Temelli: Muhalefeti parlamentoya sıkıştırmayacağız

Temelli: Muhalefeti parlamentoya sıkıştırmayacağız
Temelli, parlamentoyu iktidarı teşhir etme kürsüsü olarak kullanacaklarını ifade etti.

HDP Eş Genel Başkanı Sezai Temelli, değişen politik şartlar nedeniyle yeni dönemde toplumsal muhalefetin odağı ve öncüsü olarak muhalefeti parlamentoya sıkıştırmayacaklarını söyledi. Temelli, parlamentoyu iktidarı teşhir etme kürsüsü olarak kullanacaklarını ifade etti.
 
Halkların Demokratik Partisi’nin (HDP) eş genel başkanları, parti kurmayları ve milletvekilleri, yeni dönemin politik çizgisini ve mücadele hattını belirlemek amacıyla 20 Temmuz’dan bu yana Van’da kampta. 3 gün yapılması planlanan kampın son gününde yoğun tartışmalar yürütülmeye devam edilirken, partinin Eş Genel Başkanı Sezai Temelli, Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi ve oluşturulan kabineden süren ekonomik krize, kaldırılan OHAL’in uygulamalarını kalıcılaştırılan yasal düzenlemeden Hakkari Milletvekili Leyla Güven’in tahliye edilmemesinin yanı sıra PKK lideri Abdullah Öcalan’a dönük sürdürülen tecrit, Kandil operasyonu ve partili milletvekillerine dönük açılan cenaze soruşturmalarına ilişkin konularda Mezopotamya Ajansı’nın (MA) sorularını yanıtladı.
 
-24 Haziran seçimleri ardından sistem değişti. Bu sistemi ve oluşturulan kabineyi nasıl değerlendiriyorsunuz?
 
24 Haziran seçimlerinden sonra ortaya çıkan tablo, aslında 16 Nisan referandumundan 24 Haziran seçimlerine kadar hazırlanan bir sürecin artık ortaya çıkmasıdır. Aslında tarif edilemeyen, tanımlanamayan bir sistemden bahsediyoruz. Kimse tam olarak adını koyamıyor. Bu başkanlık sitemi mi, yarı başkanlık sistemi midir, Cumhurbaşkanlığı sistemi midir? Parlamentoyla yürütme ilişkileri nasıl olacak? Hiçbir şey tanımlanamamış. Bu tanımlamama hali aslında bir yönetememe halini gösteriyor. Türkiye’nin en önemli sorunlarından, krizlerinden biri de zaten yönetim krizidir. 
 
Bu özellikle 2014 Cumhurbaşkanlığı seçiminden beri Türkiye’deki yönetim sistemi üzerinden yürütülen tartışmaların aslında bir çözüme kavuşmayıp, çözümsüzlükten beslenen bir iktidar yapısına bizi sürüklediğini söyleyebiliriz. Şimdi karşımıza çıkan tablo da bir yönetememe halidir. Bir yönetim krizinin sürekliliği halidir. 
 
Bu çerçeveden bu kabineye baktığınızda, bu kabinenin hem riyakâr olarak bir karşılığı yoktur hem de bir yönetim krizini çözecek kabine oluşmamıştır, oluşturulamamıştır. Özel okul patronundan Milli Eğitim Bakanı, özel hastane patronundan Sağlık Bakanı, Turizm Şirketi sahibinden Turizm Bakanı gibi bir akılla, hazine ve maliyenin damada teslim edildiği bir akılla, bir yönetim krizi var. Bırakın çözülmeyi daha da derinleşir. Oysa bu kabine aslında bir sorun kabinesidir, çözüm kabinesi değildir. Zaten sistem Türkiye siyasetiyle uyumsuz bir sistemdir. Türkiye kültürüyle, tarihiyle çoğulcu sistemle olumsuz bir sistemdir. Tekçi bir anlayışın ürünüdür. Türkiye o anlamıyla da topyekun bir krize sürüklenmiştir. Hem yönetim krizi, hem siyasi kriz, hem de toplumsal kriz ve bütün bunları çepeçevre sarmalayan bir iktisadi kriz. 
 
Şimdi bu kabine hangi krizi çözecek. Tam tersine mevcut krizleri daha da derinleştirecek, sorunların daha da büyümesine neden olacak. Bu anlamıyla kimseye güven vermiyor. Bu kabinedeki bakanlar aslında bakanlık da yapamayacaklar. Zaten bakanlık yapmasınlar diye seçilmişler. Peki, nedir o zaman bu sorunun cevabı? Her şey tek elde toplanıyor… Yani Cumhurbaşkanı Erdoğan bakan niteliğinden, vasfından yoksun insanlarla bir kabine neden oluşturuyor. Çünkü aslında kimsenin bu yönetim meselesine karışmasını istemiyor. Her şeyi kendi yönetmek istiyor. Bu denli bir tekçi anlayışın ve bunun Türkiye’yi nasıl sorunlara sürükleyeceğini de zaten 16 Nisan’dan 24 Haziran sürecine kadar gördük, izledik. Bugünden sonra da izlemeye devam edeceğiz. 
 
Bu ‘tek adam’ rejimi aslında bizim faşizm olarak tanımladığımız ve şimdi bir diktatöryel sistemin inşa edildiği bir sürece karşılık geliyor. Bunu çok net tanımlamamız gerekiyor. Yönetememe hali zaten buna işaret eder. Yönetemediğiniz sürece baskı artar, şiddet artar, toplumsal gerilimler artar ve bu gerilimin üzerinden giderek daha fazla şiddet politikaları biçimlenir. Güvenlikçi politikalar adı altında da ortaya çıkan budur. Karşı karşıya kaldığımız tablo budur.
 
-Bölgede ve Ortadoğu’da savaş tırmanıyor. Ekonomik kriz savaşla orantılı olarak derinleşiyor. Bu haliyle nereye gider?

 Yönetememe krizi dediğimiz zaten sorunlara çözüm bulamama halidir. Çözüm üretememiş bir sistem, çözüm üretemeyen bir iktidar; çözümsüzlüğünü nasıl sürdürebilir? Şiddetle, savaşla sürdürür. Seçimlerden önce de sıklıkla dile getirdik ve bütün meydanlarda dile getirdik. Bu iktidar bir yolsuzluk iktidarıdır, bu iktidar bir savaş iktidarıdır. Bugün yolsuzluğun, savaşın devam etmesi aslında bu iktidarı besleyen iki kanal. Bu iktidarı ayakta tutan iki ayaktır. Savaşla ve bir yolsuzluk ekonomisini yaygınlaştırarak ayakta durmaya çalışıyor. 
 
Bununla ne kadar yol alınabilir? Yol alınamayacağını herkes biliyor. Her şeyini savaş, düşmanlık, karşıtlık, ayrıştırma üzerine inşa eden sistem, bunu sürdürebilmek için de ekonominin bütün gerçeklerine aykırı hareket eden bir yolsuzluk ekonomisini ören anlayıştır. 
 
Bu tüm ülkeyi büyük bir çöküntüye itiyor. Türkiye bu anlayıştan kurtulmadığı sürece ülke ciddi ve büyük tıkanıklıklara gebe. Karanlık bir tünelin içerisindeyiz, bu tünelden çıkmak, bu karanlığı parçalamak gerekiyor. Aksi halde bu tünelin içinde olduğumuz sürece, bu iktidar Türkiye halklarına, emekçilerine, kadınlarına, gençlerine verebileceği hiçbir şey yoktur. O yüzden bir an önce bu tünelden, karanlıktan çıkmak gerekiyor. Zaten Türkiye halklarının, emekçilerinin, demokrasi güçlerinin, sol-sosyalist yapılarının, demokratların önünde ki en önemli görev, demokrasi mücadelesini, barış mücadelesini yükseltmek ve bu iktidardan, bu anlayıştan bir an önce kurtulmak olmalıdır. 
 
 -Sizce OHAL kalktı mı?
 
Bu sistem OHAL’siz yapamayan bir sistem artık. Bugün yönetememe hali kurumların çalıştığı mekanizmalarla değil, yargının bağımsızlığı, kuvvetler ayrılığı ile değil, tam tersine kuvvetler birliği tekçi anlayışıyla yürütülen bir sistem olduğunu söyledik. Peki, bu nasıl yürüyecek, OHAL’le yürüyecek. OHAL’siz yapamıyor. Bunun yerine 3 ayda bir uzatılan OHAL’i kaldırıp, yerine 3 yıllık kalıcı bir OHAL sistemi getirmiş oluyor. Aslında OHAL’i normalleştiriyor ve bütün insanların bunu normal algılamasını istiyor. Valilere verilen aşırı yetkiler, bütün demokratik hakları eliyle kısıtlayabilecek bir vali profili karşımıza çıkıyor. Bu başlı başına zaten OHAL’in nasıl kalıcılaştığını, nasıl sürekli hale geldiğini gösteriyor. Neden buna ihtiyaç duyuyor. Çünkü bu yönetim vasfından yoksun olan sistem, OHAL’siz ayakta duramaz. 
 
OHAL demek baskı, şiddet, demokratik hakların kısıtlanması demektir. En demokratik hakların bile tahammül edilemediği bir yönetim anlayışından bahsediyoruz. Yönetememe halinin tezahürü, bu OHAL anlayışıdır, bu baskı anlayışıdır. 
 
3 yıl boyunca bütün muhalefeti susturabileceğini, bütün bu sistemi kendi diktatöryal anlayışına göre tasarlayabileceğini umuyor. İddia ediyorum, Türkiye’de son seçimde birçok sonucu değerlendirdiler ama en önemli sonuçlardan biri AKP’nin yüzde 7 oy kaybıydı ve 300’ün altında kalmasıydı. Bu aslında 24 Haziran sonun başlangıcını gösterdi. Türkiye halkları, emek ve demokrasi güçleri, işçiler, emekçiler, kadınlar, mücadeleyi yükselttiği müddetçe, bu anlayışın, bu iktidarın ömrü çok uzun olmayacaktır. 
 
Önümüzde yerel seçimler var. Yerel seçimlerde AKP’deki düşüş çok daha dramatik boyutlara ulaşacaktır. Başta HDP olmak üzere birçok muhalefet partisi yerellerde iktidara gelecektir. HDP yine çok başarılı sonuçlar alacaktır. Ülkenin bütün coğrafyasından kayyumu söküp atacaktır. Sadece kayyum coğrafyası değil, Türkiye’nin birçok yerinde yerel yönetimlere yerinden yönetim anlayışıyla yerel demokrasi anlayışıyla genel seçimlerden çok daha büyük bir etki yaratacaktır. 24 Haziran’da başlayan o son, çok daha hızlı bir şekilde AKP’nin ve Erdoğan rejiminin çöküşünü hızlandıracaktır. 
 
-Geçtiğimiz dönem işlevsizleştirilen Meclis’in, Cumhurbaşkanlığı sistemi ile tamamen vasfını yitirdiğini görüyoruz. Böylesi bir Meclis’te HDP’nin nasıl bir rolü olacak?
 

İktidar Meclis’ten kaçtı. Yani yürütmeyi Meclis’in dışına getirmek, bu Meclis’ten kaçıştır. Sürekli KHK’ler çıkarması, Cumhur İttifakı kurması, buna göre bir seçim düzeneği hazırlaması. Şaibeli, meşruiyeti çok tartışmalı bir sistem. Seçimlere OHAL koşullarında girdik. Bütün derdi Meclis’ten kaçmaktı ve Meclis’i işlevsizleştirmek, değersizleştirmekti. Biz HDP olarak bütün muhalefetimizi tabi ki parlamentonun içine sıkıştırmayacağız. Tam tersi toplumsal muhalefetin içinde, odağında öncüsü olarak Türkiye’deki demokratik haklarımızı sonuna kadar kullanarak, demokrasi ve barış mücadelesini yükselteceğiz ve muhalefeti burada öreceğiz. 
 
Parlamentoyu da bu yapacağımız muhalefetin bir parçası haline getireceğiz. O kürsüyü kullanacağız, halkın sesini, hakikatin sesini orada yükseltmeye devam edeceğiz. O Meclis’ten kaçtıkça, biz demokratik haklarımızı kullanarak toplumsal muhalefetin bütün unsurları, dinamikleriyle beraber olduğumuz her yerde çok güçlü bir muhalefet ortaya koyacağız.  Parlamentoyu işlevsizleştirmek isteyen bu iktidardır. Bu anlamıyla parlamentoyla beraber büyük bir muhalefeti örgütlemeyi önümüze hedef olarak koyduk. Bu anlamıyla parlamento önemli bir kürsüdür, bu kürsüyü en etkin şekilde kullanıp iktidarı orada teşhir etmeye, suçlarını tüm topluma anlatmaya devam edeceğiz. 
 
Seçim öncesi sizleri hedef gösteren Erdoğan ve kabinesi, seçim sonrası da bunu sürdürüyor. Neden HDP?
 
Bu iktidar, karşısındaki tek güçlü muhalefet gücünün HDP olduğunu biliyor. Gerçek ana muhalefet partisi biziz. Çünkü Türkiye’de iki seçenek var. Ya tekçi anlayış, tek adam rejimi ya da çoğulcu anlayış ve HDP’nin radikal demokrasi anlayışı. 
 Türkiye siyaseti bu ikisi arasında biçimleniyor. Dolayısıyla iktidarın HDP’ye bu saldırıları, HDP’nin düşmanlaştırılması ve HDP vekillerine yönelik bu yaptırımları aslında bizi şaşırtmıyor ve beklediğimiz şeylerdir. Bugüne kadar yaptılar ve yapmaya da devam edeceklerdir. Vekil sayısını tabi düşüremeyecektir. Çünkü dokunulmazlıklar yeniden oluştu. Her ne kadar yargı bunu görmeyip, buna uygun yargılama süreçlerini durdurmasa da, aslında Anayasa’yı ihmal etmektedir. Yargı tek adam vesayetinin altında olduğu için hukuka uygun, yasalara uygun kararlar alamıyor. Ama bu süreç geçecektir ve bu haksız, hukuksuz uygulamalara da bir son verilecektir. 
 
-Milletvekillerinizin cenaze törenlerine katılmalarını ve haklarında bu nedenle soruşturmalar başlatılmasını nasıl değerlendiriyorsunuz? 
 
Sürekli HDP’yi düşmanlaştırmak, ötekileştirmek ve tehdit etmek üzerinden çalışan bir akıl. Savcılar bütün işini gücünü bırakıyor, insanların taziyesine giden vekillerimiz hakkında soruşturma açıyor. Bu ülkenin taammümleri var, bu ülkenin kültürü var. Gelenekleri, örf ve adetleri var. Bu ülkede insanların dini duyguları, inançları, inanış biçimleri var. Ölüm vaki olduğunda hüküm kalkar. Böyle bir anlayış var. Ailelerin yaşadığı acılar var. İnsanlar taziyeye gidecek, o ailenin acılarını paylaşacak. Bundan daha doğal, daha dini bir vecibe var mı? 
 
İnsanlarımızın, halkımızın acısına da sevincine de eşlik edeceğiz. Özellikle acısında eşlik edeceğiz. Dolayısıyla kalkıp biz bir mahkeme değiliz, hüküm kurucu değiliz. Bizim sadece komşu, vatandaşlık ve yurttaşlık hukukumuz değil, birçok hukukumuz var. Biz seçmenleri olan bir siyasi partiyiz ve seçmenlerimiz olan halkımızın acısını paylaşacağız. Bunu bir suçmuş gibi değerlendirip, buna soruşturma açmak aslında çok büyük bir duygu yitimidir. Bu vicdan yitimidir. Bu ülkede savaş politikalarıyla beslenen ve savaştan başka hiçbir şeyi göremeyen, savaş politikaları üzerinden kendisini var eden bir anlayışın yansımasıdır. Yargının bağımsızlığını ve tarafsızlığını ne denli yitirdiğinin göstergesidir.
 
-Partinizin Hakkari’den seçilen milletvekili Leyla Güven, Anayasal haklara rağmen tahliye edilmiyor. Anayasa HDP için işlemiyor mu? Leyla Güven neden tahliye edilmiyor?

 
Çünkü Leyla Güven HDP’li. HDP’ye uygulanan başka bir hukuk, başka bir yaklaşım var. Sayın Leyla Güven, Hakkari halkının iradesidir, seçilmiştir, hakkında bir hüküm yoktur, tutukludur. Hükümlü dahi değildir. Bu ülkenin bir milletvekilinin tutukluluğunun devam kararını neye göre veriyorsunuz? Kaldı ki Leyla Güven’e gelene kadar bizim cumhurbaşkanı adayımız da hükümlü değil, tutukluydu. Sayın Demirtaş’ın tutukluluk haline defalarca itiraz ettik. Anayasa Mahkemesi bile kendi içtihadını çiğnedi. Yargının içine düştüğü acizlik hali de budur. Aynı durumu Leyla Güven’de de görüyoruz. Hakkari halkının iradesiyle milletvekili oldu. O halkın temsilcisi olacaksınız, tutukluluğunuz kalkacak siz kaçacaksınız. Böyle bir şey olabilir mi? Bu rejimin vesayeti altında, yargının siyasallaşmış olmasından kaynaklıdır.
 
 -İmralı Adası’nda aile ve avukat görüş yasağı sürüyor. Tecrit koşullarının sürdürülmesi ülkeyi nereye götürür?
 
Tecrit koşullarının devam etmesi, Türkiye’deki en ciddi sorunlardan birini oluşturuyor. Ortada bir Kürt sorunu var. İktidar ‘Kürt sorunu yok’ diyor, biz de ‘Kürt sorunu var’ diyoruz. Bu sorun çözülmeden Türkiye’nin demokrasi sorunu çözülemez. Bunu yıllardır anlatıyoruz. 
 
Eğer tek adam rejime sürüklenmişse, faşizmden ve diktatörlük tehlikesinden bahsediyorsak bu Türkiye’nin demokrasi sorunu nedeninden kaynaklanıyor. Türkiye demokrasi sorununu çözememiştir. Çözemediği sürece Türkiye gidip gidip duvara çarpmıştır. Darbe mekaniği denen budur. Bu da bir darbedir. Demokrasiyi tasfiye etiğinizde, yargıyı işlevsizleştirip bağımsızlığını ve tarafsızlığını ortadan kaldırıldığınızda, kuvvetler ayrılığını ortadan kaldırdığınızda, bu darbe mekaniğinin çalıştığını gösterir. 
 
Peki bu demokrasi sorunu niye çözülmüyor? Çünkü Kürt sorunundan beslenen bir zihniyet var. Kürt sorununun çözümü açısından en önemli ve en kritik adımlardan biri de tecridin kalkmasıdır. Bütün bunlar birbirine bağlıdır. Bir zincir etkisi vardır. Tecrit kalkmadan Kürt sorununun çözümünde adım atamıyorsanız, Kürt sorununu çözmeden demokrasi meselesini çözemezsiniz. Tam tersi demokrasi meselesini çözecekseniz, Kürt sorunu meselesi çözülecek ve tecrit kalkacaktı. Bu adımları atmadığınız sürece Türkiye hem demokrasiden hızla uzaklaşır hem de bugün içine sürüklendiğimiz rejim sizi duvara çarpar. 
 
Bu aslında tüm Türkiye’nin tecritleştirilmesidir. Kuşatılmasıdır, haklardan mahrum bırakılmasıdır. 
 
-Erdoğan’ın seçim öncesi dillendirdiği "Kandil operasyonu" açıklamaları seçim sonrası da sürüyor. Böylesi bir operasyonun Türkiye’ye yansıması sizce ne olur?
 
Kürt sorununun çözümsüzlüğü, demokrasi sorunudur. İktidar anlayışı savaşa dayanıyor. Baskı şiddet savaş, düşmanlık ve giderek yükseltilen milliyetçi hezeyanlar, ırkçı söylemler toplumu ayrıştırıyor. Çünkü uzun süre toplumu ayrıştırıp, toplumun belli bir kesiminden aldığı oylarla iktidarda duran, diğer kesimini yok sayan, diğer muhalif kesim üzerinde baskı uygulayan bir anlayıştan bahsediyoruz. En önemli beslenme kaynaklarından biri savaş. Hatırlayın 24 Haziran seçimlerinden önce yine Kandil gündemdeydi. Kandil’den haberler gelecek bu haberlere bağlı olarak oyların artışı sağlanacak. Bakış açısı bu. Oy hesabına havale edilmiş bir savaş senaryosudur. 
 
Mevcut krizi yönetemeyen bir yönetim sorunu yaşayan iktidar, bunları aşabilmenin yolunu yine savaşta arıyor. Efrîn meselesi bütün çıplaklığıyla karşımızda. Bugün Efrin’de şeriat var. Efrin’de yaşayanlardan mağdur sesleri yükselmeye başladı. ÖSO çeteleri ile Efrîn halkının yaşam hakkını gasp ediyorsunuz dedik. İnsanlar yerinden yurdundan edildi. Kalan bütün insanlar yağmaya tabi tutuldu. Çünkü Efrîn savaşından beklentileri vardı. Kendileri itiraf ettiler, ‘Afrin’in heyecanı kaçtı, seçimlere yetişmedi’ dediler. 
 
Seçim arifesinde de Kandil meselesini ortaya koydular. Şimdi yine önümüzde yerel seçimler var. Yerel seçimlere kadar bu gerilim ortamını, şiddet ve baskı ortamını devam ettirmek ve bundan beslenerek yerel seçim başarısı peşinde koşuyorlar. Mevcut iktidarın karşılaştığı sorunları örtmek, ötelemek, görünmez kılmanın bugüne kadar alışıla gelmiş en iyi yöntemi olarak gördükleri  şey savaş politikaları, savaş dili ve bu ayrıştırıcı nefret söylemi ile toplumu bir gerginlik içinde tutmak. ( POLİTİKA SERVİSİ)

Öne Çıkanlar