Uranyumu açıkta bırakan devlet, nükleer santral hevesinde

Bu ülkede, 59 yıldır açıkta duran ve Ege bölgesine ölüm saçan bir uranyum madeni olduğu anlaşıldı. Madenin bulunduğu Söke’nin Kisir köyünde herkes kanser oluyor, üçer-beşer ölüyor.

Birden fazla nükleer santral açmaya heves eden bir ülke düşünün. Nükleer santral konusunda bilgi ve beceri birikimi olmadığından, güvenliğinden teknolojisine, herşeyini yabancı yatırımcıya emanet eden...

Tesisin çevreye ve insana vereceği zararlarıgörmezden gelen ve nükleer atıkların nasıl bertaraf edileceğine dair hiçbir açıklaması olmayan...

Nükleer santrallerle beraber yakıt için gerekli olacak uranyum madenciliğini teşvik eden, bu amaçla ruhsat dağıtmaya başlayan...

Bu ülkede, 59 yıldır açıkta duran ve Ege bölgesine ölüm saçan bir uranyum madeni olduğu anlaşıldı. Madenin bulunduğu Söke’nin Kisir köyünde herkes kanser oluyor, üçer-beşer ölüyor. Köyde radyasyon seviyesi, olması gerekenin 450 kat fazlası...

Ve kimseden çıt çıkmıyor! 

Böyle bir ülkenin idarecileri, halk sağlığını tehlikeye attıkları, hatta ölüme yolladıkları için kusurludur, sorumludur, suçludur. Bırakın nükleer santral açmayı,herhangi bir madenin güvenliğini sağlayamayacak durumda olmadıklarını bir kez daha kanıtlamıştır.

Dünyanın neresinde olursa olsun büyük skandal olarak manşetlerde yer alması gereken, bilim kurullarından bakanlıklara, tüm sorumluların ifşasını gerektiren bu korkunç ihmal, şimdilerde televizyonlarda sansasyonel habercilikle, köylülere uzatılan mikrofonlarla sulandırılıyor.

Kisir köyünde yaşananların duyulması çok önemli, ama asıl mesele bundan sonra ne yapılacağı. Zira Kisir örneği, Türkiye’nin nükleer ‘macerası’ açısından kilit önemde.

 

ÜÇ YIL ÖNCE HABER OLDU, NE YAPTILAR?

İlginin sebebi, ‘Kanser köyün haykırışı: Biz ölüyoruz!’ haberinin Hürriyet Pazar’da çıkması.Haberi okuyan bakanlık yetkililerinin yeni ‘harekete’ geçtiğini, devlet hastanelerinden köylülere tedavi desteği vereceklerini öğrenip, geç de olsa birilerinin köye yardım elini uzatacağına seviniyoruz.

İyi de şimdiye kadar neredeydiler?

Birincisi, haberin en az üç yıllık geçmişi var. Evrensel gazetesinden Özer Akdemir, Şubat 2014’te yazdığı ‘Kanser Köy’ haberinin takipçisi olmuş, üç bilim insanının köydeki radyasyon ölçümlerinden kanser hikayelerine, yetkililerinin açıklamalarına, her ayrıntıyı gazetesine taşımış.  

İkincisi, devlet açık bırakılan bir uranyum madeninden habersiz olamaz. Zaten devletin bilgisi dahilinde olduğuna dair kanıtlar mevcut.

HDP milletvekili Levent Tüzel, konuyla ilgili 2014’te soru önergesi vermiş. Dönemin Çevre ve Şehircilik Bakanı İdris Güllüce imzasıyla verilen yanıtta ‘Su ve toprak numunelerinin incelendiği, radyasyonun normal seviyenin üzerinde olmadığı’ yazılmış.

‘Devlet bilmiyor!’ öyle mi? Hem biliyor, hem de üzerini örtüyor...

 

MENDERES HAVZASININ TÜMÜ ETKİLENMİŞ OLABİLİR

Dahası var. Hürriyet’ten Yücel Sönmez’in haberine göre, Kisir’de açık bırakılan uranyum madeninin dibinde ‘organik tarım’ yapılıyor, bir mandıra tesisi hayata geçmek üzere. Köyde ölçüm yapan uzmanlardan Yrd. Doç. Enver Yaser Küçükgül’ün sözleriyse tehlikenin çok daha geniş bir alanı kapsayabileceğine işaret ediyor. Zira maden, Menderes deltasının başında yer alıyor, yıllardır burada tarım ve hayvancılık yapılıyor:

"Buradaki sular Menderes’e karışarak denize kadar ulaşıyor. Sorun, burayla sınırlı olmayabilir. Bu durumu bütün yetkililer biliyor ama kimsenin umurunda değil."

Yetkililerin ilgisizlizliğini köyün muhtarı Baki Suna da doğruluyor: TAEK (Türkiye Atom Enerjisi Kurumu) gelip ölçüm yapmış. Sonucu sorduklarında "OHAL var, açıklayamayız" cevabını almışlar!

İnsanlar kanserden ölüyor, ‘OHAL’le ne alakası var?

İktidar şimdi kanser saçan köye ‘uyanmış’ görünse de asıl soru şu:

Bundan sonra gereken önlemler alınabilecek, uzmanların önerdiği gibi köy ve çevresi ‘afet bölgesi’ ilan edilecek mi?

Hiç sanmam. En fazla mağdurların hayatlarının kalan son günlerinde daha iyi bir tedavi görmesi sağlanacak, kuyunun üzerine beton atılıp "hallettik" denecek. Toprağa, suya karışmış olan radyasyon engellenemeyecek. Sadece bölgedekiler değil, ülkenin dört bir yanına buradan gönderilen ürünler tüketilmeye devam edecek. 

Zira nükleer atıkların, sızıntıların bertaraf edilmesi kolay iş değil: Radyasyonun sızmaması için yerin kilometrelerce altına, tamamen yalıtarak gömülmesi gerekiyor, buna rağmen sızıntı tam olarak engellenemiyor.

 

NÜKLEER SANTRALLERLE URANYUM MADENCİLİĞİ ATBAŞI GİDECEK

Nükleere karşı mücadelesiyle tanınan avukat Ali Arif Cangı’ya sorduğumda, Fransa ve Almanya’nın uranyum madeni rehabilitasyonu konusunda önemli deneyimleri olduğunu aktarıyor:

"Ancak çok ciddi maliyeti olan işler. Kendi gücümüzle, dayanışmamızla birşeyler yapmaya çalışıyoruz. Devlet biliyor, gizli tutuyor. Gaziemir’de aynı şeyi yaşıyoruz,  TAEK'in  (Türkiye Atom Enerjisi Kurumu) ciddi zaafiyeti var. Düşünebiliyor musunuz, köylülere ‘bu alana yaklaşmayın’ diyorlar. Yaşam alanı orası, nasıl yaklaşmasın? Devletin kurumları, kendi suçunu örtmek için örtbas ediyor."

Cangı, herşeyden önce bilimsel bir rapora ihtiyaç duyulduğunu ve bilim insanlarının buna hazır olduğunu vurguluyor. Ancak madeni rehabilite etmek için uluslararası düzeyde yardım almak şart, zira Türkiye’de bu konuda çalışan bilim insanı yok.

Kisir örneği, uranyum madenciliğini ruhsatlandırma girişimleri açısından da kritik önemde diyor Cangı:

"Uranyum madenciliği nükleer santral girişimiyle atbaşı gidecek. Uranyum için Yozgat Boğazyan’da ruhsat veriliyor.İhtiyaç olduğunda çalıştırmak için ellerinde tutuyorlar. Başka bir tehlike daha var: Rezervler yoğun değil. İhtiyaç olunca maliyet hesabıyla işletilirse kirliliği kat be kat fazla olacak. Bu madenler engellenemese bile zararı en aza indirmek için Kisir’de alınacak önlemler kilit önemde."

Kisir haberi, aynı zamanda özgür basının neden bu kadar önemli olduğunu bir kez daha hatırlatıyor: Hiçbir yandaş yayın, halk sağlığını ilgilendiren ihmalleri gündeme getirmiyor, takipçisi olmuyor. Ancak bağımsız, korkusuz habercilik yapabilen yayınlar var olursa sağlığınıza, haklarınıza sahip çıkabilirsiniz. Maalesef bir başlık yüzünden hapse atılabilen gazetecilerin ülkesinde yaşadığımız için haklarınıza sahip çıkma şansınız giderek azalıyor.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Arşivi