taraftar bertaraf olmaz mı?

taraf olmakla taraftar olmak arasında büyük bir fark var; birincisi bilgi, düşünce, adalet duygusu gibi nitelikleri gerektirir. ikincisiyse insana kendisini iyi hissettirir.

ormanlar kesildiğinden beri, istanbul’daki her yağmurda bir ilçeyi sel götürüyor. geçtiğimiz kış ilk yağışta taksim meydanında gerçek bir göl oluşmuştu çünkü betonla kaplanan alanda gider yoktu, daha sonra o biriken su dondu; düşmeden yürümek marifet oldu. geçen yağmurlardan birinde, metronun aydınlatmalarından su akıyordu; suyla elektriğin bir araya geldiğini düşününce, gerçekten allah koruyor.

ama kadir topbaş’ın görevinden alınmasının, daha yüzlercesi sayılabilecek bu tür şehircilik hatalarıyla, yolsuzluk dosyalarıyla falan ilgisi olmadığı gibi, gelenin gideni aratması muhtemel. fakat birçok ankaralı, başkent için aynı şeyin söz konusu olamayacağını iddia ediyor! bu, fiskiyelerin efendisi ile ilgili haberlerin yarattığı tatlı mutluluğu arttırıyor tabii. gökçek’in son kez ankara belediye başkanı olduğu seçimleri, oy torbalarına sarılıp uyuyanları, bunların, artık ysk denince aklımıza gelenlerin ilk işareti olduğunu hatırlarsınız.

diğer yandan, akp’li politikacılara yönelik tepki ve öfkenin seçmeni başta olmak üzere bütün akp’lilere gösterilmesini hatta hissedilmesini anlayamıyorum. bu kutuplaşmanın akp’ye yaradığı açık değil mi? üstelik akp seçmeninin ciddi bir kısmı, onun politikalarının mağdurlarıyken. kaldı ki, muhalefetin referandum başarısı da bizzat o insanların fikirlerini değiştirmesiyle ortaya çıkmadı mı?

meltem cumbul, semih kaplanoğlu’na yönelik bir jest yapmış. hiçbir taraftan büyütülecek bir şey değil, üstelik kaplanoğlu’nun elini sıkmamakla birlikte, kutlamamazlık da etmemiş. bunun karşılığında iş bulmakta büyük zorluk yaşayacağını, medyada yok sayılacağını yani ciddi bir baskıyla karşılaşacağını düşününce, meltem cumbul’u cesaretinden dolayı tebrik etmemek imkânsız. şunu da mutlaka söylemeli, yaptığı belki kabalık sayılabilir ama olayı nefret suçu falan olarak tanımlamak basbayağı zırvalık, insanlar birbirine çeşitli sebeplerle kızabilir, bazı tutumları sebebiyle birinden nefret edebilirler, bunda bir sorun yok. nefret suçu, bir insandan varoluşuyla ilgili –cinsiyeti, cinsel yönelimi, ırkı, milliyeti vb- sebeplerle nefret etmeyi tanımlıyor. birinden faşist olduğu için nefret etmek değil, birinden kürt olduğu için, arap olduğu için, eşcinsel olduğu için nefret etmek suç!

semih kaplanoğlu, önemli bir sinemacı, uzun yıllardır akp taraftarı olması bu gerçeği değiştirmiyor.  ama kendisi, yine önemli bir yönetmen olan emir kusturica’yı, yugoslavya’nın parçalanması dönemindeki tavrından ötürü protesto etmekte tereddüt göstermemişti. 

ama kendi adıma, başak köklükaya’nın, ödülünü hayatı için direnenlere adadığı konuşmasını tercih ederim; bir kere bir mesajı var; bir yöne yani direnmeye işaret ediyor. ayrıca, örneğin nuriye gülmen’in yumuşacık kararlılığını düşününce köklükaya’nın konuşmasındaki zarafetin muhalefetle örtüştüğüne de inanıyorum. ama diğer yandan, cumbul ve kaplanoğlu arasındaki gerilimin başka sonuçları oluyor. takip edenler bilir, semih kaplanoğlu 2010 yılında filmlerinin israil film festivallerinde gösterilmesi, ödül alması vb konularda eleştiriler aldı. (konuyu merak edenler bds türkiye’nin twitter hesabına bakabilir) bu konu, adının gündeme gelmesiyle yakında tekrar açıldı, semih kaplanoğlu birçok gerçekdışı iddianın yer aldığı ve yakın zamanda paylaşılan belgelerin yalanladığı bir açıklama yaptı, yapabildi. çünkü taraftarlarının hiçbir belgeyi, kanıtı ciddiye almadan onu savunacağından, hatta ne denildiğine bakma ihtiyacı bile duymayacağından emin. nitekim güya "israil düşmanı" olan akp’li kamuoyu konuyu merak bile etmedi.

öğrenmeye, düşünmeye ihtiyaç duymadan, bütün cephanesini kendi tarafında olanları savunmak için kullanan taraftar tipi maalesef sadece "onlar"a özgü değil. hemen yakındaki bir örnek; emrah serbes’le ilgili tepkiler.

sanırım şunu hepimiz teslim ederiz; kadınların muhalefeti hem politik olarak belirlediği hem de yükünü taşıdığı günümüzde serbes’inki türden bir maçoluğun, "bizden" sayılıp sayılmayacağı çok tartışılır ve bunun, gezi’de politikleşmiş tribünlerle falan bir alakası yok. ama emrah serbes’in yediği halt, ardından çevirdiği fırıldaklar, cezaevine götürüldüğü sıradaki artistliği ortadayken ve hiçbir biçimde sahipsiz değilken, onu gezi’ye katıldı, eylemde gördük falan diye savunmanın nasıl bir politik sonucu olabilir? akp’liler, biraz da çıkarla güçlenen saflarını sıklaştırmak için böyle şeylere başvurabilir fakat bize ne oluyor? kendimize sahip çıkmak biraz da hatalarımızı ayıklayıp atmak değil mi?

hele kendisini aydın olarak tanımlayanların, donanımlarını bu tür demagojileri derinleştirmek için kullanmaları nasıl kabul edilebilir; entelektüel sadece bilen, anlatmayı beceren değil, söylenmeyeni söyleyendir de!

taraf olmakla taraftar olmak arasında büyük bir fark var; birincisi bilgi, düşünce, adalet duygusu gibi nitelikleri gerektirir. ikincisiyse insana kendisini iyi hissettirir, hiç olmadı yalnızlığını giderir ama bir davaya hizmet etmez. kendi adıma, "meltem cumbul’un hareketi için, "bunun adı açık bir faşizmdir," diyen semih kaplanoğlu olmak istemezdim; sadece yanlış safta durduğu için değil, ayıp ettiği için de. siz ister miydiniz?  

p.s.: eğer gerçek bir nefret suçuna karşı çıkmak isterseniz, 5 ekim perşembe günü saat 12.30'da kartal adliyesi'nde, alperen ocakları başkanı kürşat mican'ın, onur haftalarına yönelik tehditleriyle ilgili yargılandığı dava görülecek. istanbul'daysanız, vaktiniz varsa, orada olmanızı rica edeyim.

 

Önceki ve Sonraki Yazılar
Arşivi