Trump'ın Türkiye sopası aba altında

Trump yönetiminin ilk Güvenlik Belgesi'nde Türkiye'nin adının geçmemesi belli ki AKP'yi ve yandaşlarını sevindirmiş. Ama uygulamalar ve McMaster'ın sözleri bu sevinci boşa çıkartacak türden

ABD'de başkanlıkta neredeyse 1 yılını dolduran Donald Trump yönetimi, ilk Ulusal Güvenlik Stratejisi'ni açıkladı. Ulusal Güvenlik Stratejisi, ABD Başkanı, Başkan Yardımcısı ve Kabine üyelerinin katılımlarıyla hazırlanıyor ve ABD'nin ulusal güvenlik politikalarındaki önceliklerini ve yönelimlerini ortaya koyuyor. Ama belgenin hazırlanmasında en büyük rolü, elbette ki başkanların ulusal güvenlik danışmanları ve onun ekibi oynuyor. 

İlke olarak her yıl yayınlansa da son yıllarda bu geleneğe pek uyulmuyor. Örneğin Barack Obama yönetimi, 2010 ve 2015 yılı, George W. Bush  yönetimi de 2002 ve 2006 yılları olmak olmak üzere sadece 2'şer kez Ulusal Güvenlik Stratejisi yayımlamışlardı. 

Ulusal Güvenlik Stratejisi, iç politikadan çok ABD'nin dış politikasındaki önceliklerine yer verdiği için dünyada da ilgi gören bir belge olma özelliği taşıyor. 

Trump'ın Ulusal Güvenlik Stratejisi, genel olarak dünyada kutuplaşma ve onu körükleyen bir anlayışla hazırlanmış. Tahmin edileceği gibi de bu kutuplaşmanın hedefine Kuzey Kore ve İran konulmuş. Belgede Kuzey Kore'den ve İran'dan "haydut devlet" ya da "İran diktatörlüğü" diye söz ediliyor. 

Rusya ve Çin, ABD'ye meydan okuyor
Rusya ve Çin, Amerika'ya meydan okuyan ülkeler olarak sayılıyor. Seçim kampanyasına Rusya'dan destek almakla suçlanan Trump'ın tam da bu dava ile başı sıkışmışken Rusya'dan dost olarak söz etmesini de zaten kimse beklemiyordu. Ama dünya medyası, yine de bu belgeyi soğuk savaş günlerine dönüşün işareti olarak değerlendirdiler. Güvenlik belgesinde soğuk savaş günlerini aratmayan ölçüde kutuplaştırmanın yarattığı korkular besleniyor. Ordunun modernleştirilmesi ve hem ABD'nin hem de müttefiklerinin silahlanma kapasitelerinin arttırılmasının, füze ve füze kalkanları sistemlerinin yenilenmesinin gerekliliği vurgulanıyor. Trump'ı iktidara getiren silah tekelleri ve savaş lordlarının ağzını sulandıracak öneriler bolca yapılmış belgede.   

Trump'ın Güvenlik Stratejisi Belgesi'nde Obama'nın ve yönetiminin kullanmayı reddettiği "radikal İslami terörist örgütler" tanımı kullanılıyor. Bu örgütlerle mücadelede de finansal kaynaklarının kesilmesi üzerinde ağırlıkla duruluyor. Yani, Trump yönetimi bu belgeyi uygulama şansı bulursa, öyle görünüyor ki teröre destek sağlayan ülke, kurum ve kişilere yönelik sıkı bir takip sürdürülecek. New York'ta süren Reza Zarrab davasının tam da bu belgenin yayımladığı günlerde görülüyor olması, bu açıdan da dikkatleri üzerinde topluyor. Çünkü dava iddianamesinde İran'a yönelik ambargonun delinmesi için oluşturulan çarkın terör örgütlerine destek olduğu suçlaması var. Reza Zarrab'ın mahkemede söylediklerine ve hatta son günlerde Birleşik Arap Emirlikleri ile Türkiye arasında sürdürülen garip altın ticaretinin de hayali altın ticareti olduğu ve bu çarkın hala döndüğü şüphelerini arttırıyor. Dolayısıyla ABD'deki bu dava, bu belgede yazılanların gerçekte ne kadar uygulanacağının da bir anlamda göstergesi olabilir. 

McMaster'ın Türkiye'yi suçlayan sözleri
Ekibiyle birlikte Güvenlik Stratejisi belgesini hazırlayan Trump'ın Ulusal Güvenlik Danışmanı General H. R. McMaster'ın 12 Aralık tarihinde, yani belgenin açıklanmasından yaklaşık 1 hafta önce Policy Exchange adlı Londra merkezli bir think tank kuruluşunun Washington'daki  toplantısında yaptığı konuşma, bu açıdan dikkat çekiciydi. McMaster'ın sözleri, Türkiye yönetimini hem kızdırmış hem de endişelendirmişti. McMaster o toplantıda yaptığı konuşmasında Katar ve Türkiye'yi "radikal ideolojilerin yeni temsilcileri" olmakla suçlamıştı. AKP için de "Sivil toplum üzerinden etkin hale gelerek gücü tek bir partinin elinde konsolide ediyorlar, üzücü bir şekilde bu, Türkiye'nin Batı'dan uzaklaşmasına da katkıda bulunan bir problem" değerlendirmesinde bulunmuştu. Türk Dışişleri bu sözlere tepki göstermiş ve "McMaster'ın gerçeklikle bağlantısı olmayan iddiaları hayret verici, temelsiz ve kabul edilemez niteliktedir" açıklaması yapmıştı. Türkiye'nin tepkisi üzerine belgede değişiklik yapılıp yapılmadığı bilinmiyor ama Türkiye yönetimini korkutan bu tanımlamalar belgede yer almadı. Türkiye ve Katar'ın adı dost ya da düşman faslında geçmedi. Ancak İran ve Kuzey Kore ile birlikte dünyayı tehdit eden en büyük tehlike olarak "radikal İslamcı terör" örgütleri sayıldı, El Kaide ve IŞİD ile Lübnan merkezli Hizbullah adı defalarca anıldı. IŞİD teröründen zarar gören ülkelerden söz edilirken İngiltere, Fransa, Almanya denildi ama Türkiye, bu fasılda da pas geçildi. 

"Barışı güçle korumak"
Trump, güvenlik politikalarını beklendiği üzere savaşı ve silahlanmayı destekleyen, sıkı sınır politikasını savunan bir strateji üzerine oturttu. Barıştan söz ederken bile, bunun ancak güçlü bir ABD ile savunulacağının altını çizdi. Güçten kastettiği şeyin de daha güçlü saldırı silahları ile silahlanma olduğunu zaten söylemiştik. 

Bu belgede, en çok merak edilen ise Trump'ın Ortadoğu politikasını nasıl şekillendireceğiydi. Çünkü bugüne dek kendi ekibini oluşturmak konusunda oldukça zorlanan Trump, Ortadoğu'da hala Obama'nın ekibiyle çalışıyor ve dolayısıyla onun politikalarını izliyor. Ancak, Trump belgesinde bölgedeki müttefikler sayılırken Körfez Ülkeleri Konseyi'nin yanısıra Mısır ve Suudi Arabistan'ın adı özel olarak anılıyor. Bunların dışındakiler içinse müttefikler, dostlar şeklinde genel ifadeler kullanılmış, müttefik devletler denilmemiş örneğin. Böylelikle de devlet olmayan müttefiklerden de üstü kapalı da olsa söz edilmiş. 

Demokrasi ihracı politikası iflas etti
Belgede öne çıkan bazı ana hatlar, özetle şöyle:

Savaş meydanında IŞİD'i ezdik, yokedinceye kadar da peşlerindeyiz. 

ABD, ekonomik saldırganlığa ve adil olmayan ticarete daha fazla göz yummayacak.

Çin ve Rusya Amerika'nın gücüne, nüfuzuna meydan okuyor, Amerikan güvenliği ve refahını aşındırmaya çalışıyor. 

Kore Demokratik Halk Cumhuriyet ve İran diktatörlükleri bölgeyi istikrasızlaştırmayı hedefliyor, Amerikalıları ve müttefiklerimizi tehdit ediyor ve kendi halklarına karşı da acımasızca davranıyor.

IŞİD ve El Kaide gibi terörist örgütler, barbar ideolojilerini yaymaya çalışıyor, kendi etkisi altındakilere şeriatı dayatıyor. 

Teröre karşı operasyonlarımızda kitle imha silahları üreticileri, finansörleri, yöneticileri ve aracıları hedef alacağız. 

Cihatçı terörist örgütler, ABD'ye yönelik en büyük tehlikeyi oluşturuyor.

ABD, müttefikleri ve ortaklarıyla birlikte uzun süredir totaliter bir vizyona sahip, küresel İslami Halifeliği savunan ve Amerikan tarzı yaşam stiline karşı olan bu fanatiklerle savaşıyor.

Onların dijital network'lerini özel sektörün de desteğini alarak peşlerinde olacağız.

Terörist örgütlerin finansal teçhizat ve asker  tedarik zincirini dağıtacağız.

Yıllardır Ortadoğu, İran'ın genişlemesine bağlı olarak devletlerin çöküşü, cihat ideolojisi, sosyo-ekonomik durgunluk ve bölgesel rekabetlerle boğuştu. ABD olarak, ne demokratik dönüşümü sağlama çabalarının ne de geri çekilmenin bizi bölgenin sorunlarından izole edemeyeceğini öğrendik. Kötümser değil ama gerçekçi olmalıyız. Ama kötümserliğin de modern Ortadoğu için çıkarlarımızı veya vizyonumuzu örtbas etmesine izin vermemeliyiz. 

Sorun İsrail değil İran
Kuşaklardır süren İsrail - Filistin çatışmasında, asıl tehdidi İran ve cihatçı teröristlerin yarattığı ve bölge sorunlarının İsrail'den kaynaklanmadığı anlaşıldı. 

Bağımsız bir devlet olarak Irak'la uzun dönem ortaklığımızı güçlendireceğiz. 

Suriye'deki iç savaşın durulması ve göçmenlerin ülkelerine güvenle dönebilecekleri ortamın yaratılmasına çalışacağız. 

Mısır ve Suudi Arabistan'ın da dahil olduğu bölge ülkelerinin ekonomilerini modernleştirme çabalarına destek olacağız. 

Amerika Birleşik Devletleri'ni ve müttefiklerimizi terör saldırılarından korumak, ve bölgesel dengeyi korumak için bölgedeki gerekli Amerikan askeri varlığını sürdüreceğiz. İran'ın bölgedeki faaliyetlerini etkisiz hale getirmek için ortaklarımızla birlikte çalışacağız.

Tabii Trump'ın güvenlik belgesinde defalarca önce Amerika ve Amerika'nın çıkarları, göçmen karşıtlığı, sınırlara duvar örülmesi ve daha sıkı bir vize politikasından söz ediliyor. 

Bilindiği gibi ABD, bir süredir Türk vatandaşlarına vize başvurularını önce tamamen askıya aldığını duyurdu. Sonra bu kararın yumuşatıldığı ve vize işlemlerinin başlatıldığı açıklandı. Tam da Trump'ın Güvenlik Stratejisi Belgesi'nin yayımlandığı günlerde ABD Türkiye Büyükelçiliği'nden şu açıklama geldi: Uzun bekleme sürelerine rağmen ABD, Türkiye Misyonu göçmen olmayan vize işlemlerine devam etmektedir. Ocak 2019 için randevu alınabilir.

Öyle görünüyor ki, ABD'nin sıkı sınır politikasından açıkça ilk etkilenen ülkelerden birisi Türkiye oldu. Güvenlik Belgesi'nde McMaster'in Katar ve Türkiye, "radikal ideolojilerin yeni temsilcileri" sözlerinin bunda payı var mı acaba, ne dersiniz?

 

Önceki ve Sonraki Yazılar
Arşivi