20’li yaşlardaki gençler ilk kez görecek

O kadar unutmuşlar ki televizyon programında karşı karşıya gelip konuşabilmeyi, sınavla karıştırıyorlar. Niyeyse de akıllarına hep ‘şaibe’ geliyor.

Biri CHP’nin Grup Başkan Vekili diğeri AKP’nin Genel Başkan Yardımcısı. İki gün boyunca "müzakere" ediyorlar. Elbette onların müzakeresinin öncesi de var. Ama hadi onu geçelim.

Bu iki siyasetçi iki gün boyunca iki belediye başkan adayının televizyonda nasıl karşı karşıya geleceklerini konuşuyorlar. Elbette sadece ikisi konuşmuyor, her ikisi de kendi adayı ve genel başkanı ile de konuşuyor. O mu olsun, bu mu olsun, şu mu olsun? Öyle mi olsun, böyle mi olsun? Şurada mı olsun, burada mı olsun? O mu yönetsin, bu mu yönetsin?

Sonra o iki siyasetçi yani Engin Altay ve Mahir Ünal, ortak bir basın açıklaması yapıyorlar. Kameraların karşısına geçip, büyük mutabakat metnini açıklıyorlar!

Gören duyan da sanacak ki ülkenin en önemli sorunlarından birisini oturup tartışmışlar ve ortak bir noktada buluşmuşlar.

Kamuoyuna duyurdukları şey dünyanın en sıradan olayı. Türkiye’nin ise 17 yıldır görmediği bir olay.

Neymiş efendim tek bir televizyon kanalında olmayacakmış iki adayın buluştuğu program, Lütfü Kırdar Kongre Merkezi’nde yapılacak dileyen herkes yayınlayabilecek, iki adaya eşit süre verilecek ve eşit soru sorulacak. İki erkek siyasetçi moderatör olarak da bir erkeğin ismini açıklıyor. Maddeler tek tek kağıda dökülüyor, imzalanıyor ve gazetecilere dağıtılıyor.

Televizyonlara güvensizlik öyle bir boyuta ulaşmış ki mutabakat metnine "canlı yayının iki parti tarafından görevlendirilmiş özel bir ekip tarafından yapılacağı" ekleniyor.

Ve Türkiye o açıklamanın ardından bu olayı tartışmaya başlıyor. Niye o yönetmedi, niye bu yönetiyor?

Yetmiyor, moderatörün "taraflılığı" gündeme geliyor. "Küçükkaya soruları İmamoğlu’na verdi mi acaba" diye soruyorlar. Kendini gazeteci sanan bir yandaş "Pazar gününe kadar yatağını yorganını ekmeğini suyunu al Taksim’de fanus içinde yaşa ki şaibe olmasın" diyor.

O kadar unutmuşlar ki televizyon programında karşı karşıya gelip konuşabilmeyi, sınavla karıştırıyorlar. Niyeyse de akıllarına hep "şaibe" geliyor.

Binali Yıldırım, sanki Küçükkaya’yı öneren kendisi değilmiş gibi bir partilinin "İsmail Küçükkaya taraf" sözüne "Kim olursa olsun vız gelir tırıs gider. Önemli değil. Hiç kimse hiçbir bahanenin arkasına sığınmasın. Elhamdülillah alnımız ak başımız dik" diye yanıt veriyor.

Oysa o Binali Bey, 31 Mart öncesi İmamoğlu’nun çağrısını "Konuşuyoruz zaten. Bütün adaylar, sahada konuşuyor, İstanbullular da dinliyor. 31 Mart'ta ise karar verilecek" diyerek reddetmişti.

Oysa dünyada o kadar normal ki adayların televizyonda canlı yayında karşı karşıya gelmesi. Ve bir o kadar eski ki.

Taa 1858’lere dayanıyor. Abraham Lincoln ile senatör Stephen Douglas, 19. yüzyılda ABD’de halkın karşısında tam altı kez karşı karşıya gelip tartışmış.

20. yüzyılda televizyonun icadıyla birlikte tartışma ekranlara taşınmış. Ve 1960’lardan sonra da düzenli hale gelmiş.

Sadece ABD’de değil elbette İngiltere, Fransa, Almanya, Kanada, İtalya, Danimarka, Avustralya, Güney Kore, Tayvan, Afganistan, İran’da da yapılıyor bu tür tartışmalar.

Amaç kararsız seçmeni etkilemek elbette.

ABD’de bu oranın yüzde 25’lerde olduğu tahmin ediliyor. Türkiye’de 17 yıldır yapılmadığı için nasıl bir etkisi olacağını hep birlikte göreceğiz.

Medya AKP eliyle yok edildi, yüzde 90’ı ‘tek sesli’ hale getirildi, ekranlarda tartışma kültürü ortadan kaldırıldı. Ve biz sanki dünyanın en önemli olayını gerçekleştiriyormuşuz gibi iki adayın canlı yayında bir araya gelecek olmasının heyecanını yaşıyoruz.

Meclis'in en genç milletvekilleri de dahil Türkiye’de 20’li yaşlardaki gençler ilk kez iki adayın karşı karşıya gelişine tanık olacak.

19. yüzyılda başlayan bir kültürle 21. yüzyılda 17 yıl aradan sonra yeniden buluşma denemesi yapıyor Türkiye.

Kimbilir belki bir gün demokrasi ile de buluşma denemesi yapar.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Arşivi