Celal Başlangıç

Celal Başlangıç

Soğan bulamazsanız bomba yiyin!

Bu savaş sürdükçe her emekçinin, her yoksul ailenin evinden bir genç, sofrasından değil bir dilim ekmek, artık bir tencere yemek eksilecek.

Türkiye’nin doğusundan, güneydoğusundan mevsimlik tarım işçileri trenlerle katar katar Karadeniz’in batısına taşınıyordu. Fındık toplama mevsimi başlamıştı.

Adapazarı istasyonunda inen mevsimlik tarım işçileri gar binasından dışarı çıkartılmıyordu. Kentin valisi "kamu güvenliği" nedeniyle böyle bir emir vermişti. Çünkü gelenler Kürt’tü.

Neredeyse boğaz tokluğuna çalışan Kürt tarım işçileri çoluk çocuk günlerdir istasyonda bekletiliyordu.

1999 yılıydı. Radikal için röportaj yapmak üzere Adapazarı’na gelip tarım işçilerinin bekletildiği toplama kampına benzeyen istasyona gittim.

Mevsimlik tarım işçileriyle konuşuyorduk. Sorunlarını, sıkıntılarını, ne denli zor koşullarda çalıştıklarını, ellerine üç kuruş para kalsın diye çocuklarının okula geç başladığını anlatıyorlardı.

Konuştuklarımdan birisi Bismil’den gelmişti.

"Geçinemiyoruz beyim" diyordu, "Gündelikler çok düşük. Günde 10 saat, 12 saat güneşin altındayız. Mevsim bitip evimize döndüğümüzde ancak boğaz tokluğuna çalıştığımızı anlıyoruz. Elimize üç kuruş para kalmıyor."

Ancak Bismilli işçiyi dinlerken bir ayrıntı dikkatimi çekmişti. Bütün dişleri silme sarı metaldi. "Altın olmalı" diye aklımdan geçirmiştim. Düşündüğümü soruyla karışık bir hükme dönüştürdüm:

"Yoksulluktan yakınıyorsun ama bütün dişlerini de altından yaptırmışsın…"

Acı bir gülümseme belirdi dudaklarında. "Yok beyim" dedi "Bunlar altın değil, top mermisinin kovanı. Kırıkhanlı diş teknisyenleri kış aylarında köy köy dolaşıp diş yapıyorlar. Parası olanlar porselenden, altından yaptırıyor. Bizim gibi yoksullar da ancak top mermisinin sarı kovanından diş yaptırıyor. Savaş ağzımızın içine kadar girdi anlayacağın."

Hayatımda hiç bu kadar utandığımı hatırlamıyorum.

Ertesi gün Radikal’de çıkacak röportajın başlığı o an atılmıştı:

"Savaş ağzımızın içine kadar girdi"

Tam 20 yıl önce yapılan röportajın başlığıydı bu. Üzerinden koca bir 20 yıl geçmiş. İktidarlar değişmiş. Ancak Türkiye’nin "savaş hali" daha da azgınlaşarak sürüyor.  Ağzımızdan giren savaşın neremizden çıktığına biraz daha yakından bakalım.

31 Mart seçimleri öncesi Erdoğan, Sivas mitinginde kendisinden kadro isteyen bir taşeron işçiye haddini bildiriyordu:

"Biz KİT’lere filan herkese kadrosunu verdik. Bizden bir şey beklemeyin. Bu toplantıyı provoke etmeyin. Bizler Cudi’de, Tendürek’te mücadeleyi verirken sizin söylediklerinize bakın. Ne diyorlar domates, ne diyorlar patates, düşünün ya düşünün bir merminin fiyatı nedir? Bizi George, Hans bir yerlerden vurmak istiyor. Bunlar da ona ön ayak oluyorlar."

Gerçekten nedir bir merminin fiyatı, hiç düşündünüz mü?... Neyse devam edelim.

Birkaç gün önce Amasya’da konuşan AKP iktidarının küçük ortağı MHP’nin lideri Devlet Bahçeli "savaş aşkına" gelmişti:

"Fırat’ın doğusunda F-16 olup uçacaksak, obüs olup patlayacaksak, bomba olup yağacaksak, ateş olup yakacaksak bunun icazetini de hiçbir yerden almayız, hiç kimseye de sormayız, sormayacağız."

Ama elbette obüs olup patlamanın, bomba olup yağmanın da bir bedeli vardı. Ama bu bedelin yanında yağmur gibi yağan zamların esamesi okunmamalıydı Bahçeli’ye göre:

"Sarımsağın yüzde 89, salçanın yüzde 90, çocuk bezinin yüzde 40 zamlandığını söylüyorsanız da, terörle mücadelenin artan maliyetlerini, bombaya, mermiye, askerî operasyonlara harcanan paraları hiç duydunuz, hiç hesap ettiniz mi?"

AKP-MHP iktidarının liderleri sıkıştıkça "Bir merminin, bir bombanın fiyatını biliyor musunuz?" diye soruyorlar ama 1983’ten bu yana yaşanan savaşların Türkiye’ye direkt ve dolaylı maliyetlerini hesaplamak neredeyse imkânsız.

Cumhur İttifakı’nın liderleri "Fiyatını biliyor musunuz?" diye soruyorlar ama bir yıl içersinde savaşa ne kadar harcadıklarını bir milletvekili çıkıp önerge vererek sorsa inanın yanıtlamazlar. Bir anda "ulusal güvenlik" mazeretinin arkasına saklanıp "devlet sırrı" yapabilirler. Fonların belirsizliğinden, örtülü ödeneklerin gizliliğinden geriye sisler içerisinde, ulaşılamayan bir "savaş maliyeti" kalır.

Bu memlekette de o kadar az insan var ki "Bombayı alan sizsiniz, mermiyi alan sizsiniz, bize soracağınıza önce siz söyleyin bakalım bu malzemelere harcadığınız paranın ne kadar olduğunu" diyecek.

Birkaç sınırlı kaynaktan iktidarların açıklamadığı mermi fiyatlarını ve yaklaşık 35 yıllık savaşın Türkiye’ye maliyetini çıkarmaya çalışalım.

Örneğin ekonomi yazarı Cüneyt Akman geçen yıl yayınlanan Kahrolsun İstibdat Yaşasın Hürriyet adlı kitabında Bahçeli’nin kastettiği "obüs olup patlama"nın maliyetini çıkartmaya çalışmış.

Akman’ın hesabına göre Fırtına obüsü dakikada altı-sekiz mermi atma kapasitesine sahip. Sadece dört mermi kadar atıldığı varsayılırsa bir saatlik bir salvo tek bir obüs 240-250 mermi anlamına geliyor. İki saatlik bir salvo için gereken obüs mermisi tam 500 adet.

Akman’ın yabancı kaynaklardan ulaştığı verilere göre bu tür mermileri 300-500 dolara da, üç bin – beş bin dolara da bulmak mümkün. Akman ortalama bir obüs mermisi fiyatını bin dolar var saymış. Buna göre bir obüsün iki saat salvosunun maliyeti 500 bin dolar/gün ediyor.

10 ay süren Fırat Kalkanı ve Zeytin Dalı operasyonlarında sadece üç ay günde iki saat salvo yapan bir Fırtına obüsünün mermi maliyeti 45-50 milyon dolar. Türkiye’nin elinde tahminen 300 kadar Fırtına var. Bunların sadece 100 kadarının Fırat ve Afrin operasyonlarında kullanıldığı varsayılsa bile bu obüslerin mermi maliyeti beş milyar doları buluyor.

Tek bir F-16’nın sadece bir saatlik uçuş maliyetini 22 bin 500 dolar olarak saptayan Akman şöyle bir hesap yapıyor:

"F-16 Viper, muhtemelen bizim F-16’lar gibi saatte ortalama yedi bin galon jet yakıtı yakıyormuş. Bunun da galonu zaman içinde değişmekle birlikte ortalama iki dolar olduğunu düşünürsek sadece şöyle bir saat dolaşması, hiç ateş açmasa bile 14 bin dolara mal olur. Böylece Afrin Harekâtı'nın ilk gün 72 uçakla yapıldığı bildirilen ilk sortilerinin sadece yakıt bedeli bile minimum bir milyon dolardır."

(Daha ayrıntılı bilgi için bkz. Cüneyt Akman / Kahrolsun İstibdat Yaşasın Hürriyet/ Tekin Yayınevi/ Haziran 2018)

Yaşar Üniversitesi Ekonomi Bölümü Öğretim Üyesi Doç. Dr. Ufuk Tutan "Türkiye ekonomisine son 30 yıllık terörün toplam maliyeti resmi açıklamaya göre 1,2 trilyon ABD doları; diğer bir deyişle yıllık maliyeti 40 milyar ABD doları yapıyor. Bu da son yıllarda verdiğimiz yıllık cari açık tutarına denk gelen bir meblağ ediyor" diyor. (16.03. 2016/Milli Gazete)

Cengiz Kapmaz ise Serbestiyet’teki  06.12.2016 tarihli makalesinde başka bir hesaplama yapmış:

"Türkiye otuz yıl boyunca çatışmalı bir süreç yaşadı, yaşamaya da devam ediyor. Bunun Türkiye’ye maliyeti 1,2 trilyon dolar oldu. Üçüncü Boğaz Köprüsü’nün ise Türkiye’ye maliyeti üç milyar dolar. Yani biz kaynaklarımızı savaşa harcamasaydık tam 400 adet üçüncü köprü inşa edebilecektik. Tam teşekküllü, modern tıbbi cihazlarla donatılmış bir hastanenin maliyet 5,6 milyon dolar. Eğer biz bu parayı hastanelere yatırmış olsaydık tam 214 bin 285 adet hastane inşa edebilecektik. Bir kişiye iş ve aş bulmak için gerekli yatırım maliyeti kişi başına 400 bin TL. Eğer biz bu 1,2 trilyonu savaşa değil iş ve aş hacmini arttırmaya harcasaydık tam 10 milyon 526 bin 315 kişiye istihdam sağlamış olurduk. Bunlar inanılmaz rakamlar. Biz bu rakamları hiçbir getirisi olmayan bir savaşta berhava ettik. Alın bu 30 yılı, bakın ekonomik göstergelere! Her iki yılda bir, her üç veya dört yılda bir ciddi kriz çıktığını göreceksiniz."

Önce Türkiye’nin içinde başlayan, sonra Irak’ın Kuzey’ine yayılan, şimdi de Suriye’de gırtlağımıza kadar gömüldüğümüz savaşın tek nedeni Kürt sorununu barışçıl ve demokratik temelde çözmek istemeyen Türkiye’nin "savaş iktidarları"dır.

Sadece ekonomik maliyeti değil, bir de her şeyden daha önemli olan insan kaybı var bu savaşın. Bu çatışmalı süreç hangi taraftan olursa olsun yoksul aile çocuklarının birbirlerini, komşuları öldürmelerine yol açıyor. Toplumda gerginliği, ayrıştırmayı, düşmanlığı arttırıyor. Göçler nedeniyle kentlerin dokusu bozuluyor.

Bu savaş sürdükçe her emekçinin, her yoksul ailenin evinden bir genç, sofrasından değil bir dilim ekmek, artık bir tencere yemek eksilecek.

Türkiye’yi yöneten AKP-MHP "savaşçı" bloğu ise gözümüzün içine baka baka "soğan bulamazsanız bomba yiyin" diyor.

Anlaşılmıştır herhalde 20 yıl önce ağımızın içine kadar giren savaşın bugün neremizden çıktığı!

Önceki ve Sonraki Yazılar
Celal Başlangıç Arşivi