iyi mi böyle?

türkiye cumhuriyeti ise komşularının çoğuyla sorunlu bir ülkeydi, şimdi dünyanın birçok ülkesinin kınadığı, yaptırımlar uygulamayı müzakere ettiği ve uyguladığı bir ülke haline geliyor.

okumuşsunuzdur, "harekât"ta kullanılan bombaların üzerine "12. dönem astsubay kursiyerler olarak sayın nedim şener’e teşekkür ediyoruz" yazılmış.

filistin’e aşina olanların aklına hemen, israilli çocukların gazze saldırısı sırasında bombaların üzerine adlarını yazmaları gelmiştir.

nedim şener’e teşekkür edilmesinin nereden icap ettiğini bilmeyenler olabilir. yazayım. kendisi, camilerde fetih suresinin okunmasını eleştirenler cevabı yapıştırmış: "rahatsız olanlar israil’in duasına katılabilir."

gelin görün ki, işler pek böyle açıklanabilecek gibi değil. sadece filistin’in iki direniş örgütünün, fhkc ve fdhkc’nin kınama mesajlarını kastetmiyorum. arap birliği, harekâtı, "bir arap devletinin toprağını işgal ve egemenliğine saldırı" olarak tanımladı. (arap birliği’nin 2011’de suriye’nin üyeliğini askıya aldığını da hatırlatayım.)

türkiye medyasının önemli bir kısmı böyle şeyleri "büyük küstahlık" falan diye aktarmayı sever. aynı tanımlamayla karşılanacak başka kararlar da geliyor. örneğin yine cumartesi günü almanya ve fransa türkiye’ye silah satışını durduracağını açıkladı. daha önce de hollanda, finlandiya ve norveç de silah satışını askıya aldıklarını açıklamıştı. (evet, özenmelere doyamadığınız minnoşunuz norveç sağa sola silah satıyor!) fransa cumhurbaşkanı macron -daha silah satışının askıya alınması kararı çıkmadan önce- trump’ı arayarak bu operasyonun bitirilmesi gerektiğini de söyledi. iran’da cuma hutbesinde harekât kınandı, türkiye’nin daimi müttefiki barzani dahi savaşın durdurulması için elinden geleni yapacağını açıkladı. avrupa’nın birçok şehrinde yapılan protesto gösterilerini de sadece kürt ve türk diasporasıyla açıklamak mümkün değil. o gösterilerde güney kürdistan bayrağının da dalgalanması önemsiz değil. uzun yıllardır özellikle avrupa’da, pyd’nin, bir zamanlar 1936 ispanya devrimi’nin gördüğü ilgiyi görmesi, benzer bir ümit yaratması da. devletler böyle şeyleri önemsememeyi tercih eder ama her zaman onları da etkileyecek sonuçları olur.  

britanya’daysa farklı partilerden 70 parlamenter dışişleri bakanı’na ulaştırdıkları mektupta harekâtın sonlandırılması için britanya’nın adımlar atmasını istedi. bir de tabii gündemde abd kongresi’nin yaptırımlar kararı var; ancak bunun gerçek bir ihtimal olup olmadığını söylemek zor.

batı’dan hep olumsuz ifadelerle bahseden, dilinden "batı’nın ikiyüzlülüğü"nü düşürmeyenler, doğu’dan gelen kınamaları umursamıyor ve tabii bu çifte standart falan sayılmıyor. aklımıza ister istemez tarık ali’nin, "sözler israil’i yaralamıyor…" diye başladığı konuşma geliyor. sözler hiçbir devleti yaralamaz ama yaptırımların etkili olması bir ihtimal.

sdg komutanı redûr xelîl cumartesi günü yaptığı açıklamada, "uluslararası koalisyona neden bizimle beraber savaşmadıklarını sormuyoruz fakat uçuşa yasak bölge konusunda verdikleri sözü tutmalılar," dedi.

ama açıklamasında önemli bir konu daha vardı; ışid’lilerin ne olacağı.

bu harekâta girişilmesinin gerçek sebepleri sayılırken iç politikaya etkisi çok anıldı. gerçekten de bir hafta önce gündemde olan bütün konuların –deprem tehlikesi de dahil- gündemden düşmüş olması bu tahminin gerçekçi olduğunu gösteriyor. ancak ışid’in derdine derman olunması pek gündeme gelmemişti. süleyman soylu’nun, "dünyanın bunlardan ödü kopuyor, bizle beraber ittifak etmelerinden başka bir şey söz konusu değil, sakin olalım, rahat olalım," sözleri, ışid maharetiyle kendisi ve yakınları bombalanmış olanlar açısından bizatihi rahat kaçırıcı mahiyette. sadece türkiye’yi değil, başta avrupa olmak üzere bütün dünyayı kastediyorum. yani artık ılımlı şeyler falan yok, durum gayet açık. ışid hortluyor, hortlatılıyor. sdg komutanı redûr xelîl, yine aynı açıklamada ışid’lileri bu zamana kadar kontrol altında tutabildiklerini ancak savaşın şiddetlenmesi halinde önceliklerinin halkı korumak olacağını söyledi.

bütün bu toz duman arasında, düğümlerden birinin burası olduğunu düşünüyorum. ışid’i kim koruyor, kim engelleme derdinde? bbc’ye göre sdg'nin elindeki hapishanelerde 12 bin ışid’li var ve el hol gibi kamplarda bunların 70 bin yakınının kaldığı tahmin ediliyor. herhangi bir çatışma durumu dışında bu insanların firarı kolay kolay mümkün olabilir mi?

diğer yandan, suriye’de herhangi bir çözüm için sdg ve şam yönetiminin masaya oturması gerektiği açık, zaten bu konu son günlerde de defalarca gündeme geldi; iran suriye, sgd ve türkiye arasında arabuluculuk yapma teklifinde bulundu. öyleyse sahada iran’la birlikte olan rusya neden bu harekâta, o sevilen terimle "yeşil ışık" yaktı? bence ikinci düğüm burada; sgd’nin o masaya eli zayıflamış olarak oturması isteniyor.

bu mümkün olacak mı? henüz savaşın başındayız, özellikle kayıplarla ilgili şu anki veriler belirleyici değil. ancak hava sahası açık kalırsa, türkiye silahlı kuvvetleri ve müttefiki olan, cihatçılardan mürekkep suriye milli ordusu’nun, bölgedeki kürtlere hem askeri anlamda hem de sivil kayıplar verdirme ihtimali yüksek.

ama işte böyle durumlarda kimin kime ne kadar kayıp verdirdiği her zaman belirleyici olmayabiliyor. kürtler bölgenin en önemli devlet-dışı güçlerinden biri haline gelmişti, artık dünyanın pek çok ülkesinin diplomatik desteğine sahip olan, yaptırımlarla korunan bir güç de oluyor. türkiye cumhuriyeti ise komşularının çoğuyla sorunlu bir ülkeydi, şimdi dünyanın birçok ülkesinin kınadığı, yaptırımlar uygulamayı müzakere ettiği ve uyguladığı bir ülke haline geliyor. bu durumun orta hatta kısa vadede sonuçlarının olacağı muhakkak. büyük insani kayıplar pahasına bu tabloyu yaratanlar o vadede nasıl davranacaklar, ne diyecekler, kendi adıma merak ediyorum.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Arşivi