni soykırımı, Kürt sorunu ve Azınlıklar mevzuudur. TC, kurulduğu andan itibaren Sola da bir milli güvenlik sorunu olarak bakmıştır. Ölçüsüz şiddet uygulamıştır bu nedenle.

2000 yılında Fransız Senatosunun da Ermeni Soykırımı gerçekliğini kabul etmesinden sonra, alarm zilleri çaldı ve inkar aleni olarak Türkiye milli güvenliğinin önemli unsurlarından biri konumuna yükseldi. (*) Örneğin artık azınlık diye bir şey kalmadığı için sessizce kaldırılan Azınlıklar Tali Komisyonu, Lozan Anlaşmasının imzacısı olan İsmet İnönü tarafından 1961 yılında kurulmuştu. Buna benzer biçimde Asılsız Soykırım İddiaları ile Mücadele Koordinasyon Kurulu, MGK’nın bir parçası olarak 2000 yılında Devlet Bahçeli başkanlığında kurulmuştu.
İsveç Parlamentosundaki toplantının önemi, resmi olarak 24 Nisan anmasının yapılması idi. Toplantıya bütün siyasi parti temsilcileri yanında diplomatlar, Ermeni ve Süryani toplumunun temsilcileri katıldı. 2010 yılında Soykırım tasarısının parlamentodan tek bir oy farkı ile geçmesinde rolü olan parlamenterlerden biri, 1915 gerçeğini kabul eden diğer dünya parlamentolarının da benzer biçimde resmi anma toplantısı düzenlemesi dileğinde bulundu.

Toplantının moderatorluğunu, Hristiyan Demokrat Partiden Robert Halef yaptı. Uluslararası Hukuk Profesörü Ove Bring, Sosyal Demokratlardan, aynı zamanda Parlamento sözcüsü olan Urban Ahlin de sunumda bulundular. Taner Akçam’ın sunumu, resmi inkarcılığın arka planındaki olguları özetledikten sonra, inkarın nasıl bugün TC’nin milli güvenliğinin temel konulardan birine dönüştüğünü, çok anlaşılır biçimde aktardı. Konuşmalar arasında Ermeni ve Süryani müziğinin seslendirilmesi toplantıyı daha anlamlı ve duygusal kılıyordu.

Toplantı sırasında, salonda canlı olarak Erivan’daki 24 Nisan anmasını, elbette sessiz olarak izliyorduk. Kameralar sık sık anma yürüyüşündeki Ermenistan muhalefet lideri Paşinyan üzerinde odaklanıyordu.  

Bir süre sonra da Putin modelini taklit edip, Başkanlığı terk ettikten sonra Başbakanlığı üstlenen Sarkisyan’ın istifa ettiği haberi geliyordu. Üstelik "hata" yaptığını kabul ederek… 
İşte "küçük" Ermenistan ile aramızdaki kalite farkı. İşte 2015 Haziran’ında kaçırılan sivil itaatsizlik şansı!

Kenan Evren, "sözde" kavramının Ermeni Soykırımına eklenmesinin mucididir. O sırada iki diplomata bir de kitap yazdırıldı. Burada üç temel kaynak, nesnellik bakımından kabul edilmez, şüpheli gösteriliyordu. Bunlardan "Mavi Kitap", zaten savaş propagandası için üretilmiş, kaynağı belirsiz bir derleme idi. Amerikan elçisi Morgenthau’yu Ermeni katibi doldurmuştu. Aram Andonian’ın soykırıma ilişkin belgeler düzmece idi. Zaten bunu verdiği iddia edilen Naim Bey diye de biri yoktu.

Taner Akçam’ın yaptırdığı tercümeler, Pencere Yayınları'ndan çıkmasına yardımcı olduğum "Mavi Kitap"ın bel kemiğini oluşturur. Usta tarihçi Ara Sarafian da bir arşiv kurdudur. Uzun bir çalışmadan sonra bütün belgelerin kaynaklarını gösterdi. Sansürsüz baskıyı birlikte, TBMM üyelerine postaladık, hepsi iade olunduğu gibi, bir de Pencere Yayınları ilk edisyonuna karşı "hakaret" davası açıldı. ("sözde" hakaret davalarının mucidi RTE değil!) Taner Akçam’a, yayıncı Muzaffer Erdoğdu’ya, Agos’a karşı. "Bilge" bir emekli diplomat, TBMM üyelerinin Mavi Kitabı edinmesini, Meclis başkanı olarak engellediği gibi, bu "sözde" hakaret davaları ile iyi "tazminat" kaldırdı.

Taner Akçam, Krikor Gergeryan Arşivinden, "Naim Efendi'nin Hatıratı ve Talat Paşa Telgrafları"nı günışığına çıkardı (İletişim Yayınları, 2016). Resmi tarihin büyük yalanlarından birini daha çökertti. Bu kaynağa "sahte" diyenler, "yalan belge ve delil" üretmede Talat Paşa, Diyarbakır Valisi Dr. Reşit Bey ve şürekasının ne kadar usta olduğunu, Ara Sarafyan ve Taner Akçam gibi, belge kurdu olan Hilmar Kaiser’in, "Diyarbakır’da Ermeni Kırımı" (Türkçesi: Ayşen Gür, Bilgi Üniversitesi yayını 2015) kitabının devasa dipnotlarından okuyabilirler. Hani ne derler, "hırsız aynada kendini görür"! Delil yoksa üretmek, TC’nin eski bir geleneğidir. Ergenekon ve KCK davalarında tavan yapmakla birlikte, Gülencilerin "icadı" değildir. Ve bu gelenek had safhada devam etmektedir. 

Taner Akçam, Stockholm’de ikinci toplantısını Dayanışma Derneği aracılığı ile Sol Parti'nin konferans mekanı olan Kafe Marx’da Türkiyelilere yönelik olarak yaptı. Parlamentoda inkarın nasıl milli güvenlik politikasının bir parçası haline geldiğini açıklarken, burada genel bir çerçeve çizerek, "Öncesi ve Sonrası ile 1913-1924 Ermeni-Rum-Süryani Soykırımı"nı anlattı. 

Üçüncü toplantı ise, Stockholm Üniversitesine bağlı, Asya, Akdeniz ve Türkiye Araştırmaları Enstitüsünde yapıldı. Konferansın başlığı, "Olgular, Hakikat ve İnkar / Talat Paşa’nın İnfaz Emirlerinin Orijinalliği" idi. Akçam burada ise Naim Bey belgeleri örneği üzerinden tarih metodolojisini tartıştı. Bir çeşit belge dedektifliği! Kitabın İngilizcesi bu yıl, seçkin yayınevlerinden Palgrave/Macmillan tarafından  "Killing Orders / Talat Paşa’s Telegrams and Armenian Genocide" başlığı ile yayınlandı.

Taner’in işi de zor "Batı" açısından. Aynı İsmail Beşikçi gibi… Batıda zaten malum olanı anlatmak... Naim Bey belgelerini ilk kez, Suriye çöllerinden sağ kurtulmayı başaran ve 1918 yılından itibaren tanıklıkları toparlayan Aram Andonian gün ışığına çıkarmıştı. Onun yöneticiliğini yaptığı Paris’teki Nubaryan Kütüphanesinin daha sonraki yöneticilerinden Raymond Kevorkian, Andonian’ın toparladığı devasa malzemeyi değerlendirerek, "Soykırımın İkinci Safhası/ Sürgüne Gönderilen Osmanlı Ermenilerinin Suriye-Mezopotamya Toplama Kamplarında İmha Edilmeleri, 1915-1916" adlı kapsamlı çalışmayı ortaya koymuştu (Türkçesi: Naringül Tateosyan, Belge Yayınları, 2011).

Absurd inkarcılığın bir faydası oldu ise, o da, soykırım araştırmacılığının gelişmesini fişeklemesi, resmi ideolojiden arınmış, yeni, genç, dinamik araştırmacıların bu konuda yoğunlaşmasını sağlamasıdır.
 
(*) Bu konunun ayrıntıları için bk.: R. Zarakolu, Sivil Toplumda Türk-Ermeni Diyaloğu, Pencere Yayınları 2008.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Arşivi