Bu kez 'gerçek süper kahramanları' çizdiler

Bu kez 'gerçek süper kahramanları' çizdiler
Fotoğraf da yasak kamera da. Bir avuç çizer sayesinde Cumhuriyet davası neredeyse naklen evlere taşındı. Beş çizer tarihi tanıklığı Artı Gerçek'e anlattı.

GÜLTEN SARI

GÜNCEL- Cumhuriyet davası, yargılanan gazeteci, yazar, çizer ve yöneticilerine yöneltilen temelsiz suçlamalara karşı yapılan tarihi savunmaların yanısıra, duruşma salonundan çıkan ve suçlamaları yerle yeksan eden savunmaların sahiplerinin resimleriyle de tarihteki müstesna yerini aldı.

Onlar altı çizer. Dayanışma ruhuna önem veren, Musa Kart'ın tutukluluğuna itiraz için yola çıkan ve nihayet beş gün süren Cumhuriyet davasında çizimleriyle mahkemeyi "kapalı devre" olmaktan çıkaran sanatçılar.

Amaçları "fotoğraf makinesi olmak" değil, hukuksuz yargılamalara karşı dayanışmanın bir parçası olmaktı; öyle oldu da. 

Çizimleriyle, Cumhuriyet çalışanlarının sanık sandalyesinde otururken savunmalarıyla yargılayanları o sandalyeye oturttukları süreci adım adım resmettiler. 

Ahmet Şık'ın mesnetsiz suçlamalar karşısındaki boyun eğmeyen tavrını, Aydın Engin'in gazetecilik dersi veren halini ve suçlamaları tek tek çürüten diğer tüm savunma sahiplerinin o bükülmeyen halini milyonlara ulaştırdılar.

Çizimleriyle konuşan altı çizerden beşi bu kez sözlü olarak o beş günü anlattı:

(Soldan sağa: Murat, Berrin, Tarık, Zeynep ve Eylem)

Tarık Tolunay: Yaklaşık 25 yıllık bir çizerlik geçmişim var. 1988 yılında Oğuz Aral’ın Gırgır’ında çizmeye başladım. Peyder pey değişik mizah dergilerinde, gazetelerde yıllarca çalıştım. Şu sıralar reklam sektörüne çizgiler üretiyorum.

Eylem Koçyiğit: 1996 Eskişehir Güzel Sanatlar Fakültesi Animasyon bölümü mezunuyum. 97’den sonra İstanbul’da ağırlıklı olarak çocuk kitapları illüstrasyonları ve reklam sektöründe çizimler yaptım. 

Murat Başol: Mimar Sinan Üniversitesi’nde eğitim gördüm. Eskişehir Anadolu Üniversitesi Animasyon Bölümü mezunuyum. Animasyon projelerinde çalıştım. Çizerlik yapıyorum. İllüstrasyon ve çizgi roman yapıyorum. Mizah dergilerinde çalıştım. Yaklaşım 25 senedir profesyonel çizerlik yapıyorum

Berrin Simavlıoğlu: Ben de animasyon bölümünden 2001’de mezun oldum. Gerek çocuk kitapları, gerekse reklam sektöründe çalışıyorum. 

Zeynep Özatalay: Anadolu Üniversitesi Güzel Sanatlar Grafik Tasarım bölümü mezunuyum. Yaklaşık on yıldır gazete ve dergilere çiziyorum, kitap resimliyorum.

Bir araya gelmeniz nasıl oldu, fikir kimden çıktı? 

Murat: Aslında Musa Kart ile dayanışma fikri hepimizde vardı. Musa Kart’ın içeride olması bizim başlı başına birşeyler yapmamız gerektiği anlamına geliyordu. Biz bekledik başta biraz. Çünkü dergilerde çalışmıyoruz. Kurumsal bir yapıda çizmiyoruz. Serbest çalışan insanlarız. Önce mizah dergilerinin bir tepki vermesini bekledik bu tutuklamaya. Ancak kaydadeğer bir tepki gelmedi. Süreci takip eden bir platform ortaya çıkmadı.

Bu bir hayalkırıklığı yarattı mı?
 

Murat: Hayır, o çıkışı bekledik. Onların sesi, çıkışı daha etkili olur diye düşündük. Ama ses gelmeyince biz tepki vermek için neler yapabiliriz diye düşündük. İlk olarak Facebook’ta "Musa Kart'a Özgürlük" isimli bir sayfa açtık. Oraya Türkiye’den çizerleri davet ettik. Musa Kart için herkes bir şeyler yapmaya çalıştı. Yurtdışından da çok sayıda karikatürist çizimler yaptı bu sayfa için. Ama yurtdışındakiler bizden daha önce bir kampanya başlatmış zaten. Ve biz onları tanıdık, bulduk. Öyle olunca geniş bir yelpaze oldu ve Musa Kart dayanışma karikatürleri çıktı ortaya. Hedefimiz 24 Temmuz’da ilk duruşmada bulunmaktı. Bizim tüm refleksimiz buydu aslında. 

Tarık Tolunay çizimi

MUSA KART VE AHMET ŞIK’A 20 YIL ÖNCEKİ BORCUMU ÖDEDİM

Musa Kart’la tanışıyor musunuz?

Tarık: Bir tek ben tanışıyorum. Murat ile Zeynep bir dayanışma sayfası açtıklarında bana da "Bir karikatür çizebilir misin?" diye geldiler. Seve seve çizdim. Zaten Murat, Zeynep ve bazı toplumsal duyarlılığı olan arkadaşlarla bu konularda sürekli iletişim halindeyiz. 

Musa Kart için neden bir araya geldik? Kendi özelimden bir şeyler anlatayım. 90’lı yıllarda ben bir karikatürümden dolayı gözaltına alındım. Siyasi eleştiri yapan bir karikatürdü. Meslektaşlarım gözaltından bırakılmam için imza toplamışlar. Çok az sayıda imza veren olmuş, çoğu çekince göstermiş. 

Musa Kart imza veren az sayıda karikatüristten biridir. Ahmet Şık da onlardan biridir ve Cumhuriyet benim gözaltımı haber yapan tek gazetedir. Ben 20 küsur sene önceki borcumu ödemeye geldim. Seve seve mahkemeye katılım gösterdim. Mahkemede Musa Kart ve Ahmet Şık ile selamlaştık. Karşılıklı birbirimize iyi dileklerimizi gönderdik. Bu olay benim açımdan hem mesleki bir dayanışma hem de bir vefa borcunu ödemeydi. Şu anda borcunu ödemiş bir insanın huzuru içindeyim. 

Murat: Çağlayan’a gelemeyen ama gönlü, aklı bizde olan ve Musa Kart dayanışmasına destek olan bir sürü arkadaşımız var. Onlara da teşekkür etmek gerekir. Bağımsız ve bireysel olarak Musa Kart’a destek için çizenler de oldu. 

Tarık: Teşekkür edeceklerimizin yanında bir de teşhir edeceklerimiz var. Bu ülkede 50 küsur senelik bir Karikatürcüler Derneği var. Ancak bu dernek, Musa Kart’ın tutuklandığı günden bu güne tek bir açıklama yapmadı. Bu da kayıtlara geçsin.

Murat: Husumetlerin olmaması gereken bir süreçti bu. Bu süreçte de iyi bir imtihan vermediler. 

Mahkemede çizme fikri nasıl doğdu?

Zeynep: Biz zaten Musa Kart'a özgürlük grubunu kurmuştuk. Arkadaşların hepsinden çizimler alıyorduk. Yurt dışındaki çizimleri grupta toplamıştık. Zaten bir çizer grubu oluşturmuştuk Musa Kart'ın etrafında. Bir meslektaşımız hapiste ve gerçekten şaşırtıcı bir vaziyet. Dışarıdaki gazeteciler ekibi ve Cumhuriyet Gazetesi bizi bu mahkemeyi takip için davet etti. 

Yonca Şık ve Elif Ilgaz'ın da çabalarıyla o çizer listesi gün be gün oluşturuldu. Onlar olmasa içeri giremezdik. Umarım bundan sonra mahkeme çizeri kategorisi yasal bir çerçeveye oturur. Bu yurtdışında bir meslek. Web siteleri var. Politik skandallarda ve ünlülerin davalarında çok yaygın bir uygulama bu. Zor bir iş ama o sürecin bir parçası olmak da çok keyifli. 

Murat: Bu bir ihtiyaçtı. Fotoğraf çekimi yasak olduğu için bu ihtiyaç duyuldu. İşin özü bu. 

Yaptığınız işin adı var mı?

Murat: Mahkeme ressamlığıdır bu. Bu özellikle yurt dışındaki davalarda geleneksel bir durum. 

Tarık: Fotoğraf makinesinin olmadığı yıllarda muhtemelen mahkemelerde bu tür illüstrasyonlar çiziliyordu. Batı kültürü bu tür değerlerini koruyabiliyor, sürdürebiliyor. Eminim ki bunu da bir güzellik olarak korumayı tercih ettiler. Şu anda Amerika’da tüm mahkemelerde buna devam ediyorlar. Hala fotoğrafsız çalışıyorlar. 

Türkiye’de ne kadar süredir yapılıyor?

Murat: Benim bildiğim Ergenekon zamanında çizimler oldu. Ama 60’lı yıllarda Adnan Menderes’in asılmasına giden yargılamasında, bir kadın illüstratör olan Sabiha Rüştü Bozcalı çizdiği dava resimleri vardır ve çok da başarılıdır. O  dava da belki fotoğraflamaya kapalı olsa gerekti ki böyle bir yola başvuruldu.

Sabiha Rüştü Bozcalı'nın Menderes'in yargılandığı davadaki mahkeme çizimleri

Tarık: Bildiğim kadarıyla 80 ve 90'lı yıllarda birçok davaya fotoğraf makinesi ve kamera da alınıyordu. Yaşar Kemal'ın sanık sandalyesi önünde görüntüleri, fotoğrafları vardır. 

Ama son yıllarda bu tümden yasaklandı. Birçok ünlü yazar ve çizerin sanık sandalyesi önünde fotosu vardır. Aslında tek tük örnekleri olsa da mahkeme ressamlığı kavramı bu duruşmada patladı ve yerleşmeye başladı. Hayatımıza bu duruşmadan itibaren iyice girdi.

Bu projede yer almaya nasıl karar verdiniz?

Tarık: Birinci gün çizdim ben. İlk gün sağolsun Cumhuriyetin avukatları, Cumhuriyet tutuklularının yakınları ve Yonca Şık bizim içeri girmemize yardımcı oldu. Çat kapı mahkemeye gitseydik ve girmeye çalışsaydık büyük ihtimalle giremeyecektik. Bizi orada karşılayan, duruşma salonuna girmemiz için büyük çaba sarfeden insanlar vardı. 

Ben şunu hatırlıyorum: Girişte Avrupa Parlamentosu üyeleri, yabancı ve yerli gazeteciler girebilmek için büyük mücadeleler veriyordu. Avukat arkadaşlar tutup elimden beni içeri çektiler. Bu işe büyük önem verdiklerini ve benim orada olmam gerektiğini söylediler. Ve ben salona girdim. Bir avukat arkadaş bana, "Tarık seni ortalarda bir yere oturtacağız." Ben de ona, "Hayır! ben ortalarda bir yere oturmam, en öne oturacağım." Çünkü en önde ben çizmeliydim. Nihayet en ön sıralara oturdum. Oturmak için bile yer yoktu. Ayakta çizdim zaten. Tıklım tıkış bir kalabalık arasında.

Yaptığım bu iş çok yeni. Alışık olunmayan bir iş. Bu nedenle mahkemedeki tüm gözlerin üzerimde olduğunu hissediyordum bir taraftan. Hem mahkeme heyeti, hem avukatlar hem de izleyiciler. Hatta kadın avukatlardan biri bana gelip: İzniniz var mı? Ne yapıyorsunuz burada? dedi. Ben de ona, "Çiziyorum. Çizmek için izne ihtiyacım olduğunu sanmıyorum" yanıtını verdim. Karşılığında da "Ben rahatsız olduğumdan değil ama mahkeme başkanı sizi gözlem altına almış vaziyette. Acaba sizi salondan mı çıkaracak?" dedi. 
Bunun üzerine, "Atarsa atsın, ben çizmeye devam ediyorum!" diyerek karşılık verdim. Özellikle ilk gün bir merak duygusu vardı. Meraklı gözlerle karşılaştım. Mahkeme salonundan elimde çizimlerle çıktığımda gazeteciler etrafımı çevirdi. Çizdiklerimi fotoğrafladılar ve orada olay patladı.

Kimleri çizdiniz?

Tarık: Ben ön sıralara ulaşmaya çalıştığım anda tutuklu gazeteciler mahkeme salonuna giriş yaptılar. Ahmet Şık, Musa Kart, Kadri Gürsel, arka planda Akın Atalay vs. O sahne gözlerimin önünde cereyan etti. O görüntüyü hafızama kazıdım. Çizdiğim ilk kare odur. Sonrasında peyder pey, kimlik tespiti anını, Kadri Gürsel'i, Akın Atalay'ı ve bir kadın avukatı çizdim. 

O STRESLİ ORTAMDA ÇİZMEK HER BABAYİĞİDİN HARCI DEĞİL

Kaç dakika sürüyordu bir çizim?

Tarık: Çizene göre değişir tabii ama zamana karşı bir yarış içindeydik. Çok kısıtlı bir ortamda. Ayakta. Malzeme olarak kurşun ve stabilo kalem kullandım. Ama arkadaşlar benden çok daha cesur çıktı. Hepsi sulu boyalarıyla gitmişler. Bu inanılmaz birşey. Bu her babayiğidin harcı değil. O stresli, koşulların uygun olmadığı ortamda o çizgileri çizmek zordu hakikaten.

NE KADAR DİRENÇ GÖSTERMEM GEREKTİĞİNİ BİLEREK SALONA GİRDİM

İkinci gün kim çizim yaptı?

Murat: İkinci gün ben çizdim. İlk gün Tarık bir bilinmezliğe gitmişti. Şartları bilmiyordu. O yüzden Tarık'ın verdiği veriler bizim için bir altyapı oldu. En azından içeri girdiğimizde nelerle karşılaşacağımızı anladık. Ben girdiğimde nerede durmam gerektiğini ve ne kadar direnç göstermem gerektiğini artık biraz daha iyi biliyordum. 

Benim ilk mahkeme deneyimimdi. Kendimi avukatların olduğu yere attım. Tutuklular ile savunma arasındaki açı en doğru açıydı ve orada bir yerde durdum. Deneyim açısından zor birşey. Çünkü çok bir stresli ortam var ve ayaktasın. Elinde sulu boyalarla çizmeye çalışıyorsun. Ayakta sulu boya yapmak kolay değil. Oturmamı istediler ama oturunca kimseyi göremediğim için avukatların ısrarına rağmen ayakta kaldım. 

Ara sıra oturup işimi toparlamaya çalışıyordum. Sonra tekrar kalkıp gözlem yapıyordum. Mahkeme başkanı orada bir inip bir kalkan birşey görüyor. O sırada da "Herkes oturacak, ayakta kimse kalmayacak" diye sesleniyordu mahkeme başkanı ama ayakta olmama rağmen bana birşey demedi. 

Ben Murat Sabuncu, Ahmet Şık ve özellikle Musa Kart'ı çizdim. Ahmet Şık otururken ve gözlüklü halde notlarını karıştırırken resmettim.

Murat Başol'un Ahmet Şık çizimi

O bir anı zihninize kaydedip olduğu gibi resmetmek zor değil mi?

Murat: Anı yakalayan Tarık'tı. Ben daha çok bir süreci olan bir anı yakaladım. Hemen çizmedim. Biraz bekledim. Ahmet Şık notlarını karıştırdığında bunun biraz uzun süreceğini fark ettim. Akın Atalay da dikkatlice dinliyordu. Bu pozlama tahmin ettiğim gibi uzun sürdü. Böylece ilk skeci atmış oldum. 5-6 dakikada ifadeyi yakalayıp eskizi çizdim. Daha sonra ton ve boya atma süreci başlıyor. Ben üç tane çizdim. 

Zeynep: Murat söylemiyor ama o gün belinde korseyle girmişti çizmeye. 

Murat: Evet o gün ciddi bir bel ağrım vardı. Yapabildiğim kadar çizdim. O nedenle çok uzun süre kalamadım.

Duygu olarak nasıl bir duygu? Müthiş bir kargaşa var, bir yanda değer verdiğiniz insanlar sanık sandalyesinde?

Murat: Kargaşa var tabii. Ama o anlarda Musa Kart ile göz göze gelip selamlaşıyorsun. O sonuçta bir meslektaş olarak kendisini çizen birini görüyor salonda. Hatta Tarık çizdiği şeyi gösteriyor Kart'a uzaktan. Bunlar hep iyileştirici, moral veren anlar. 

Tarık: Tabii dokuz ay boyunca cezaevinde olan bir insan meslektaşını görüyor karşısında. Ne kadar güzel bir an her iki taraf  için de. Onun açısından çok daha değerli bir durum. Meslek olarak mahkeme ressamlığı yapan insanlar olmasak da böyle bir tanım yaratma yolunda önemli adımlar da atmış olduk.

Silivri'ye de gidecek misiniz?

Murat: Evet, Silivri'deki yargılamalara da gitmeyi düşünüyoruz. Hepimiz olmasa da çizer olarak orada olmak istiyoruz.

Zeynep: Hepsi bırakılana kadar duruşmalara katılıp onları çizmeyi sürdüreceğiz. Üçüncü günü ben çizdim ama bu benim ilk deneyimim değil. Ergenekon davasının son duruşmalarında Ahmet Şık için bir çizim yapmıştım. İnternete attım çizimi ve çok olumlu tepkiler geldi. Ahmet Şık'ın eşi Yonca Şık ulaştı bana ve "Zeynep çizimini kullanabilir miyiz. Bir de mahkeme çizerliği yapar mısın?" diye sordu. Ben de kabul ettim. O hafta Rewhat Arslan çizdi. Bir sonraki duruşmada da ben çizdim. 

Onlar zaten Dışarıdaki Gazeteciler olarak belki gazetenin kendisinden daha fazla çaba gösteriyorlardı haksızlığın duyulması ve organizasyonlar yapmak, farklılık katabilmek ve onları bir eylem haline dönüştürebilmek adına. Zaten Ahmet Şık yıllardan çeşitli vesilelerle içeri girip çıktığı için muhtemelen gazetelerin de dışında bir klik oluşmuş. Onların çabalarına dahil olmuş oldum. 

MUSA KART'IN YANINA GİTTİM, ELLERİNİ TUTTUM

Zeynep: Benim günümde birinci savunmayı Hakan Kara yaptı. İkinci savunmayı da Turhan Günay. Çok zarifti ikisi de. Hakan Kara, naif bir şekilde "caretta carettaları anlatayım size" diyordu. Biz bu insanları yüz yüze tanımıyoruz. Ama el sallayarak, ara ara defterleri göstererek selamlaştık.

Ben Musa Kart'ın yanına gittim ellerini tuttum ve "Sizin için buradayız" dedim. O da bana heyecanla "Göster göster defteri göster" dedi. Sayfa sayfa gösterdim. Gösterdim hepsini. Musa Kart, "Çok güzel, çok güzel, suluboya" diye sesleniyordu. Suluboya hoşuna gitti herhalde. Beş gün boyunca aynı defteri kullandık eskizlerimiz kaybolmasın diye.

Sonra Ahmet Şık'ın o müthiş konuşması başladı.

Zeynep Özatalay'ın Ahmet Şık çizimi

YÜZLERİNDE AYDINLIK BİR İFADE VARDI

Zeynep: Bir de yaptığımız işleri aktarırken dışarı küçük bir ajans gibi çalıştık. 

Dördüncü gün kim çizdi? 

Berrin: Girmeden önce aşırı heyecanlı ve gergindim. Girişte zaten ismimi listede bulmaları zaman aldı. "Hay Allah! giremeyeceğim" diye düşündüm. Sonra buldular adımı ve duruşma salonuna girdim. Bir süre gazeteci içeri girebilmek için bekliyordu. Salona girdiğimde Yonca Şık elini sallıyordu. "En öne en öne git" diyordu. En öne gittim. Avukatlar arka sırada bana yer açtı. Ayakta daha net görürürüm diye ayakta durdum. Salona girdiğim anda o heyecan tamamen bitti. Bir gün önce Zeynep çizdiği için beni Zeynep zannedip seslenenler vardı. 

İlk olarak Hikmet Çetinkaya'yı çizdim. Kimin savunmasının ne kadar süreceğini bilemediğim için hızla taslak karaladım. Renklendiremeden diğerine geçtim. Önce pilot kalemle çalıştım sonra sulu boya ile devam ettim.  Sonra Aydın Engin'i çizdim. Ayaktaydı. Gayet kendinden emin bir şekilde savunmasını yapıyordu. Babacan ve sevimli haliyle, el kol hareketleriyle anlatıyordu. Savunmasını yapanların her biri ışıl ışıl, güleryüzlü ve haklı olmanın verdiği gururla birlikte yüzlerinde aydınlık bir ifade vardı. Rahatlardı. Gergin değillerdi. 

Sonra Orhan Erinç'i çizdim. Savunması uzun sürünce ben de mahkeme salonunu da çizip renklendirme fırsatı buldum. Bir saatten fazlaydı konuşması. 

Çizmeyi bırakıp salona odaklandığınız anlar oldu mu?

Berrin: Bir yandan dinliyoruz. Bazen tüm salonda gülüşme oluyor ya da gerginlik oluyor, katılıyorsunuz. Bu nasıl olur? dediğiniz anlar oluyor. 

Eylem: Benim için durum biraz farklıydı. Tamamen çizime konsantre oldum.

Tarık: Ben tümüyle çizime konsantre oldum. Arada bir çıkış yapıp gerçek hayatla temas ettim. O da Musa Kart ve Ahmet Şık ile merhabalaştığımız andı. Sonra tekrar kağıdıma geri döndüm.

Zeynep: Ben bıraktım defteri Ahmet Şık'ın konuşmasının ikinci yarısında. Öyle etkileyici anlatıyordu ki! Muazzam birşey ile karşı karşıyayım. Tüylerim diken diken olmuştu. Yonca bana "Seni karşıdan görüyordum, yüzün çok duygulu bir ifade almıştı" dedi bana. O konuşma alkışlarla bitti. Kaçırılmayacak bir son 10 dakikaydı, kendime izin verdim o sürede. Ben işimi bitirmiştim zaten. Zaman zaman çok duygulandık. Onca ay sonra konuşma, kendilerini savunma imkanı ellerine geçmiş. 

BERRİN KALABALIK KOMPOZİSYONLAR ÇİZDİ

Yıldıray Çınar çizimi

Eylem: Sabah Yıldıray girdi çizmek için. Öğleden sonra 15.00 gibi ben girdim salona. Yıldıray, Can Atalay ve Tora Pekin'i ve mahkeme heyetini, Kadri Gürsel ve Musa Kart'ı topluca resmettim.

Eylem: Ben aslında Pazartesi günü dayanışmaya destek vermek için geldim adliyeye. Mahkeme ressamlığı yapmak yoktu aklımda. Zeynep o gün yapabilirsin diye cesaretlendirdi beni. Bir yandan yapmayı çok istiyorum öte yandan o stresi kaldırabilir miyim bilmiyordum. Sonra arkadaşlarımın çizimlerini gördükçe cesaretlendim ve Zeynep'i arayıp çizebileceğimi söyledim. 

Murat: Eylem'in ilk gün orada olması bizim için çok değerliydi, çünkü sayımız çok değildi. 

Eylem: Cuma günü iki parça halinde nöbetleştik. Hem sürecin parçası olmak istiyorsunuz, destek veriyorsunuz ama stresli bir yönü de var. Cuma günü karar okunacağı için ben girdiğimde çok kalabalıktı salon. İnsanların yarısı oturur yarısı da ayakta durur vaziyetteydi. Ben küçücük bir alana yerleştim. İnsanlar arasında çizmeye çalıştım. Sulu boya çizdim o sıkışıklıkta. Yarım sandalye paylaştım. 

Tarık: İlk başta çok tutuk başlayıp sonra açılan ve çıkmak billmeyen de Berrin'di bu arada. 

Berrin: Ama beş kişi daha var çizmem lazım, diyor çıkamıyordum bir türlü.

Zeynep: Çok kalabalık kompozisyonlar yaptı Berrin. 

Orada işi bitirmek yetmiyor, cep telefonu ile işin fotoğrafını çekiyorsunuz, ama fotoğraflar bazen çok kötü çıkıyor. Bakıyorum titremiş elimiz. İkinci gün Tarık'a gönderdik çizimleri. Onları bilgisayarda ışık, kontrast ayarları ile düzeltti. Biz bu düzgün halleri ile davayı takip eden  gazeteci gruba gönderdik. 

Eylem: En son ben Alp Selek, Fikret İlkiz ve savcının mütaalayı okuduğu anı çizdim. Ben kendimi biraz soyutladım, kendimin bile farkında değildim. Yaptığım iş oldu mu olmadı mı, anı yakalıp göndermek üzere odaklanmıştım. Bir süre kendime gelemedim salondan çıkınca. 

Berrin: Üniversite sınavına yeniden girer gibi birşeydi bu.

Zeynep: Alkışlarla karşılıyorduk arkadaşlarımızı.

JANDARMALAR BİLE POZİSYON DEĞİŞTİRİP BİZE AÇI SAĞLADILAR

Tarık: Biz çizer tayfası olarak okurlarımızla yüz yüze gelmeyiz. Çizeriz, okura ulaşır ama tepkilerini göremeyiz. Okur başka bir dünyada biz başka bir dünyadayızdır. Tiyatrocular oyunlarını oynar sahnede ve alkışka karşılık alırlar ve mutlu bir şekilde evlerine giderler. Biz okurlarımızdan bir tepkiyi canlı olarak görmeyiz. Biz iyilik yapıp denize atan adamlarız. Bu mahkemede ilk kez tiyatrocular gibi seyircisi ile, okuyucusu ile ilk kez karşı karşıya geldik. Orada çok güzel tepkiler aldık. Avukatlar hemen bizi arkadaşları gibi sahiplendiler. Çok yardımcı oldular. Gazeteciler aynı şekilde. 

Murat: Hatta Jandarmalar bile pozisyonlarını değiştirip bize açı sağladılar. Çizmek istediğimiz tutukluyu anlayıp biraz eğilip, geriye yaslanmak gibi açılar yaptılar. Çünkü onlar en fazla sıkılanlar; sürekli oturuyorlar ve bizim çizdiğimizi anlayınca biraz açı yaptılar, esnek davrandılar. Çizme zaten sempatik bir şeydir. 

Zeynep: Jandarmalardan biri çizimime bakıp, "İyi bari bizi çizmemişsiniz" dedi. O tarafta olmak da hoşlarına gitmiyor demek ki.

Eylem: Bana da tam tersi, "Keşke bizi de çizseydiniz" tepkisi geldi. 

Berrin: Çizmeyi isteyip de çizemediğim çok an oldu aslında. Ahmet Şık'ın pozitif bir şekilde herkesle selamlaşmasını vs. çizmek istedim ama çok anlık durumlardı.

Berrin Simavlıoğlu'nun Orhan Erinç çizimi

Zeynep: Çizemediğimiz çok şey oldu. Birbirlerine ellerini uzatanlar. Sen acıkmışsındır deyip kuruyemiş verenler..

Berrin: Musa Kart'ı çizmek istiyordum ama jandarmalar vardı ön sırada. Çizemedim onu mesela. 

Murat: Benim girdiğim gün yaşlı bir avukat kalkıp jandarma sayısına itiraz etti. Murat Sabuncu savunmasını yaparken jandarma eşlik etmeye başladı. Avukatlar itiraz etti. Mahkeme başkanı itirazları sönümlendirmek isterken itirazlar sürünce, jandarma yerine oturtuldu. O avukat, "Bu kadar jandarma ben hayatımda ilk kez görüyorum. Katillerin olduğu davada bile 2-3 jandarma olur, gazetecilerin, yazarların, karikatüristlerin yargılandığı davada neredeyse 20 tane jandarma var. Etraflarını örmüşsünüz. Biz ve hiç kimse onları göremiyor" diyerek itiraz etti. 

Eylem: Savcı mütaalayı okuduktan sonra karar için 1.5 saat ara verildi. Ben o arada eskizlerime son halini verdim. Sonra karar açıklanırken çizdiklerim eskiz olarak kaldı. Çünkü bitmedi. Son iki çizim öyle kaldı.

Murat: O an artık bizim görevimizin bittiği andı. 

Zeynep: Tahliye olacaklar az çok belli olmuştu; bir sevinç, bir öfke bir hüzün hakimdi salona. Biz dışarıda ellerimizde Musa Kart dövizleriyle meydandaki basın açıklamasına katıldık. Cumhuriyet de o güne kadar çizdiklerimizin çıktılarını alıp adliye önündeki meydanda bir sergi yaptı. 

Murat: Tüm haftanın özetini sergilediler.

İKTİDARIN YASAKLARINA KARŞIN BİZ DE BOŞ DURMUYORUZ

Mahkemenin kapalı devre yapılıp dışarıya bilgi sızmaması çabasını siz deldiniz denebilir mi?

Zeynep: Evet öyle oldu denebilir.

Murat: Gazeteciler içeride kağıtları ile not tutabiliyorlarsa çizerler de ellerinde kağıtları ile resim çizebilirler. Ben öyle bakıyorum. Yazar, çizer tayfasının biz çizer tarafıyız.

Tarık: İktidar sahipleri haksız iktidarlarını ayakta tutabilmek için 24 saat kafa patlatıyor. 'Neyi yasaklasak da iktidarımızı biraz daha devam ettirsek' diye düşünüyorlar. Ama biz de boş durmuyoruz. Tüm yasaklara karşı karşı her alandan yeni bir taktik, çıkış geliyor. Bu çıkışlardan küçük bir parça da bizim çıkışımız oldu. 

Cumhuriyet davası aslında tarihi bir dava. Devletin DNA'larını değiştirmek için yola çıkmış, Ahmet Şık'ın dediği gibi organize olmuş bir çetenin faaliyetleri sözkonusu. Önüne gelen herşeyi tasfiye edip un ufak etmeye çalışıyorlar. Bu anlamıyla Cumhuriyet davası, Cumhuriyet'in yaşıyla yaşıt bir gazetenin tasfiye edilmek istemesi; sadece orada yargılanan yazar ve çizerin yargılanması değil, farklı bir savaşın yansıması. O anlamıyla onlar bütün gücüyle orada konumlandılar. Hakim, jandarma ve savcısıyla. Karşı tarafta ise Türkiye'nin en iyi avukatları, en iyi izleyicileri vardı. Satranç tahtasının karşısında konumlanmışlardı. O satranç tahtasındaki taşlardan biri de çizerlerdi. Burada adı konulmamış bir savaş var. Orada iktidarın tüm güçleri vardır. Cumhuriyet'in kültürüne dair, okumuş, yazmış insanlar da orada bir direniş sergiliyorlardı. Bu anlamıyla davaya tanıklık etmesi onur vericiydi.

O halde bu çizimler bir direnişti?

Zeynep: Aslında standart olabilecek bir meslek bizim yaptığımız mahkeme çizerliği. Ama işte bizde herşey siyah ya da beyaz; mazlumlar ya da zalimler olarak ayrılıyor. Ya da haklılar haksızlar. Böyle olunca yüklenen anlam da farklılaşıyor. Yoksa bizim tek yaptığımız içeri girip çizmekti aslında. 

Murat: Her ne kadar Musa Kart üzerinden bu davayı gözlemlesek de aslında gelen tepkilere bakarak anladık ki biz avukat ve hukukçuların olduğu sarmalın dışında yeni bir sarmal olarak davayı zenginleştirmiş olduk. 

Zeynep: Yeni bir mücadele alanı açtık. Çizgi zaten bir mücadele alanıdır ama bizim düşündüğümüzden daha fazla dikkat çekmiş oldu.

Murat: Tarık ilk girdiğinde çizer kimliği ile girmediğini söyledi ama sonraki günlerde o yaratılan havadan, mahkeme çizeriyim diye söyleyerek girdim. Ben ikinci gün o tarif yapıldı görevlilere. Mahkeme çizeri giriyor, onu alacağız denilerek içeri girdik. 

Zeynep: Ben üçüncü gün yine giremiyordum ama. Çünkü Ahmet Şık yoğunluğu vardı. Ben çok zor girdim.

Tarık: "Ben çizerim" nidasıyla girdim içeri. Ben çizerim desek insanlar bir koridor yaratıp yol verirdi muhakkak. 

Murat: Ben mahkeme çizeriyim dediğinizde insanlar önce algılayamadı. Tekrar etmek zorunda kalındı. 

Zeynep: Beş gün üst üste girince bir farkındalık, tanıma hali oluştu çizerlerle ilgili.

Murat: Beşinci gün adliyenin ana kapısından Yıldıray ile girerken bir sorun yaşadım. Metal kapaklı sulu boyamız X-Ray cihazlarına takıldı. Bunu alıyoruz dediler. Ben "Alamazsınız" deyince, "Neden?" diye sordu. Ben de "Mahkeme çizeriyiz ondan" dedim. Sonra amirine gitti görevli. Amiri de baktı, sulu boya. "Tamam geçsinler" dedi. Anlamlandıramıyorlardı bizim konumumuzu.

Zeynep: Yıldıray da çizgi romancı. ABD'deki önemli şirketlere çiziyor. Bizi kırmadı geldi. Sabahtan çizdi ve dönüp çizgi romanlarını çizmeye devam etti. Amerika'da çok tanınan bir çizerdir Yıldıray. Bu konuda çekince göstermedi. Özveride bulundu. Geldi, çizdi. Şahane çizimler çizdi. Sonra dönüp süper kahramanları çizdi.

Murat: Aslında gerçek süper kahramanları, mahkemedekileri çizdi. 

Aranızda onun çizimleri harika yahu, daha iyi çizdi muhabbetleri oldu mu?

Tarık: Yıldıray ezdi geçti bizi. Adam girdi 10 dakikada bir fotokopi makinası gibi tak tak çizdi.

Zeynep: Evet onun eli çok sıcak. Biz defterle gezen insanlarız. Vapurda da çizeriz. Ama Yıldıray hakikaten çok hızlıydı.

Tarık: Murat zaten suluboya ile girdi.

Zeynep: Tarık hemen beni aradı. "Zeynep, Murat suluboya ile yapıyor" dedi.

Tarık: Sonra herkes suluboya ile girdi. Her çizerin o kadar yoğunlaşmış hali her karede görülebilir. Sanıyorum 10 günde 20 günde yaptığı çizimleri beğenmiyordur birçok arkadaş. Ama bu mahkemede çizdiği herşeyi arşivinde nadide bir çiçek gibi tutacaktır. Çok konsantre olduğumuz bir an. 

Zeynep: Çizginin gücünü biz gerçekten görmüş olduk.

Ailelerden nasıl tepki geldi?

Zeynep: Onlar olmasa muhtemelen hiçbir şey olmazdı. Onca sıkıntı arasında bir de bizi organize ettiler.

Tepkileri nasıldı?

Zeynep: Hepsi çok iyiydi. Aa benimkini çizmemişsin vs. diyenler oluyordu. Herkesi çizmeye yetişemiyorduk.

Tarık: Bir kadın avukat, hani istek şarkı yaparlar ya şarkıcılara, bana bir kağıda, "Biz de bu mahkemenin savunucu avukatlarındanız, buyrun" dedi kağıdı verdi, gitti. Beni de çiz diyor yani. 

Berrin: Bana, direkt söylediler. Bizi de çiz bizi de dediler. Ama yanımda oturuyorlar, görüş alanımın içinde değillerdi.

Tarık: Bizim takip ettiğimiz davanın özeti: Serbest bırakılanan ağladığı, tutuklu kalanın güldüğü bir davaydı bu. Bunlar bu kadar onurlu adamlar.

Eylem Koçyiğit'in dava savcısı çizimi

Eylem: O tahliye ve tutuklu kalanlar açıklandığında çok buruk bir andı. Göz göze geliyorsun ama dile dökülerek ifade edilecek bir durum değildi. 

Zeynep: Çok da zarif insanlar. Hakan Kara, ilk çizdiğim kişiydi, "Lütfen, müzik ve kitap koleksiyonumu geri verin" diyordu. "Çok rica ediyorum, onları bana sağ salim teslim edin" diyen, caretta carettalardan bahseden çok zarif bir adam. Hemen orada bırakılmaları lazımdı bu insanların.
 

Öne Çıkanlar