Fadıl Öztürk

Fadıl Öztürk

Uçaklar ölüm getiriyor oradaki çocuklara

Her şey bir yana, çocukluğumuzda gökyüzünden bir uçak geçtiğinde, gurbette çalışan babalarımıza ‘selam götür’ derdik. Şimdi uçaklar ölüm getiriyor oradaki çocuklara...

Ölüm her birimizi olmadık bir anda denizde, havada ve karada gelip bulabilir. Bundan normali de yok. Anormal olansa karada yaşayanların havadan saldırılarla öldürülmesidir. Başka bir deyimle, kara hakimiyetinin havadan sağlanmasının getirdiği ölümler. Uzun bir zamandır batıda ormanlar havadan söndürülürken, Kuzey Kürdistan’da ormanlar havadan yakılıyor, insanlar havadan açılan ateşlerle öldürülüyor. Havada ölüm ve yıkım kokusu var...

Deyim yerindeyse, ayakları yerden kesilmiş devlet, nedense son zamanlarda bütün ‘işlerini’ havadan hallediyor. Yere ayak bastığı andan itibaren de çuvallıyor, çuvallanıyor. Daha bir kaç gün önce, Lice’de İnsansız Hava Aracı (İHA) ile köylüler havadan tarandı. Yine Lice’de tarlasında çalışan, çalıştığı yerden evine dönen, akraba ve komşusuna gidenler helikopterle havadan tarandı. Tarananlar Liceliydiler, tarayansa devletin havalanmış silahlı güçleriydi. Hava her zaman güneş, yağmur ve kar getirmiyor, orada ölüm getiriyor her mevsimde hava...

Devlet orada ‘sokağa çıkma yasağı’ tebligatlarını aynen icra takiplerinde yaptıkları gibi, adet yerini bulsun diye muhtarlara yapıyor. Sabahın kör karanlığında, daha hiç kimse işine gitmeden o köyü, o kasabayı kuşatıp anonsla halka duyuru yapmak gibi eski huylarını tümden terk etmiş görünüyorlar. Ekran başında,  havalandırdıkları İHA’lar tarafından yasak çiğnediler diye kurşunlanıyor insanlar. Varlıklarını havadan sürdürüyorlar adeta. Hayat ağacı, ormanı, suyu ve insanıyla onlara zehir zıkkım adeta. Havada bir işgal var orada...

Jetlerle Roboski’de insan ve katırlarını havadan bombaladılar. Dur ihtarı çeken sınır devriyeleri çoktan tarihe karıştı, yok artık. Bütün karakollara helikopterlerle havadan asker taşıyıp, yine helikopterle havadan geri getiriyorlar. Egemenlikleri altında olduğunu söyledikleri topraklarda ayakları bile yere değmiyor, koruyup kollayan görevlilerin. Karaya ayak basmak adeta haram olmuş onlara. Havada çelik kuşun gözleriyle bakıyorlar oradaki insanlara...

Göğüs göğüse vuruşmaktan, ileri atılmaktan, geri çekilmekten, o çatışmaların resmi düzeyde raporlanmasından, terhis olmuş askerlerin torunlarına anlatacakları anı olmasından çoktandır vazgeçmiş görünüyorlar. Adeta karargahta ekran başında oturarak İHA’larıyla havadan operasyonlar başlatıp bitiriyorlar. İHA. araçları yetmediğinde helikopterler, onlar yetmediğinde jetleri devreye sokuyorlar. Hepsi havadan. Kendilerini göğün yedinci katında oturan tanrının yerine koyuyorlar.

Geçen temmuz ortasında Dersim’de minibüs şoförlüğü yapan Ercan Güneş’de yine havadan helikopterin taraması sonucu öldürmüştü. Nedense havadan taranarak öldürülenler mülki amirler tarafından anında terörist, vatan haini olarak ilan ediliyorlar.

Memleketimizin karasında oturmak, yerlisi olmak, oranın nüfusuna kayıtlı olarak ikamet etmek‘suçlu’ olmak için yeteri gerekçeymiş gibi muamele görüyorlar. Tıpkı Yunanistan iç savaşında boşaltılan kırsal alanda hareket eden her şeye ateş açmaları, Amerikalıların Vietnam’da bütün Vietnamlıları potansiyel Viyetkong gerillası saymaları ve havadan ateş yağdırmaları gibi.İster istemez o günleri getiriyor insanın aklına. Hepsi yaratılan havadan dolayı.

Arada bir yol kontrollerine çıkmakla vatan kurtarılmasa da, olmayacak yerde hain bir bombayla havaya uçurulduklarında hava hariç herkes suçlanıyor. Ekip biçmediği, hasadını yapıp geçinmediği yerlerde, varlığını kışla ve karakollarda sürdürenler elbette kendilerinden başa herkesi kendilerine ve ülkeye düşman göreceklerdir. Havada bir ağırlık var oralarda.

Bölgeye gidip de geri dönen bakan ve benzeri zevatın attıkları havayı da katalım bu hava durumuna. Adeta kendilerinden önce o görevi ifa edenlerin başarısız, basiretsiz olduklarının itirafında bulunuyorlar. Bunların hepsi havayı yara yara o görevlere geldikleri için, işleri biter bitmez anında irtifa kaybedip düşüyorlar koltuklarından. Havada vefasızlık var...

Tıpkı Dersim’de yaptıkları gibi ‘Bölge’de yangın bombalarıyla ormanları havadan tutuşturup, karada yalan söylüyorlar. Sanki bütün valiler, askerlerin işledikleri suçları örtmekte makam sahibi olmuş birer yalancı. Bu yüzden bütün valilerin ayakları kalır havada...

‘Gireriz, ininde bulur vururuz’ havasına kendilerini kaptırarak Güney Kürdistan’da karaya ayak bastıkları anda başlarına çuval geçirilen MİT elemanlarıyla dünyaya rezil olanlar, yine ülkede hava atıp, Irak’ta helvaya yan basanlardır. Havada suspus bir ölüm sessizliği var.

Rojava’yı havan toplarıyla uzaktan uzağa vuranlar, Avrupa’ya hava atanlar, Meydanlarda havasından geçilmeyenler, verdikleri bütün sözleri havada kalanlar, yarattıkları kendi medyalarında ülkeyi bir yalan havasıyla yönetenler yine bunlardır. Rant için ormanlara kıyıp olmadık yerlere havaalanı kuranlar, yine bunlardır. Bütün bir ülkede hayat adına bir şey bırakmadılar. Ülkede ölüm, yalan, tam bir talan havası var...

Her şey bir yana, çocukluğumuzda gökyüzünden bir uçak geçtiğinde, gurbette çalışan babalarımıza ‘selam götür’ derdik. Şimdi uçaklar ölüm getiriyor oradaki çocuklara...

[email protected]

Önceki ve Sonraki Yazılar
Fadıl Öztürk Arşivi