Tayyip'in ABD ile 'Danse Macabre'ı...

İslamcılar'ın bugün ABD'ye kafa tutar gibi görünmesi, şişinmesi ne kadar sürer, bilmiyorum… ABD'dir bu… Sadece Osmanlı'da değil, ABD'de de oyun çoktur. Göreceğiz…

Hâlâ Tayyip'in Edirne zındanında yatmakta olan HDP lideri Selahattin Demirtaş'a eşi Başak ve tüm aile bireyleri tarafından ziyaretin fotoğrafı medyaya yansıdıktan sonra duygu dolu bir şeyler yazmak istiyordum. Ne ki yine Demirtaş'la ilgili olarak siyasal yaşamın acımasızlığını ortaya koyan bir dizi haber sosyal medyaya kor gibi indi.

24 Haziran seçimlerinde nicel bakımdan üçüncü parti, ama nitel bakımdan ana muhalefet partisi olarak çıkmış olan HDP'nin başarılı olması için zındandaki liderinin yaptığı haklı uyarılar parti eş-başkanı Temelli'yi de, HDP listesinden seçildikten sonra Meclis'te bir başka parti etiketiyle varolmayı hesaplayan HTKP'li iki milletvekilini rahatsız etmişti.

Bu milletvekilleri 10 Ağustos'ta duvaR.com.tr'de yayınlanan söyleşilerinde "Biz HDP’nin bir bileşeni değil, müttefikiyiz. HDP’li arkadaşlara, yasal zorunluluk söz konusu olduğu zaman TİP’e üye olacağımızı söylemiştik. Biz zaten şu anda resmi üyesi olamamakla birlikte TİP’liyiz, TİP adına konuşuyoruz, insanları TİP’e davet ediyoruz" diyerek ilk fırsatta Meclis'te HDP dışında bir başka partiyi temsil edeceklerini vurgulamaktaydılar.

Temelli ise Yol TV'deki röportajında hem Demirtaş'ı uyarılar konusunda yanlış bir yöntem kullanmakla eleştiriyor, hem de söz konusu iki milletvekiline "Onların geldikleri siyasetler var. Bunun gereğini yapmaları söz konusu olursa yapabilirler" diye yeşil ışık yakıyordu.

Bu konudaki görüş ve eleştirilerimi Artıgerçek'in 2 Ağustos 2018 tarihli sayısında yayınlanan "HDP Meclis Grubu yekvücut kalmalıdır" başlıklı yazımda tarihsel TİP'in kurulduğu 1962'den TKP ile birleşerek yaşamına son verdiği 1988'e kadar olan mücadelesini de anımsatarak ortaya koymuştum.

Bu yazım üzerine tarihsel Türkiye İşçi Partisi'nin genel sekreter ve milletvekillerinden sayın Tarık Ziya Ekinci 3 Ağustos 2018'de gönderdiği mesajda şöyle diyordu:

"HDP Meclis grubunu konu alan yazınız somut verilere ve bilgiye dayalı son derece başarılı bir çalışmanın ürünü. Büyük bir zevkle ve yararlanarak okudum. Pek çok kimsenin bilmediği Türkiye sol hareketi yakın tarihinin çok güzel bir özeti. Sizi yürekten kutluyorum. Selam, sevgi ve saygılarımla."

1962'den itibaren gerek 1.TİP'te, gerekse 2. TİP'te militan ve yönetici, aynızamanda her iki TİP'i de sonuna dek desteklemiş gazete ve dergilerin yayın yönetmeni olarak sayın Ekinci'nin ve TİP milletvekillerinden Şaban Erik'in yürekli çıkışlarını saygıyla selamlıyorum.

Bugün tarihsel TİP adının ve logosunun HTKP'lilerin kuracakları yeni parti tarafından kullanılmasına Anayasa Mahkemesi tarafından izin verildiği açıklandı.

Önemli olan Tayyip'in emrindeki bir mahkemenin icazeti değil, sosyalist hareketimizin onayıdır.

Bu karar karşısında  TKP ile birleşmek için 1988'de 2. TİP'in örgütsel varlığına son veren parti yöneticilerinden, özellikle de 1992'de yeniden legalleşme olanağı doğduğunda TİP'in hukuki varlığının da sona erdiğini açıklayan MYK yöneticilerinden hâlâ hayatta olanların da artık bir tavır belirlemesi gerektiğine inanıyor ve soruyorum:

TİP adının Meclis'te HDP Grubu'nu çatlatmak için kullanılmasına var mısınız?

****

Bu hafta bu dikenli konuyu yeni gelişmeleri izlemek üzere beklemeye alıp bir başka konuya, ABD uşaklığını ve anti-emperyalistlere düşmanlığı onyıllardır kutsal bir görev olarak benimsemiş bulunan Türk-İslam sentezi sergerdelerinin Dolar darbesi karşısındaki hamasi hezeyanları üzerine bir şeyler söylemeyi yeğliyorum.

Bu hezeyanlar bana biraz da Camille Saint-Saëns'ın Danse Macabre (Ölüm Dansı)'nı anımsatıyor.

Önce tarihsel bir saptama:

1946'da 2. Dünya Savaşı'nın baş emperyalist ABD'nin zaferiyle sonuçlanmasından bu yana Türk siyasetinde onun verdiği direktiflere bir bekçi köpeği sadakatiyle itaat ederek ülkemizin tüm sol ve barışsever değerlerini yıllarca zındanlarda süründüren, örgütlerini ve yayınlarını kapatanlar kimlerdi?

Başta kemalizmin çok partili dönem mirasçısı İnönü liderliğindeki CHP (1945 – 1950), ardından Menderes liderliğindeki DP (1950-1960), onu darbeyle alaşağı ederek NATO ve CENTO'ya sadakat yeminiyle ülke yönetimine el koyan askersel MBK (1960-1961), ardından da yine İnönü liderliğindeki CHP'li koalisyonlar  (1962-1965), Amerikan Morisson firmasının Türkiye temsilcisi Demirel liderliğindeki tek parti AP ya da kolalisyon hükümetleri (1965-1971)…

12 Mart 1971 ve 12 Eylül 1980 darbeleriyle kurulan askeri diktatörlükler…

Askeri hükümetleri izleyen Bülent Ecevit, Süleyman Demirel, Turgut Özal, Tansu Çiller, Mesut Yılmaz ve Necmettin Erbakan başbakanlığındaki tüm hükümetler…

Hepsinde hiç tartışılmayan, kamuoyunda da tartışılmasına izin verilmeyen ABD ile stratejik ortaklık, NATO'ya bağlılık…

2002'den itibaren Türkiye'de islamcı bir rejimi hakim kılmak için uluslararası ilişkilerinde tam bir takiyyeci siyaset uygulayan, bir ara AB'nin desteğini almak için hızlı Avrupacı kesilen Recep Tayyip Erdoğan da yıllardır aynı çizgiyi izlemedi mi?

Bugün Oda TV'de Tayyip'in ABD ubudiyetini ortaya koyan bir belge yayınlandı. Tayyip Erdoğan 2005 yılında ABD'ye uçarken Hasan Cemal'e verdiği demeçte Washington’u kızdıran anti-Amerikanizm'in faturasını CHP’ye keserek ABD dostu olmakla şişiniyor.

Ne oldu da aynı Erdoğan 13 yıl sonra birden bire ABD'ye meydan okur hale geldi?

Washington'da bir deli, Ankara'da bir başka deli…

Tayyip yıllardır sürdüregelediği ekonomik politikalar ülkeyi tam bir çöküşe sürüklediği için bunun faturasını bir yerlere çıkartmak, bunu dengelemek için de ABD dışında yeni "stratejik ortak"lar arama hesabında…

Flört etmeye çalıştığı süper güçlerin başında ise Türkiye'nin yakın komşusu Rusya geliyor.

Aşırı Amerikancı bir iktidarın birden bire onun tam karşısındaki bir süper güçle ilişkileri yoğunlaştırma girişimini ilk kez görmüyoruz.

Biz bu senaryoyu bundan 58 yıl önce Menderes iktidarı döneminde de yaşamıştık… O günleri iyi anımsıyorum. Gerçekten de ülke ekonomisi yanlış politikalar sonucu batarken artık Batı ülkelerinden ve finans kurumlarından beklediği desteği alamayan hükümetin başta Sovyetler Birliği olmak üzere sosyalist ülkelerle ticarete ağırlık vermeye başlayacağı söylentileri adamakıllı yayılmış, hattâ Başbakan Menderes’in bu amaçla Moskova’ya bir seyahat yapacağı 12 Nisan 1960'da Dışişleri Bakanlığı tarafından resmen açıklanmıştı.

Bu açıklamadan sonradır ki ABD yıllardır bir dediğini iki etmeyen Menderes’i artık defterden silmiş, yeni alternatifler arayışına girmişti. TBMM’nin o sırada Washington’u yatıştırmak için Türk-Amerikan Savunma Anlaşması’nı imzalaması da bir şeyi değiştirmeyecekti.

Adnan Menderes’in yıllar sonra yayınlanan günlüğünde şu notlar yer alıyor:

"27 Mart 1960. Başbakan Yardımcım Medeni Berk, İzmir’de gazetecilerle bir sohbet toplantısı yapmış, güzel sözler söylemiş: ‘Genel seçimler 1960 yılında sonbaharda yapılacaktır. Seçim günü daha sonra ilan edilebilir.’ Seçim sözünü ilk kez telâffuz ediyoruz. Bakalım ortalık sakinleşecek mi?"

Aynı günlükte Menderes’in tutmuş olduğu başka önemli notlar da var. Dışişleri Bakanı Fatin Rüştü Zorlu 9 Nisan 1960 günü kalın bir klasörle Menderes’i ziyaret ederek Sovyetler Birliği ve ona bağlı sosyalist ülkelerle ticaret hacminin arttırılmasını öneriyor. "Ben Sovyet Sefiri ile bir görüşeyim. Sizce de uygunsa, Temmuz ortalarında Sovyetler’e resmi bir ziyarette bulunalım ve ticaretimizi artıracak bir seri antlaşma paketi imzalayalım. Böylece iki komşu ülke arasında alış verişle başlayan ilişkiler belki sonraları daha da yumuşayabilir. İleride kültür, sanat, bilim ve sanayi alanlarında gelişmeler de bekleyebiliriz." diyor.

15 Nisan 1960’da Zorlu Menderes’e telefon ediyor:

"Sovyetler Birliği’ne yapacağımız ziyaret, Amerikalıları kızdırmış. Önceleri çok normal karşılamışlar. Sonra nasıl olmuşsa olmuş, Moskova ziyaretimize karşı çıkmışlar. Nasıl olur da, 1947 yılından beri Amerikalıların dümen suyunda giden sadık müttefikimiz, kendi başına buyruk hareket eder ve böylesine vahim bir hata yaparmış? Soğuk savaşın devam ettiği bir dönemde, hem de NATO üyesi bir ülke olan Türkiye’nin, Amerika’dan izin almadan Moskova ile kendi başına diyalog kurması asla kabul edilemezmiş."

Ve Menderes'in notlarının bu bölümü şöyle sona eriyor:

"‘Vay canına be!’ diye bağırdım! ‘Biz burada bilmem ne başı mıyız? Bağımsız bir ülke olarak komşumuzla ticaret yapamayacak mıyız?’ ‘Haklısınız Başbakanım’ dedi Zorlu ve ilave etti. ‘Bu işin içinde CIA var!’" ?" (Taşkın Tuna, Adnan Menderes’in Günlüğü, Şule Yayınları, Ekim 2002).

Yine o günlere dönüyorum… Son derece gerilimli 1960'ın 1 Mayıs akşamı CHP il merkezinde bir basın toplantısı izlemiş, ayrılmak üzereydik. Açık olan radyoda akşam haberleri saatinde Menderes’in bir konuşması verilmeğe başladı. "Bugün 1 Mayıs İşçi Bayramı, işçi kardeşlerimizin elemsiz, kedersiz bir çok bayramlar idrak etmelerini temenni ediyorum," diyordu.

Yıllarca anti-komünizmi bayrak etmiş sağcı bir liderin bu sözleri söylemek zorunda kalması, yıllardır ezdiği işçi kitlelerini son bir gayretle kendi saflarına çekmek çabasında olduğunu gösteriyordu.

Özellikle de Sovyetler Birliği’yle yakınlaşma söylentilerinin yaygınlaştığı bir sırada bu sözlerin söylenmiş olması bir başka anlam taşıyordu.

1960'ın NATO Zirvesi'nin işte bu gergin ortamda İstanbul’da toplanmış olması da iktidar için zaten büyük bir şanssızlıktı. Müttefik ülkeler liderlerinin toplandıkları İstanbul Belediye Sarayı önünde protesto gösterileri yapılıyordu.

Gösteriler NATO’ya karşı değildi, aksine NATO üyesi ülkelerin Menderes Hükümeti’ne karşı tavır almasını, düşüşüne engel olmaya kalkmamalarını sağlamaya yönelikti.

O dönemde Genel Kurmay NATO Dairesi Başkanı olan Kurmay Albay Alparslan Türkeş sık sık İzmir’e gelerek NATO komutanlarıyla bir dizi görüşmeler yapıyordu. Alparslan Türkeş’in bu geliş gidişlerinde Gürsel’le de temas kurduğu söyleniyordu.

Haber almak için NATO Karargahı’na gidişimde, orada görevli Türk subaylarının karargahın daktilo makinelerinde dizilmiş ve teksir makinelerinde basılmış iktidar aleyhtarı bildirileri Amerikalı subay ve assubayların gözleri önünde dağıttıklarını görüyordum. Belli ki herşey ABD’nin bilgisi dahilinde gelişiyordu.

27 Mayıs darbesinin yapıldığı sabah saat 9 sularında tepkileri öğrenmek üzere NATO Karargâhı’na gittim. Müthiş bir hareketlilik vardı.

Sürekli açık tutulan radyodan, sabahtan beri sık sık tekrarlanan darbe anonsu veriliyordu. Tok bir ses:

- NATO’ya CENTO’ya bağlıyız, diye vurguluyordu.

Amerikalı subayları herhalde en ilgilendiren cümle de buydu.

Türk subaylardan biri hemen İngilizce açıklama yaptı:

- Bildiriyi okuyan mutlaka Alparslan Türkeş’tir, bu onun sesi... Kaç haftadır buraya gelip gidiyordu. Zaten onun başı çekeceği çoktan belliydi.

Tanıdıkları bir albayın işin başında görünmesinden, Amerika’lısı da, Türk’ü de, hemen tüm askerler memnundu.

…….

Kıssadan hisse… Tayyip'in bugün ABD'ye kafa tutar gibi görünmesi, şişinmesi ne kadar sürer, bilmiyorum… Hele hele şu andaki derme çatma iktidarını ABD ve NATO fedaisi Alparslan Türkeş'in yadigarı bir MHP'nin desteğiyle sürdürebiliyorsa!

ABD'dir bu… Mutlaka bir darbe yaptırır demiyorum ama, sadece Osmanlı'da değil, ABD'de de oyun çoktur. Göreceğiz…

Önceki ve Sonraki Yazılar
Arşivi