Vatandaşlık yerine 'yaşamdaşlık'*

Vatandaşlık yerine 'yaşamdaşlık'*
Kriz demokrasi ve vatandaşlığı yeniden düşünmeyi zorunlu kılıyor.

Sezai Ozan ZEYBEK


Türkiye’de son 7 senede yaklaşık 76 bin Suriyeli’ye vatandaşlık verildi. Ülkede 3 milyon 600 bin Suriyeli olduğu düşünüldüğünde, 76 bin yüksek bir sayı değil. Ancak "Ülkemde Suriyeli İstemiyorum" kampanyası düzenleyen; "her yeri Araplar bastı, onları mı besleyeceğiz?" diye öfkelenen geniş bir kesim var. Bu öfkeyi yatıştırmak adına İçişleri Bakanı Süleyman Soylu yakın zamanda, Suriyelilerin üniversiteye imtihansız girdiği, hastanelerde sıra beklemediği, kendilerine TOKİ’den ev verildiği gibi iddiaların tamamının yalan olduğunu açıkladı. Ancak diğer yandan gelenlerin yüzde 62’sinin Misak-ı Milli sınırları içindeki topraklardan geldiğini, bu işin Müslümanlık ve kardeşlik dairesinde düşünülmesi gerektiğini de ekledi (Habertürk 2019). Aşağıda bu mevzuyu ele alacağım. Ancak önce şunu belirtmek istiyorum: Bu kardeşlik hikâyesinin, sömürü ve istismarı görünmez kılma riski var. An itibariyle gelmiş üç buçuk milyon insanın sadece 65 bininin çalışma izni bulunuyor (İçişleri Bakanı Süleyman Soylu’dan akt. Habertürk 2019). Diğerleri kayıtsız çalıştırılıyor ve Türkiye’de servetler bu şekilde büyüyor.

Yine de iyi yanından bakmaya çalışalım: Avrupa ülkelerine bu süreçte çok daha az sayıda insan gelmiş olmasına rağmen, oradaki ırkçılık-ayrımcılık Türkiye’den hiç de geri kalmıyor. Almanya’da her sene göçmenlere binin üzerinde sözlü-fiziksel saldırı düzenleniyor. Macaristan anayasasına "yabancı nüfusun ülkeye yerleşmesi yasaktır" maddesi eklendi. İtalya’da aşırı sağ  parti "Lig"in yerel seçimlerdeki eski adaylarından biri, altı göçmeni vurup yaraladı (Human Rights Watch 2018). Geri gönderilen göçmen botları hakkında İtalyan medyasının ezici çoğunluğu, zafer kazanmış gibi haberler yaptı/yapıyor. Örnekler çoğaltılabilir.

Bu kriz, demokrasi ve vatandaşlığı yeniden düşünmeyi zorunlu kılıyor. Britanyalı Sosyolog T.H. Marshall’ın (ö. 1981) vatandaşlıkla ilgili tasnifi bunun için iyi bir başlangıç noktası. Vatandaşlığın üç ayrı kademesi olduğunu söylüyor Marshall. İlki sivil haklar: İktidarı sınırlayan, insanların hayatlarını düzenleyen, yaşamı-mülkü koruyan, eşit olsun olmasın kişileri kanun dairesinin içine alan haklar bunlar. İkinci kademe siyasî haklardan oluşuyor: Kabaca yönetime katılma, örgütlenme hakları buraya tekabül ediyor. Burada geliştirmeye çalıştığım argüman için önem taşıyan üçüncü kademe ise sosyal haklar: sağlık, barınma, eğitim, işsizlik maaşı, emeklilik gibi daha ziyade kamu kaynaklarının bölüşümü ile ilgili haklar.

Marshall, bu tasnifi İkinci Dünya Savaşı’nın hemen sonunda geliştiriyor. Sosyal haklar olmadan siyasî ve hatta sivil vatandaşlığın hayata geçirilemeyeceği, zira bu hakları kullanmanın bir erişim meselesi olduğu gözleminden yola çıkıyor. Avrupalı işçilere sosyal hakları verilmezse, komünizmin liberal demokrasileri yıkabileceğini, o sebeple rejimi korumak adına bölüşüme dair bazı hamleler yapmak gerektiğini ileri sürüyor. Menfî bir yerden, önerdiği hak paketine sus payı da denebilir. 

Ancak o dönem Avrupa coğrafyası tam anlamıyla ulus devletlerden oluşmuyor. Pek çok ülkenin hâlâ kolonileri yahut hâmilik yaptıkları nüfuslar/toprak parçaları var. Örneğin Fransa, Martinique, Fas, Cezayir, Fildişi Sahili, Nijer, Madagaskar, Suriye gibi yerlerde söz sahibi. Keza Britanya, Belçika, Portekiz benzer durumda. Buralarda yaşayanlardan sadece emek olarak faydalanılmamış, kimileri dünya savaşlarına asker olarak katılmış. Çanakkale Muharebesi’ndeki Anzaklara ve Hintlilere aşinayız. Şiddetsizliği şiar edinmiş olan Mahatma Gandhi bile, Birinci Dünya Savaşı sırasında Hintlilerin askere alınmasını desteklemiş. Amacı, Hintlilerin imparatorluğun makbul vatandaşı olmasını sağlamak, yani el güçlendirmekmiş (Cooper 2018 s. 60). Britanya hukukunun koruması altında seyahat edebilmeyi, oralarda yaşam kurabilmeyi, aynı haklarla ticaret yapabilmeyi talep etmiş. Özetle "gerçek vatandaş" olarak sayılmayan insanların "fedakârlıkları", statülerin yeniden müzakere edilmesini mümkün kılmış. 

Daha evvel de Avrupa devletlerinin işgücü talebine uygun şekilde başka coğrafyalardan insan kabul ettiği olmuş; ancak deri rengi ve cinsiyet çoğu durumda sivil ve politik haklara sınır teşkil etmiş. Savaş sonrası dönemin o anlamda hakikaten kendine has bir tarafı var. Örneğin Fransa’da kadınlara politik hakları 1944’te verilmiş. Ardından 1946’da Caracalla Fermanı ile kolonilerde yaşayan herkese tam vatandaşlık hakkı tanınmış (Depaigne 2017 s. 107). Diğer bir deyişle, metropoldeki 42 milyonluk Fransız nüfusunun üstüne, yaklaşık 50 milyon için daha vatandaşlık kapısı açılmış (Bunun muadili Britanya’da 1948 tarihli "Vatandaşlık Yasası [Nationality Act]"). Bu kapı günümüze dek açık kalabilseydi nasıl bir dünya ortaya çıkardı acaba?

Bu noktada Marshall’a geri dönebiliriz. O dönem vatandaşlığa bir katman daha ekleniyor demiştik: Sosyal haklar! İşte bu husus, kapının yeniden hızla kapanmasına sebep olmuş; çünkü servetin bölüşümünü de içeren vatandaşlık modeli, anlaşılacağı üzere oldukça masraflı bir sistem. Refah devletinin genişlediği 1960’lı yıllarda, aynı zamanda Avrupa’da hareketliliği düzenleyen yasaların sıkılaştığını görüyoruz. Vatandaşların görece eşit; ama vatandaşlığın dünyanın geri kalanına kapalı olduğu bir model kuruluyor. 

Bunun günümüzle bağlantısını kurayım. Bizim bugün demokrasi saydığımız rejimler, malın-mülkün, kamusal hizmetlerin, yaşam alanlarının ancak sınırlı bir paylaşımına ve hattâ yabancılara tümüyle kapanmasına dayalı. İnsan Hakları Beyannamesi’ndeki maddî koşullara dair maddeler bile (§ 22-26) çoğu durumda, vatandaşlık çatısı altında ya görmezden geliniyor yahut beyannamenin ruhuna aykırı ölçülerde sınırlanıyor. Zira vatandaşlık, devletle belli bir grup insanın ilişkilerinin, çeşitli derecelerde yabancı addedilen gruplar karşısında düzenlenmesi anlamına geliyor. Dolayısıyla dēmos (halk diye çevrilebilir, demokrasi kelimesi halkın idaresi/iktidarı anlamına gelir), sınırlı bir grup tarifine dayalı; herkesi içeren bir hüviyet kazanamamış. Buna nispeten yaklaşıldığı birkaç dönem olsa da o kapılar hemen yeniden kapanmış. Devletler, ayrımlar ve asimetrik ilişkiler üzerine bina edilmiş. 

O anlamda Süleyman Soylu’nun Misak-ı Millî sınırlarına ve kardeşliğe yaptığı gönderme, ortaya çıkmakta olan yeni topluluğa dair yanıltıcı bir intiba veriyor. Politik ve sosyal hakları olmayan, istismara-ırkçılığa maruz kalması kaçınılmaz olan yeni bir grup var. Üstelik bu sürecin sonunda devletin herkese eşit davranmaması normalleşebilir (ki Türkiyeli azınlıklar bu istisnaî durumu yıllarca kendi normalleri olarak yaşamak zorunda kaldılar zaten). Sınırlı yeni "vatandaş" kategorileri ortaya çıkabilir, hukukî imtiyazlar evrensel olma iddiasını kaybedebilir, daha geniş grupların oy hakkı bile sınırlanabilir (ABD’de bazı eyaletlerde bir kez hüküm almış kişilerin oy verememesi gibi...). 

Dile getirmekten dahi imtina ediyorum; ama varacağımız yer muhtemelen kapsayıcılık ve kardeşlik değil, bölük pörçük edilmiş hiyerarşik gruplar olacak. Fakat çözüm göçmenlerin-sığınmacıların ülkelerine dönmesi değil, olamaz. Hak kavramını çok daha kapsayıcı hâle getirebiliriz. Mesela hakkı, bir yerde doğmuş olmak (jus soli) yahut kan bağı üzerinden (jus sanguinis) değil, bir yerde bulunuyor olmak üzerinden, çok daha sade ve zarif şekilde tarif edebiliriz: "Aynı yerde soluk alıp veren herkese "yaşamdaş" denir, nokta." Bir madde daha ekliyorum hayalime: "Devletlerin hareket özgürlüğünü kısıtlama yetkisi yoktur." Nasıl bir dünya ortaya çıkar, hayal etmek kolay değil; ama hepimizi sosyal adalete dört elle sarılmaya mecbur edeceği kesin. 

*Külliyatta "conviviality" kavramını yaşamdaşlık olarak çevirmek mümkün olabilir.

Cooper, Frederick. 2018. Citizenship, Inequality, and Difference: Historical Perspectives. Princeton: Princeton Univers. Press.
Depaigne, Vincent. 2017. Legitimacy Gap: Secularism, Religion, and Culture in Comparative Constitutional Law. Oxford University Press.
Habertürk. 2019. "İçişleri Bakanı Süleyman Soylu, Habertürk’ten Kübra Par’a konuştu." www.haberturk.com, July 1, 2019. https://www.haberturk.com/icisleri-bakani-suleyman-soylu-turkiyedeki-suriyelilerin-cogu-misak-i-milli-sinirlari-icinden-2283766.
Human Rights Watch. 2018. "EU: Events of 2018." https://www.hrw.org/world-report/2019/country-chapters/european-union.

 

Öne Çıkanlar