solun bir suriye politikası neden olmadı?

bugün bu insanların yanında durmak, onları bu ülkeye sürükleyen, açlığa, sefalete, binbir zulme mahkûm eden savaş sürerken bir de canlarının tehlikeye atılmamasını sağlamak sola düşer.

suriye, 2011’den beri, hatta konuyla ve bölgeyle ilgilenenler için çok daha uzun bir süredir hayatımızda, gündemimizde. öyleyse bu konuda neden tutarlı, bütünlüklü bir sol politika çizilemedi?

bunun birinci sebebi, solun bir kesiminin suriye’de olup biteni bir devrim olarak nitelendirmesiydi. bu bence türkiye açısından, çok konuşulan "yetmez ama evet"ten çok daha derin bir fay hattı. bu iddiada olanlar zaman geçtikçe seyreldi ama tamamen tükenmedi.

suriye’nin bugünkü iktidarından "rejim" olarak söz edilebilir mi? bütün insan hakları ihlallerine rağmen ben etmemekten yanayım. kaldı ki bölgede "rejim" arıyorsak o kadar uzağa gitmeye gerek yok. ama şunu da hatırlatmak isterim, bugün dünyada benimsenecek, desteklenecek hiçbir rejim yok. ama saldırı altında olduğu için savunulacak ülkeler var ve suriye bunlardan biri. ama türkiye’de "esatçı" olmak sol açısından suriye politikası sayılamaz.

rusya’nın iç savaşın belli bir aşamasında sahaya inmesi ve böylece suriye’ye musallat olan emperyalist güçler karşısında bir denge unsuru olması elbette ki çok olumlu bir gelişme oldu. ama rusyacılık da –kendilerini solda tanımlarlar mı emin değilim ama irancılık da- bir politika olamaz çünkü sol politikanın bir niteliği de kitleleri harekete geçirecek önerilerde bulunması.

kürt özgürlük hareketi’nin rojava’da yarattığı gerçeklik bu iç savaşın en önemli kilometre taşlarından biri ama suriye konusuna sadece bu gerçekliği tanıyarak bakmak da yetersiz.

avrupa birliği’nin demokrasinin beşiği, kaynağı ta kendisi olduğunu savunarak da soldan bir suriye politikası inşa edilemez çünkü suriye’de tekfirci güçlere silah ve mühimmat sağlayanlar bizzat bu ülkeler.

iş bununla bitmiyor. başta ışid olmak üzere birçok selefi gücün saflarında avrupa vatandaşlarının bulunduğunu biliyoruz. bunların bir kısmı müslüman kökenli, bir kısmı müslümanlığı sonradan seçmiş. müslüman kökenli olanların, doğup büyüdükleri avrupa ülkesinde karşı karşıya kaldıkları islamofobinin bu kararlarında etkili olmaması mümkün mü? bu ülkeler, bu insanların yaşadıkları yerde isyan edeceklerine, suriye’ye gitmelerini tercih etmedi mi? nitekim, hasan nasrallah, avrupa’daki ışid eylemlerinden birinin ardından, "buraları karıştırmak için gönderdiler, o insanlar geri döndü, avrupa’da eylem yapıyor" mealinde bir şey söylemişti. bu ülkelerin, suriyelileri ağırlaması için türkiye’ye fon sağlamasının sebebi de bu değil mi?

sendika.org ve yeni yaşam gazetesi yazarı ve savaşın kritik bir döneminde hatay’da bulunan ali ergin demirhan türkiye’deki patlamaların çoğunun türkiye kökenliler tarafından gerçekleştirildiğine dikkat çekti, haklı olarak. ama bölgede ışid vb. cihatçı güçlerin varlığı, kuvvet kazanması suriye savaşı sayesinde oldu.

türkiye, suriye’ye bu kadar bulaşmasını tabii ki bugün bir ümit gibi gösterilen ahmet davutoğlu’nun dış politika vizyonuna borçlu.

yani aslında her şey iç içe. nitekim bugün özellikle istanbul’da bulunan suriyelilere yönelik saldırganlığın iktidarın istanbul belediye seçimlerinde yaşadığı hezimetle doğrudan alakası var.

hâl böyleyken, bütün bunlar üzerine konuşmadan sadece suriyelilerin geri gönderilmesi meselesine odaklanmak yardımseverliğin, diğerkamlığın gereği ama yardımseverliğin siyaset olduğunu söylemek mümkün değil.

bugün bu insanların yanında durmak, onları pek de yaşamak istemedikleri bu ülkeye sürükleyen, açlığa, sefalete, binbir zulme mahkûm eden savaş sürerken bir de canlarının tehlikeye atılmamasını sağlamak sola düşer. yakalarından tutulup gönderilmeye çalışılanlara el uzatalım ama bu seferlik olsun, işi bununla bırakmayalım. çünkü masalar devrilip masalar kurulurken halkın olup bitenden haberdar olma hakkı -demokrasi diye bir şey varsa birincil gereklerinden biri ve- solun sorumluluğu.

öyleyse soralım, neden şimdi, niye böyle? durdurmak için ne yapabiliriz?

Önceki ve Sonraki Yazılar
ayşe düzkan Arşivi