Vietnam'dan Paris'e uluslararası halk adaleti…

Tayyip'in devleti, Türkiye genelinde ve de özel olarak Kürdistan'da işlediği insanlık suçlarından dolayı Mart ayında Paris'te uluslararası bir halklar mahkemesi tarafından yargılanacak

Tam başka güncel bir konuda yazmaya hazırlanıyordum ki, sevindirici bir haber düştü elektronik postama… Tayyip'in Kürdistan'da yeni bir kan banyosuna hazırlandığı bugünlerde Fransa'da önemli bir adalet girişiminin hazırlıkları yapılmakta… Türk Devleti'nin Türkiye genelinde ve de özel olarak Kürdistan'da işlediği ve işlemeğe devam ettiği insanlık suçlarını yargılamak üzere 15-16 Mart 2018 tarihlerinde uluslararası bir halklar mahkemesi kurulacak.

Birden yıllar öncesine gittim… Bundan 52 yıl önceydi. Yaşar Kemal, Fethi Naci ve İnci Tuğsavul'la birlikte Ant'ı yayına hazırladığımız günlerdi. Türkiye İşçi Partisi genel başkanı Mehmet Ali Aybar ile Türkiye'de gittikçe artan faşizan baskılar, sendikal hareketin yeni bir devrimci konfederasyon kurma girişimi ve de partinin önünde duran görevler konusunda ayrıntılı bir görüşme yapmıştım.

Görüşmemizde Aybar önemli bir açıklamada bulunmuştu. ABD'nin yıllardır Vietnam'da işlediği insanlığa karşı suçları yargılamak üzere ünlü filozof ve matematikçi Bertrand Russell önderliğinde bir Uluslararası Savaş Suçları Mahkemesi kuruluyordu.

Ünlü filozof Jean-Paul Sartre, İtalyan hukukçu Lelio Basso, yazar Simone de Beauvoir, Kara Panter'lerin lideri Stokely Carmichael, tarihçi Isaac Deutscher, Fransız avukat Gisèle Halimi ve oyun yazarı Peter Weiss gibi çok sayıda tanınmış uluslararası şahsiyetin yanısıra Mehmet Ali Aybar da mahkemenin üyeleri arasındaydı.

Üstelik ABD'nin işlediği suçları yerinde inceleyip rapora bağlamak üzere mahkeme tarafından görevlendirilen soruşturma kurulu başkanlığı da seçkin bir hukukçu olan Aybar'a verilmişti.

Soruşturma kurulu üyeleri savaşın en kızgın ve öldürücü döneminde gittiği Vietnam'da bir ay incelemelerde bulunup tanıklıklar topladıktan sonra Ağustos 1967 sonunda ülkelerine döndüler.

Kendisini havaalanında karşılayanlar arasında ben de vardım... İzlenimlerini anlatırken çok duygulu ve heyecanlıydı.

"Vietnam'da bir ay kaldım. Hanoi'nin son bombardımanlarında oradaydım. Amerikalıların işledikleri suçları gözlerimle gördüm. Vietnam halkıyla beraber o suçlara tanık oldum. Vietnam'da insanlık dışı bir savaş yürütüyorlar. Haince, sinsice silahlar kullanıyorlar. Tazyikli bombalar kullanıyorlar," diyordu.

"Amerikalıların Vietnam'daki savaşı, sanılmasın ki, mahalli bir iştir. Hatta Güneydoğu Asya'ya ait bir savaş da değildir. Bu bütün mazlum milletlere karşı yapılan bir savaştır. Biz burada, hiçbir şey olmuyormuş gibi nasıl yemek yiyebiliyoruz? Nasıl su içebiliyoruz? Hayret edilecek bir şeydir."

Hemen ardından da Park Otel'de bir basın toplantısı yapan Aybar Vietnam'da işlenen insanlık suçlarıyla ilgili izlenimlerini belgelere dayanarak ayrıntılı olarak  anlatmış ve Türkiye kamuoyunu ABD emperyalizmine karşı Vietnam halkıyla dayanışmaya çağırmıştı.

Biz Ant Dergisi'nin 5 Eylül 1967 tarihli sayısında Aybar'ın açıklamalarını tam metin yayınlamış ve dayanışma çağrısını desteklemiştik.

ABD emperyalizminin ve onun Türkiye'deki işbirlikçilerinin hizmetindeki Bâbıâli basını Aybar'ın açıklamalarından son derece rahatsız olmuş, kendisine ağır eleştiriler ve suçlamalarda bulunmuştu.

Ama asıl şaşırtıcı olan, bir süre önce bizim yönetimimizde solun etkin sesi haline gelen Akşam Gazetesi'nin, bizi görevden uzaklaştırdıktan sonra girdiği yeni yörüngeye uygun olarak, Aybar'a çirkin şekilde saldırmasıydı. Gazetenin başyazısında "TİP genel başkanının sanki pek çok meselesi halledilmiş bir Fransız ya da Alman politikacısı gibi, kendi halkının dışında halkların derdi ile uğraşmaya kalkışması siyasi snobizmdir" deniyordu.

Bu saldırılara rağmen Aybar Russell Mahkemesi'nin tüm duruşmalarında yargıç olarak bulunmuş, soruşturma kurulunun getirdiği belge ve tanıklıklara dayanarak mahkeme 1967 yılı sonunda ABD'yi aşağıdaki gerekçelerle mahkum etmişti:

  • ABD hükümeti uluslararası hukuka göre Vietnam'a karşı saldırı suçu işlemiştir.
  • ABD hükümeti ve silahlı kuvvetleri sivil hedeflere karşı yoğun ve sistemli bombardıman yaptığı için suçlu bulunmuştur.
  • ABD hükümeti uluslararası hukuka göre Laos'a karşı saldırı suçu işlemiştir.
  • ABD silahlı kuvvetleri savaş hukukunca yasaklanan silahlar kullanmıştır.
  • ABD silahlı kuvvetleri savaş esirlerine savaş hukukunca yasaklanan muamelelerde bulunmuştur.
  • ABD silahlı kuvvetleri sivillere uluslararası hukukça yasaklanan insanlık dışı muamelelerde bulunmuştur.
  • ABD hükümeti Vietnam halkına karşı soykırım yapmaktan suçlu bulunmuştur.

Kıssadan hisse… 50 yıl önce bu uluslararası mahkemenin mahkum ettiği cürümler bugün de dünyanın birçok bölgesinde, ama en vahim şekilde de Avrupa Konseyi ve NATO üyesi, Avrupa Birliği adayı Türkiye tarafından daha da hin oğlu hin şekilde işlenmeye devam ediyor.

Paris'te kurulacak uluslararası halklar mahkemesinin hazırlık dosyalarında Tayyip iktidarını mahkum edecek sayısız belge ve tanıklık şimdiden fazlasıyla mevcut.

Aslında Türkiye'deki baskı rejimi bir uluslararası mahkemede ilk kez de yargılanmıyor.

Bundan 30 yıl önce Almanya'nın Köln kentinde kurulan "12 Eylül Rejimine Karşı Uluslararası Mahkeme" Kenan Evren ve hempasını insanlığa karşı işledikleri suçlardan dolayı mahkum etmişti.

Bu mahkeme jürisi şu uluslararası şahsiyetlerden oluşmaktaydı:

Karola BLOCH (Yazar, Almanya), Gerd PFİSTERER (Rheinhausen-Krupp fabrikasında işçi temsilcisi, Almanya), Prof. Norman PAECH (Hamburg Ekonomi Politik Yüksek Okulu Profesörü), Ellen OLMS (Alman Parlamento Yeşil Milletvekili), Barbara KLAWİTTER (Avukat, Cumhuriyetçi Avukatlar Birliği Temsilcisi, Almanya), Monika GANSEFORTH (Sosyal Demokrat Parti Milletvekili, Almanya), Susanne RİEGER (3. Dünya Ülkeleriyle Dayanışma Örgüt ve inisiyatifleri Federal Almanya Konferansı Temsilcisi), Jef ULBURGHS (Avrupa Parlamentosu Üyesi, Belçika), Zoey MOGKADİ (Pan Afrikan Kongresi Temsilcisi, Güney Afrika), Auke İDZENGA (Milli Şeker İşçileri Sendika Delegesi, Filipinler), Karam KHELLA (Yazar, Mısır), Bahman NİRUMAND (Yazar, İran), Hjördis LEVİN (Tarih Bilimcisi, İsveç), Iphigenia VOMVA (Yunan Parlamentosu Üyesi Rula KAKLAMANAKİS adına tam yetkili), Geogre BELAVİLAS (Yunan Sol Partisi), JOOST LAGENDIJK (Pasifist Sosyalist Partisi Uluslararası Sekreteri, Hollanda), Christian SCHİCKERT (Yeşil Parti, İsveç) ve Hesse KARLSSON (Komünist Partisi, İsveç).

10-11 Aralık 1988 tarihlerinde iki gün süren duruşmalarda 12 Eylül rejiminin mağduru olan yazar, öğretmen, hukukçu, sendikacı, insan hakları savunucusu aşağıdaki kişiler tanıklık yapmışlardı:

Nihat Behram, Doğan Özgüden, Ömer Polat, Enver Karagöz, Şerafettin Kaya, Yücel Top, Gültekin Gazioğlu, Turgan Arınır... Sağlık durumu müsait olmadığı için Prof. Server Tanilli de tanıklığını mahkemeye yazılı olarak bildirmişti.

Tanıklıkları ve belgeleri değerlendiren jüri 12 Eylül rejimini aşağıdaki nedenlerle mahkum etmişti:

- Türk ve Kürt halklarının politik ve sosyal haklarına genel bir saldırı olan 12 Eylül 1980 Askeri Darbesi toplumun çok büyük bir bölümüne ölçülemeyecek derecede acı vermiş, politik muhalefetin ezici çoğunluğunu fizik ve psikolojik olarak hareket edemez hale getirmiştir.

- 12 Eylül 1980'den bu yana en az 229 kişi işkencede öldürülmüş, 50 kişi idam edilmiş, yüzlercesi de değişik şekillerde katledilmiştir. Bir milyonun üzerinde insan için soruşturma açılmış, 650 bin kişi tutuklanmış, 210 bin dava açılmıştır. Politik düşüncelerinden dolayı 30 bin insan ülkelerini terk etmek zorunda kalmıştır.

- 7.11.1982 tarihinde kabul edilen Anayasa, askeri diktatörlüğü bir demokrasiye çevirememiştir. Tam tersine: Darbenin politik hedefi olan egemen ilişkileri koruma ve siyasi muhalefeti tümden baskı altına alma girişimi, bu anayasayla ve buna uygun olarak hazırlanmış yasalarla (Siyasal Partiler Kanunu, Dernekler Kanunu ve Yüksek Öğretim Kanunu) kalıcı hale getirilmiştir.

- Anayasanın geçici 15. maddesi cuntanın 12 Eylül 1980'den itibaren yaptığı tüm uygulamaların anayasaya uygunluğunun tartışılmasını yasaklamıştır.

- Anayasanın 14. maddesi her türlü Marksist ve sosyalist siyasi faaliyeti yasaklamıştır. Sosyalist içerikli kitaplar yakılmış ve dağıtılmaları yasaklanmıştır.

- Kişilerin hak ve özgürlüklerini devlete karşı güvence altına alma temel prensibi bu anayasada askeri rejimin sivil giysiler altında devamını güvence altına alacak şekilde ifade edilmiştir.

- Basın özgürlüğü sadece askerlerin istekleri ölçüsünde tanınmaktadır. Her eleştirel haber veren gazeteci her an tutuklanma ve hakkında dava açılma durumu ile karşı karşıya kalabilir.

- 1980'den sonra başlayan toplu davalar sıkıyönetimin kaldırılmasından sonra da askeri mahkemelerde sürdürülmektedir.

- Ünlü işkence merkezi DAL hâlâ varlığı sürdürmektedir, Türkiye'de işkence hâlâ devam etmektedir.

- Sadece devlete bağlı bir sendikal konfederasyona izin verilmektedir. Sendikal hak ve özgürlükler işverenlerin çıkarları doğrultusunda oldukça sınırlandırılmış ve devletin kontrolü altına sokulmuştur.

- Askeri darbeden sonra kadın hakları önemli ölçüde sınırlandırılmıştır. Kadınlar, özel olarak kadınlık gururunu zedeleyici işkence ve aşağılamalarla karşılaşmışlardır. Siyasi takibata uğrayan kişilerin eşi ya da annesi olmalarından dolayı kadınlar suç ortağı gibi görülmüş ve bu nedenle özel baskı uygulamalarına tabi tutulmuşlardır.

- Jüri çok sayıda delile dayanarak Türkiye hükümetinin Türkiye sınırları içinde yaşayan yaklaşık 12 milyon Kürt'ün varlığını inkâr ettiğini tespit etmiştir. Her türlü baskı araçları kullanılarak bu halkın tarihsel varlığı yok sayılmaktadır. Hatta Kürtlerin ana dillerini kullanmaları, çocuklarına kendi isimlerini vermeleri yasaklanmakta ve bunlar cezalandırılmaktadır. Bu politika. Birleşmiş Milletler kararlarının ihlalidir.

Jüri kararında ayrıca ABD ve Almanya'nın da içinde yer aldığı bazı ülkelerin Türkiye'deki baskı rejimine karşı çıkmamak, aksine destek vermek suretiyle 12 Eylül rejimin suçlarına ortak olduğunu açıklamıştı.

Evet, Vietnam duruşmalarının üzerinden 50 yıl, Köln duruşmalarının üzerinden ise 30 yıl geçti. Kavga, her alanda olduğu gibi, uluslararası planda da tüm boyutlarıyla sürüyor.

Öyle ki Türkiye'deki islamcı-faşist rejimin başındaki kişi işlediği bütün insanlık suçlarına rağmen, üstelik Avrupa liderlerini "nazilik"le suçlayacak kadar ileri gittiği halde, Paris'te Fransız Cumhurbaşkanı Macron tarafından Elysée Sarayı'nda ağırlanabilmektedir.

Bu bakımdan Paris'te toplanacak olan Uluslararası Halklar Mahkemesi'ne büyük sorumluluk düşüyor. Siyasal liderlerinin ikiyüzlü, tavizkar tavırlarına misilleme olarak bu mahkeme halkın ve adaletin sesini yükselterek Recep Tayyip Erdoğan ve hempasını mahkum etmelidir.

Özellikle de Fransız adaleti Paris'in orta yerinde üç Kürt kadın militanının alçakça öldürülmesi olayını hâlâ açıklığa kavuşturmadığı göz önünde tutulduğunda bu adaletin başka biçimde tecelli etmesi açısından da ivedilik taşımaktadır.

 

Önceki ve Sonraki Yazılar
Arşivi