Grexit… Brexit… Tayyipland’da da Trexit…

İslamcı-ulusalcı-militarist cephede bütünleşen iktidar ve ana muhalefet, ülkemizi insan haklarına ve özgürlüklere saygı evreninin dışında kalmaya mahkûm etmiştir.

Avrupa siyasal jargonunda yedi yıldan beri kullanımı en çok tekrarlanan kelime herhalde exit… Türkçede çıkış anlamına gelen exit ilk kez 2012 yılında büyük bir mali ve ekonomik kriz yaşayan Yunanistan’ın Euro bölgesinde kalıp kalamayacağı tartışılırken bu ülkenin kısaltılmış adına yamanmıştı: Grexit

Krizi atlatabilmek için AB patroniçesi Merkel’in Yunanistan’a dayattığı tedbirler özellikle emekçilerin yaşamını cehenneme çevirdi. Bunun acısını bir nebze çıkartabilmek için Yunanistan Başbakanı Çipras giderayak önemli bir hamle yaptı, 2. Dünya Savaşı sırasındaki Nazi işgali altında ülkesinin uğradığı maddi ve insani kayıpların tazminatı olarak Merkel’den 300 milyar Euro talep etti.

Bu miktar Yunanistan'ın yıllardır Avrupa Birliği, Avrupa Merkez Bankası ve Uluslararası Para Fonu'ndan almak zorunda kaldığı toplam 289 milyar Euro’luk borcu ödeyebilmesini sağlayacaktı. Ama Merkel, Yunanistan’a 50’li ve 60’lı yıllarda 115 milyon Mark ödediği gerekçesiyle talebi reddetti.

Yunanistan’ın Grexit’inden sonra "çıkış" eki üç yıldan beri Birleşik Krallık’ın, yani Büyük Britanya’nın kısaltılmış adına yamanmış durumda: Brexit… Bu seferki "exit"in konusu Yunanistan gibi Euro bölgesinden çıkış değil, daha farklı… Bir zamanların "batmayan güneş imparatorluğu" 1973’te Avrupa Birliği’ne katılmış olmakla birlikte, üye ülkeler arasında serbest dolaşıma olanak sağlayan Shengen bölgesine olduğu gibi para birliğini öngören Euro bölgesine de katılmış değil.

Aslında Birleşik Krallık’ın Avrupa Birliği’ne katılması pek de kolay olmamıştı. Tüm eski sömürgelerine İngiliz Milletler Topluluğu adı altında komuta etmeyi sürdüren ve geleneklerine kıskançlıkla bağlı bulunan Büyük Britanya, rakip bir oluşum olarak gördüğü Avrupa Ekonomik Topluluğu’na hiç de dostça bakmıyordu.

Buna rağmen, AET içinde sağlam bir müttefike sahip olmak isteyen ABD’nin bastırmasıyla, Birleşik Krallık 1961’de şeytanın bacağını kırıp üyelik başvurusunda bulunduysa da bu kez Fransa Cumhurbaşkanı De Gaulle, ABD’ye son derece bağımlı olan böyle bir ülkenin üyeliğine resmen karşı çıktı. Londra 1967'de birliğin kapısını ikinci kez çaldığında da yine De Gaulle’ün engellemesiyle karşılaştı.

De Gaulle'ün cumhurbaşkanlığının sona ermesinden sonra başlayan ısınma turları nihayet Ocak 1973’de Büyük Britanya’nın AET’ye üye olmasıyla sonuçlandı. Onun ardından AET’ye 1981’de katılan ilk ülke, albaylar cuntasının devrilmesinden sonra demokratikleşme sürecine giren Yunanistan oldu. Onu da yıllarca faşist diktatörlük altında yaşadıktan sonra demokratikleşme sürecine girmiş bulunan Portekiz ve İspanya’nın 1986’da AET’ye kabul edilmesi izledi.

Bu dört ülkeden ikisinin adlarına son yedi yılda farklı nedenlerle "exit" takısı eklenmiş durumda: Grexit ve Brexit…

AB üyeliği özellikle Kıbrıs ve Ege adaları konusunda komşusu Türkiye ile sık sık bunalım yaşayan, kendisini sürekli tehdit altında gören Yunanistan için bir güvence sağladığından Grexit hiçbir zaman gerçekleşmeyecek. Avrupa Birliği açısından da "Avrupa uygarlığının beşiği" sayılan Yunanistan’ın şu ya da bu nedenle kendiliğinden "çıkış" yapması ya da "dışa düşürülmesi" asla düşünülemez…

İngiltere’nin Brexit’inin nasıl ve ne zaman gerçekleşeceği ise hâlâ ortalarda… 2016 referandumunda yüzde 52 oyla AB’den ayrılmayı tercih etmiş bulunan Büyük Britanya halkının 12 Aralık erken seçiminde ortaya koyacağı irade son sözü söyleyecek.

Brüksel’de bu iki ülkenin de, İspanya ile Portekiz’in de AB’ye katılma süreçlerini gazeteci olarak yakından izledim. 70’li yılların ilk yarısında bizler Türkiye’deki 12 Mart faşizmine karşı mücadele verirken, Yunanistan, İspanya ve Portekiz’in anti-faşist direnişçileriyle sürekli dayanışma ve güç birliği içerisindeydik.

Faşist yönetimler yıkılıp da ülkeleri Avrupa Birliği’ne üye olduğunda onlardan bir bölümü Brüksel’deki AB misyonlarında görev üstlendiler, bazıları Avrupa Parlamentosu’na seçildiler… Yeni görevlerinde Türkiye’nin demokratikleşmesi mücadelesine de sürekli destek oldular.

Ama "exit", yani üyelikten çıkış, Yunanistan ve İngiltere’den sonra aşırı sağın süratle güç kazandığı birçok AB üyesinde de sık sık telaffuz edilir oldu.

Avrupa gazetelerinde yayımlanan haberlere göre Grexit ve Brexit dışında şu kelimeler de neolojizmde, yani söz türetiminde yerlerini almış bulunuyor:

            Frexit: Fransa için aşırı sağcı lider Marine Le Pen tarafından

Nexit: Hollanda’da aşırı sağcı PVV lideri Geert Wilders tarafından

Oexit: Avusturya’da aşırı sağcı lider Norbert Hofer tarafından

Swexit: İsveç’te aşırı sağcı İsveç Demokratları tarafından

Fixit: Finlandiya’nın Euro bölgesinden çıkmasını isteyen on binlerce imzacı tarafından

Dexit: Danimarka’da aşırı sağcı DPP tarafından

Gerxit: Almanya’da Euro bölgesinden çıkılmasını isteyen aşırı sağcı AfD tarafından

Spexit: İspanya’da aşırı sağcı Vox partisi tarafından

Bu ülkelerin her birinde aşırı sağ partiler giderek güç kazanmakta olsalar bile yakın vadede tek başına iktidar olmaları ihtimali çok uzak.

Ama "exit" isteminin varlığını sadece AB üyesi ülkelerle sınırlı tutmayıp AB’nin eşiğindeki ülkelere de dikkatle bakmak gerekir.

"Exit"in bir başka versiyonunun, yani Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’yle güvence altına alınmış olan temel hak ve özgürlüklere saygılı olma yükümlülüğünden "çıkış"ın oralarda sadece bir istem değil, yıllardır süregelen bir iktidar uygulaması olduğu açıkça görülür.

Evet, bugün konumuz, sadece AB aday üyesi değil, aynı zamanda Avrupa Konseyi asil üyesi olan Türkiye’dir… Bu ülkede islam gericiliğini, Türk ırkçılığını, militarizmi alabildiğine kullanarak insan haklarını, özgürlükleri sürekli ayaklar altına alan Tayyip Erdoğan’ın uyguladığı politikaya verilecek en uygun isim Trexit’tir…

Gayet haklı olarak sorulabilir: "Türkiye’de Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’ne ne zaman uyuldu ki şimdi çıkış yapılmış olsun?"

Evet dün 96. kuruluş yıldönümü ulusalcılar tarafından da islamcılar tarafından da bayrak ve asker sembolleri yüceltilerek kutlanan cumhuriyetin hiçbir döneminde insan hak ve özgürlüklerine saygı gösterilmedi.

Denebilir ki, cumhuriyetin ilanından sonra zaten insan hakları ve özgürlükler konusunda bağlayıcı hiçbir belge yoktu ki uyulmuş olsun…

Ama Türkiye’nin uymayı taahhüt ederek imza koyduğu İnsan Hakları Evrensel Bildirisi’nin 10 Aralık 1948’de, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin ise 4 Kasım 1950’de kabul edilmiş olduğu unutulmasın.

70 yıla yakındır Türkiye’de siviliyle, askeriyle, ulusalcısıyla, islamcısıyla kaç iktidar gelip geçti. Tüm bu dönemlerin yaşayan tanığıyım… Evet bu iki belge her daim büyük bir küstahlıkla hiçe sayıldı, insan hakları ve temel özgürlükler sürekli ihlal edildi.

2002’den beri Türkiye’de iktidarda olan Tayyip Erdoğan ve emir kulları, ilk yıllarında askeriyeden gelecek bir tasalluta karşı Avrupa’nın desteğini alabilme art hesabıyla bir süre bu belgelere sahip çıkar, saygı duyar göründüler… Ancak iktidarı garantileyip yasama, yürütme ve yargı erkleriyle ana akım medyayı cumhurbaşkanlığı sarayından güdümlü hale getirdikten sonra paslı dişlerini göstermekte gecikmediler.

IŞİD’i haritadan silmiş olan yiğit Kürt mücahitlerine açıkça ihanet eden ABD ve Rusya gibi süper güçlerin desteği ya da hoşgörüsüyle Kürt insanının Türk ordusu ve onun islamcı terörist çeteleri tarafından kendi topraklarından güneye sürülmesi, direnenlerin katledilmesi temel hak ve özgürlüklerin çiğnenmesinin inkâr kabul etmez kanıtıdır.

Trexit’in teyididir…

Unutulur mu? 1915 soykırımının ABD tarafından tanınması sırf Ankara’daki muktedirleri rahatsız etmemek için Obama da dahil Beyaz Saray’ın tüm sakinleri tarafından stratejik ve jeopolitik hesaplarla engellenmişti.

Trump’ın Kürtlere açık ihaneti, 1915’de tehcire tabi tutulan Ermenilerin sürüldüğü Deir ez-Zor’un 104 yıl sonra Türk ordusu ve onun islamcı terörist çetelerinin tehdidi altına düşmesi karşısında Kongre’nin ezici çoğunlukla Ermeni Jenosidi’ni tanıma kararı almasına Tayyip Erdoğan’ın gösterdiği tepki Trexit’in bir başka planda teyididir.

Hele hele Yenikapı ruhunun sadık bendesi olduğunu yıllardır defaatle kanıtlamış, Kürt milletvekillerinin hapsedilmesine, Rojava’nın işgaline açıkça destek vermiş bulunan ana muhalefet lideri Kılıçdaroğlu’nun Ermeni Soykırımı’nın tanınması kararına karşı Erdoğan’ın hınk deyiciliğini yapması, durumun vehametinin bir başka göstergesidir.

Evet, ne yazık ki, islamcı-ulusalcı-militarist cephede bütünleşen iktidar ve ana muhalefet, ülkemizi insan haklarına ve özgürlüklere saygı evreninin dışında kalmaya mahkûm etmiştir.

Bu, geri dönüşü olmayan bir Trexit’tir…

Önceki ve Sonraki Yazılar
Arşivi