Ceylanpınar neden çözülmek istenmiyor?

Polislerin öldürüldüğü evde parmak izine rastlanmayan, haklarında tek bir somut delil bulunmayan insanlar hâlâ hukuk savaşı verirken asıl soruların yanıtlanmayışı şüphe uyandırıyor.

Olay tarihi 22 Haziran 2015. Yani neredeyse dört yıl önceydi. İki polis Feyyaz Yumuşak ve Okan Acar, Ceylanpınar’da kaldıkları evde öldürüldü. Sonrası malum. Bu olay, çözüm sürecinin bitirilme gerekçelerinden biri sayıldı.

İki polisi öldürdükleri gerekçesiyle hiçbir somut delil olmamasına rağmen 7 genç uzun süre tutuklu kaldı, işkence gördü. Sonunda mahkeme 1 Mart 2018 tarihinde masum olduklarına karar verdi ve tahliye etti. Yaklaşık üç ay sonra açıklanan gerekçeli kararda "… her türlü şüpheden uzak, kesin ve inandırıcı delil bulunmadığı, yüklenen suçların sanıklar tarafından işlendiğinin sabit olmadığı tüm dosya kapsamından anlaşıldığından" denildi.

Denildi de her şey bitti mi? Elbette hayır. İki polisi kimin öldürdüğü sorusu hâlâ ortada duruyordu. Bu nedenle gerekçeli kararda Feyyaz Yumuşak ve Okan Acar’ın gerçek fail ya da faillerinin araştırılarak gereğinin yapılması için Cumhuriyet Başsavcılığı’na suç duyurusunda bulunulmasına karar verildiği belirtiliyordu.

Peki ne oldu?

İki polisin katilinin ya da katillerinin bulunması için ne yapıldı? Bu sorunun yanıtını henüz alamadık. Bu gidişle de alacakmışız gibi durmuyor. Neden mi?

Kısaca anımsayalım.

İki polisin kaldıkları dairenin karşısındaki daire boştu. Yakında evlenecek olan Murat Abir o daireyi tutmak istemişti. Akrabası Lütfi Abir ve arkadaşları Ömer Kılınç ile birlikte daireyi temizlemişlerdi. Savcıya göre bu kişiler "evi keşif amaçlı tutmuştu, temizlik bahanesiyle keşif yapmış, daha sonra iki polisi öldürmeleri için anahtarı örgüt mensuplarına vermişlerdi. Örgüt mensupları da balkondan geçerek iki polisi öldürmüştü."

Polisleri öldürdükleri gerekçesiyle dört kişi daha tutuklanmıştı. Onların da aslında olaydan hiç haberleri yoktu. Arabalarındaki bir haciz nedeniyle polis tarafından durdurulmuş daha sonra bir anda kendilerini "iki polisin katili" olarak hücrede bulmuşlardı. Kimisinin o gece Ceylanpınar’da olmadıklarına dair kamera kayıtları görmezden gelinmiş, nerede olduklarını ortaya çıkaracak HTS kayıtları kopyası bile alınmadan imha edilmişti. Olayla ilgili gözaltı sayısı 13’e çıkmıştı, sonunda ise 7’si tutuklu 9 kişi yargılandı.

Haklarında hiçbir delil yoktu. Tek "delil" kimler tarafından edildiği bir türlü ortaya çıkarılamayan iki ihbar telefonuydu.

Tutuklanmalarından 17 ay sonra 12 Ocak 2017’de evi kiralayan üç kişi tutuksuz yargılanmak üzere serbest bırakıldı. Bu üç kişi savcının iddiasının temelini oluşturuyordu. Aslında iddianamenin o gün çökmesi gerekiyordu ama öyle olmadı ne yazık ki.

Savcılık dört kişiyi hâlâ tutuklu yargılıyordu. Çünkü o meçhul telefonlarda "vicdanım sızlıyor" diyen iki kişi birbirinin aynı cümleleri kurarak dört kişinin ismini vermişti.

Şimdi bunları niye anımsattığıma gelelim.

Evet Ceylanpınar’da iki polisi öldürdükleri iddiasıyla yargılanan 9 kişi beraat etti. Haklarında herhangi bir somut delil bulunamadığına dair gerekçeli karar açıklandı. Ancak, savcı Ahmet Yatkın (ki bu olay sırasında beş savcı değişti) evi kiralayan Murat Abir ile temizlikte kendisine yardım eden Lütfi Abir ile Ömer Kılınç hakkındaki beraat kararına itiraz etti. Savcı iddianamesinde ısrarlıydı:

"Üç kişi keşif amacıyla evi tutmuş, polislerin oturduğu yan daireye nasıl geçileceğini keşfetmiş sonra da anahtarı eylem için gelen örgüt mensuplarına vermişlerdi."

Neyse ki Gaziantep Bölge Adliye Mahkemesi 18. Ceza Dairesi, savcılığın temyiz istemini reddetti.

Ancak şimdi polislerin aileleri bu üç kişi için dosyayı Yargıtay’a götürüyor.

Normalde bakıldığı zaman bir hukuki süreç işliyor. Evet doğru. Ancak hukuki süreç belki de iki polisin öldürülmesini aydınlatabilecek diğer noktalarda nedense işlemiyor. Açıkçası kılını kıpırdatmıyor.

Defalarca yazdık yine yineleyelim. Belki bu soruların yanıtları verildiğinde iki polisin kim ya da kimlerce neden öldürüldüğü ortaya çıkarılır. Tabii gerçekten olay aydınlatılmak isteniyorsa:

Öldürülen iki polisin arkadaşları Mustafa Bektaş, Metehan Daban, Enver Güler ve Burak Koru’nun olay gününe dair çelişkili ifadeleri neden dikkate alınmadı?

Polislerin öldürüldüğü eve hiç gitmediğini söylemesine rağmen evdeki 10 farklı parmak izinden dördü kendisine ait çıkan polis Burak Kuru hakkında neden hiçbir işlem yapılmadı? (Burak Kuru, aynı zamanda öldürülen polislerin otopsi tanığıydı ve hâlâ görevde)

2015 yılında yapılan ekspertiz raporuyla Burak Kuru’ya ait parmak izi bulunmasına rağmen söz konusu rapor dosyaya neden iki yıl sonra konuldu? Raporun konulmasını kim ya da kimler geciktirdi?

Olay günü sanıkların nerede olduğunu gösteren HTS kayıtları hiçbir kopyası alınmadan neden savcılık tarafından imha edildi. (Soruşturmayı yürüten ilk savcı Mehmet Kıvanç Kılsızoğlu tam fezleke yazılacağı sırada terfi etti. Ankara’ya Adalet Bakanlığı Bilgi İşlem Merkezi’ne hâkim olarak atandı. Ceylanpınar’da o kadar kıdemli savcı varken onun atanması herkesi şaşırttı. Kılsızoğlu bu yıl Nisan ayında da birinci sınıf hâkimliğe terfi etti. Söz konusu merkezde 15 Temmuz darbe girişimi sonrası ‘FETÖ’ şüphesiyle arama yapıldığını ekleyelim. Elbette gençleri tutuklayan ilk hâkim Nurettin Bulut’un da 15 Temmuz sonrası ‘FETÖ’den tutuklandığını da…

Otopsi savcısı dahil Ceylanpınar’da görevli 22 polisin yine "FETÖ"cü suçlamasıyla açığa alınıp, tutuklanıp, ihraç edildiğini de…)

Dört gencin üç yıla yakın tutuklu kalmasına gerekçe gösterilen ihbar telefonları hakkında neden hiçbir araştırma yapılmadı?

Öldürülen iki polis o gün markete gittiklerinde yanlarında olan diğer iki polis kimdi?

Polislerin öldürüldüğü evde hiçbir parmak izi bulunmayan, haklarında tek bir somut delil bulunmayan insanlar hâlâ hukuk savaşı verirken bu soruların bir türlü yanıt bulamayışı ister istemez insanı şüpheye düşürüyor:

Ceylanpınar cinayetleri aydınlatılmak istenmiyor mu? Arkasındaki karanlık çok mu derinlere uzanıyor?

Önceki ve Sonraki Yazılar
Arşivi