Kayyum darbesi ve kardeşlik köprüsü

Kendi kaderini müstakilen tayin etmek dışında bir yol olmalı diye düşünen Kürtlere, en sert tondan ‘hayır’ deniyor: Özerklik yok, federasyon yok, hiçbir ara çözüm yok.

19 Ağustos – bir sivil darbe daha! Her darbe gibi, bu da sabaha karşı geldi. Saat 05.00’te Diyarbakır (Amed), Mardin ve Van büyükşehir belediyelerine zorla giren polis, etraflarını bariyerlerle çevirdi. HDP’nin elindeki üç büyükşehir belediyesine İçişleri Bakanlığı tarafından el konuldu. Daha beş ay önce seçilmiş Belediye Eş Başkanlarının yerine Valiler kayyum olarak atandı. Üç milyon yurttaşın demokratik iradesi, atanmış bir İçişleri Bakanı’nın kararıyla çiğnendi, yok sayıldı.

İçişleri Bakanlığı bu keyfi işleme dair somut bir gerekçe dahi sunamadı. Hep bildiğimiz, eş başkanlığa tahammülsüzlükleri dışında!.. Sözde gerekçeler şunlar: Belediye başkanları hakkında açılmış soruşturmalar, sonuçlanmamış davalar (ki bunlar zaten aday olduklarında da vardı), KHK’lıları işe aldıklarına dair yalan bilgiler (yalan, zira bu siyaseten doğru bir tutum olsa da, teknik olarak mümkün değil) ve asker-polis yakınlarına mobbing uygulandığına dair uydurmalar (bu yönlü hiçbir soruşturma da bulunmuyor, bize ulaşan bilgi; sadece, işe gelmeyen bankamatik personelinin tutanak tutularak işten atıldığı yönünde). Gerçi, adı üstünde darbe bu, darbenin gerekçesi mi olur?

Demek ki, Erdoğan’ın "Ağustos ayında zaferler halkasına bir yenisini ekleyeceğiz" dediği buymuş.

AKP, gücünü seçilmiş belediye başkanları üzerinde denemeye karar vermiş. Üç milyon yurttaşın yaşadığı üç büyükşehir belediyesine zorla el koymaya karar vermiş.

Kanunsuzlukta limitleri zorluyor AKP hükümeti. Tabii ki, her zaman olduğu gibi, önce Kürt coğrafyasında. Zulmün sivri ucunun her zaman ilk batırıldığı yerde. Hep kanayan bölgede. Umumi müfettişlerin, sıkıyönetim komutanlarının, OHAL valilerinin ve nihayet kayyumların hüküm sürdüğü illerde. Çünkü burada denenir ilkin bütün zulümler. Burada başarılı olursa, bu kez Batı’ya taşınır. Takrir-i Sükun’da da böyle olmuştu, 1990’larda da.

Aslında devlet, 18 Ağustos’ta (bir kez daha) Kürt coğrafyasındaki yurttaşla sözleşmesini askıya aldı. "Çözüm süreci" yaşanırken, Valilerin, Kaymakamların seçimle gelmesi, demokratik özerk bölgelerin kurulması tartışılırken, şimdi belediyelerin kaldırıldığı noktadayız. AKP iktidarı Kürt ulusal hareketinin bütün görünümlerine karşı, isterse yasal olsunlar, en ağır devlet şiddetini uyguluyor. Kendi kaderini müstakilen tayin etmek dışında bir yol olmalı diye düşünen Kürtlere, en sert tondan ‘hayır’ deniyor: Özerklik yok, federasyon yok, hiçbir ara çözüm yok. Hatta, belediye başkanlığı da yok. Yaşayan Diller Enstitüsü de yok. Kürt ulusunun varlığına, diline, kültürüne, siyasal mücadelesine karşı yok edici bir saldırı devrede.

AKP iktidarı, Kürdü nefessiz bırakır, teslim alırsa ülkenin geleceğine damga vuracağı sanrısı içerisinde. 7 Haziran 2015 seçimlerinden sonra olduğu gibi, 31 Mart- 23 Haziran yerel seçim bozgunları sonrasında da darbeci yöntemlerle Kürtlere yönelmesinin sebebi bu. Ne kadar güç kaybederse, o denli Kürdün boğazına sarılıyor. Kürde vurmak halen ‘iş yapan’ bir siyaset çünkü. Dahası, Kürtler güçlü direniyor bu iktidara karşı. Ve hala Türkiye halklarının, Kürt halkına karşı şoven önyargıları kırılmış değil.  

Kayyum, hırsızlık demektir. Hem demokratik iradenin gaspı anlamında hırsızlıktır, hem de kaynakların yağmalanması anlamında. 31 Mart’ta hepsi yenilen kayyumların arkalarında bıraktıkları borç dağı, bu yağmayı ispatlıyordu. AKP bu soygun çarkının devamını istiyor. Tıpkı İstanbul’da seçim iptaliyle, Ankara’da uyduruk bir dava ile yapmaya çalıştıkları gibi. Kapitalist krizin en keskin döneminde belediyelerden rant dağıtmak AKP’nin can suyu gibi. Hele de Gül-Babacan ekibinin bölgedeki AKP tabanından belli bir hüsnü kabul göreceği ayan olmuşken. Hele de Haziran ayı sanayi verileri ekonomik krizin yeniden derinleşmekte olduğunu göstermişken.

Diğer yandan kayyum, kriminalize etmek (suçlu göstermek) demektir. İstanbul seçimlerinde (tarihinde ilk kez) AKP’yi 2. parti konumuna düşüren geniş taban ittifakının dağıtılması için, kayyumların devreye sokulduğunu söyleyebiliriz. 31 Mart AKP’nin yenilebilir olduğunu göstermişti. 19 Ağustos ise, AKP’nin kanun tanımazlık gösterisidir. Yenilsem dahi gitmem, bağırışıdır. Eğer bütün muhalefet kitlelerinden aktif ve güçlü bir yanıt almazsa, sıranın önce Ankara’ya, sonra İstanbul’a geleceği daha şimdiden kulislerde konuşulmaktadır. Eğer 31 Mart’ta kentlerde oluşan muhalefet odağı kayyumlara sessiz kalırsa, AKP konumunu güçlendirmiş olacaktır.

19 Ağustos darbesi, AKP-MHP faşist bloğu hakim olduğu sürece, her kazanımın ancak kısmî bir kazanım olabileceğini hepimize bir kez daha hatırlatmış oldu. Nihayet Saray hala orada ve bütün güç, ellerinde. Ama bu hamlesi boşa düşürülür, Türkiye halkları Diyarbakır, Van, Mardin belediyelerine sahip çıkabilir, toplumsal muhalefet güçlü bir dalgakıran örmeyi başarırsa, işte o zaman değişim dinamiği hızlanacaktır.

Demek ki mesele; İstanbul, Ankara, Adana, Mersin, Antalya... ve İzmir’den, Diyarbakır, Van ve Mardin’e bir kardeşlik köprüsü örebilmektedir. Mesele birlikte kazanılanı, birlikte koruyabilmektir.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Alp Altınörs Arşivi