Zemheri mareşallerinin 'komünist'liği…

Sovyet yardımını sağlama almak için alelacele sahte komünist fırkası kurup TKP liderlerinin katlinden hızla anti-komünistliğe geçişin ibretlik öyküsü...

Yarın zemherinin, yani 21 Aralık’ta başlayıp 40 gün süren karakışın son günü… Bu hüzünlü dönem, daha önce de yazdığım gibi, Türkiye solu için acılarla dolu. Yakın tarihlerde, bugünkü adıyla Ocak ayının 19’unda Hrant Dink’in İstanbul’da faşist kurşunlarıyla öldürülmesi, 99 yıl önce de eski adıyla Kânunisâni’nin 28-29’unda Türkiye Komünist Partisi kurucularının Karadeniz’de boğularak katledilmeleri…

Türkiye yakın tarihinin bu iki karanlık sayfası üzerine Artıgerçek de dahil mücadeleci medyada çok yazdım…

Hrant’ın katledilmesinin iki hafta önceki son yıldönümünde, bu cinayetin sanıklarından birinin, İstanbul Emniyet Müdürü Celalettin Cerrah’ın Belçika’ya kadar uzanan kirli ilişkilerinden birini açıklamıştım.

14 Kasım 2019’da, Mustafa Suphi ve yoldaşlarının katledilmesinden altı gün önce Mustafa Kemal'in TKP kurucuları hakkındaki kışkırtıcı konuşmasını belgeleyen TBMM tutanaklarını paylaşmıştım.

Mustafa Kemal'in hayli uzun olan konuşmasının diğer bölümlerinde, o dönemde Ankara yönetimine destek olan Sovyet Rusya’ya şirin görünmek için girişilen diplomasi manevralarına ve hattâ sahte bir komünist partisinin kuruluşuna ilişkin ibret verici bilgiler olduğunu vurgulamıştım.

Bakü’de Mustafa Suphi önderliğinde kurulmuş olan Türkiye Komünist Partisi’nin Türkiye’de örgütlenmesini engellemek için bizzat Mustafa Kemal’in talimatıyla 18 Ekim 1920’de Türk Komünist Fırkası (TKF) adıyla sahte bir komünist partisi kurulmuştu. Kurucuları arasında Mustafa Kemal’in yakın adamlarından Tevfik Rüştü Aras, Mahmut Esat Bozkurt, Celal Bayar, Yunus Nadi, Kılıç Ali, Hakkı Behiç Bayiç, İhsan Eryavuz, Refik Koraltan, Eyüp Sabri Akgöl ve Süreyya Yiğit vardı.

Hatta ve hatta, partiye Mustafa Kemal’in bizzat kendisiyle birlikte ordu paşalarından Fevzi Çakmak, Ali Fuat Cebesoy, Refet Bele, İsmet İnönü ve Kâzım Karabekir de üye olmuşlardı. Yine gerçek TKP’nin dünya komünist hareketi tarafından tanınmasını engellemek için Türk Komünist Fırkası, Komintern’e üyelik için başvurmuşsa da, sahtekârlık ayan beyan ortada olduğu için talebi kabul edilmemişti.

28-29 Ocak 1921’de Mustafa Suphi ve yoldaşlarının fiziken yok edilmesi, o dönemdeki Sovyet Rusya yönetiminin ve de Komintern’in bu cinayet karşısında tepki göstermemesi üzerine işi garantiye aldığına kanaat getiren Mustafa Kemal’in emriyle TKF’nin varlığına son verildiği gibi komünistliği çağrıştıracak her düşünce, eylem ya da örgütlenme yeni Türkiye yönetimi tarafından "vatan hainliği" olarak damgalandı.

TKP engelini ortadan kaldırdıktan kısa bir süre sonra Mustafa Kemal, 5 Ağustos 1921’de

TBMM’nin oybirliğiyle başkomutan ilan edilecek, yeniden üniforma giyip kılıç kuşandıktan sonra da 19 Eylül 1921’de yine TBMM tarafından oybirliğiyle Müşir (Mareşal) rütbesine terfi ettirilecek ve kendisine ayrıca Gazi ünvanı verilecekti.

Türk Ordusu’nun tarihinde Müşir (Mareşal) olan tek kişi Mustafa Kemal değildi… Başkumandanlık Meydan Muharebesi’nin savaş planları hazırlayan Fevzi Paşa da yine TBMM’nin oybirliğiyle 31 Ağustos 1922 tarihinde Müşir (Mareşal) ilan edilecekti.

İki mareşalli TC Devleti özellikle TBMM’nin 1925’te Takriri Sükûn Kanunu’nu kabul etmesinden sonra Kürtlere ve işçi sınıfına karşı tam anlamıyla gaddar kesilecek, Avrupa’daki Mussolini ve Hitler yönetimlerinden esinlenilen faşizan baskıları yasallaştırıp kurumsallaştıracaktı.

Dünyaca ünlü komünist şairimiz Nazım Hikmet’in polisiye bir komplo sonucu "orduyu ve donanmayı isyana teşvik" suçlamasıyla tutuklanıp askeri mahkeme tarafından ağır hapse mahkum edilmesinde ordunun başı sıfatıyla Mareşal Fevzi Çakmak belirleyici rol oynamış, mutlak yetkilerle mücehhez cumhurbaşkanı olmasına rağmen Mustafa Kemal Atatürk de bu utanç verici adaletsizliği önleyici hiçbir müdahalede bulunmamıştı.

Kısa bir süre için sahte da olsa "komünist parti üyesi" sıfatı taşıdıktan sonra, biri cumhurbaşkanı, diğeri genelkurmay başkanı olarak tüm anti-komünist baskıların birinci derecede sorumluluğunu paylaşan iki mareşalden Fevzi Çakmak’ın kaderinde, ömrünün son yıllarında, üstelik yıllarca desteklediği CHP iktidarı tarafından "komünist" diye damgalanmak da varmış…

1921 Kânunisâni’sinin çakma komünisti Mareşal Fevzi Çakmak’ın, tek parti döneminin silahendaz anti-komünistliğinden sonra yeniden "komünist" ilan edilmesi 1947’nin Kânunisâni’sine rastlıyor.

Dönem, toprak ağalığının ve büyük sermayenin "liberal" sözcüsü olarak piyasaya çıkmış olan, Türkiye’yi ABD emperyalizmine peşkeş çekme konusunda CHP’den hiç de geri kalmayan Demokrat Parti’nin 1950 seçimlerini kazanabilmek için toplumdaki tüm gayrimemnun kesimlere mavi boncuk dağıttığı, bu arada işçi sınıfının ve sol aydınların da desteğini almaya çalıştığı dönem…

Celal Bayar, Adnan Menderes, Refik Koraltan ve Fuat Köprülü CHP’den ayrıldıktan sonra DP’nin kuruluş hazırlıklarını yürütürken Tan Gazetesi yöneticileri Sabiha Sertel ve Zekeriya Sertel’in tüm muhalif aydınları demokrasi ve barış mücadelesinde bir araya getirmek amacıyla yayınladıkları Görüşler dergisine de destek olmaya, hatta yazı yazmaya söz vermişler.

Celal Bayar 1920’de Mustafa Kemal’in kurdurtup sonradan ihtiyaç kalmadığı için kapattırdığı sahte Türkiye Komünist Fırkası’nın üyeleri arasında da yer almış, daha sonra CHP milletvekili ve hatta iki yıl da başbakan olarak tüm anti-komünist uygulamalarda sorumluluk üstlenmişti.

Sol aydınlara desteklerinin sahteliği Görüşler’e söz verdikleri yazıları bir türlü yazmadıkları gibi, Sertel’lerin yönetimindeki Tan Gazetesi ve Görüşler Dergisi’nin yönetim yerinin ve matbaasının CHP’nin kışkırtması üzerine 4 Aralık 1945’te "milliyetçi gençlik" zorbaları tarafından yakılıp yıkılmasından sonra seslerini pek çıkartmamalarıyla belli olmuştu.

Mareşal Fevzi Çakmak da tam o günlerde devreye girecekti… Kendisi Mustafa Kemal’in herkesten çok güvendiği arkadaşıydı. Özel Kalem Müdürü Hasan Rıza Soyak'ın anlattığına göre Atatürk, kendisinin halefi olarak Fevzi Çakmak'ı görmekteydi. Ne ki, Atatürk 1938’de öldüğünde, ordunun başında bulunan Fevzi Çakmak feragat göstererek İsmet İnönü’nün cumhurbaşkanı olması için ağırlığını koymuştu. Ama 12 Ocak 1944’te İnönü kendisini emekliye sevk edince, Çakmak bunu bir türlü hazmedememiş, çok partili rejime geçildikten sonra kurulan CHP’ye karşı tavır alarak Demokrat Parti’yi desteklemiş, 21 Temmuz 1946 seçimlerinde de bu partiden bağımsız milletvekili seçilmişti.

Çakmak Atatürk’ün ölümünden sonra, 2. Dünya Savaşı yıllarında en az İnönü kadar popülerdi. Anadolu bozkırının köylerinde ilkokul okurken sık sık söylenen şu türküyü hiç unutmam:

Ankara’nın dağına da yağan yağmur dar olsun
Bu bizim İsmet Paşa da başımızda sağ olsun
Hiç kırılmaz, kırılmaz da çiftçilerin yabası
Mareşal Fevzi Çakmak da Türk askerin babası.

Fevzi Çakmak’ın yaptığı yurt içi gezilerinde muhalif kitleler tarafından coşkuyla karşılandığını gören DP’nin kaşarlanmış yöneticileri ileride parti liderliğini kaptırma endişesiyle kendisine mesafeliydi… Bu nedenledir ki, 20 Ekim 1946’da Zekeriya Sertel ve Cami Baykut gibi sol aydınların yanı sıra Tevfik Rüştü Aras ve Kenan Öner gibi iki ünlü siyasetçinin ve Sadık Aldoğan gibi bir emekli generalin katılımıyla kurulan İnsan Hakları Cemiyeti’nin başkanlığını üstlenmekte tereddüt etmemişti. Ancak kıyamet de bundan sonra kopmuştu.

İnsan Hakları Cemiyeti’nin kuruluşuna, özellikle de Mareşal Çakmak’ın bunun başkanlığını üstlenmesine tepkileri Sabiha Sertel 1969 yılında Ant Yayınları arasında "Roman Gibi" adıyla yayınladığımız anılarında şöyle anlatır:

"Halk Partisi bu kuruluşu baltalamak için tedbirler alıyordu. İnönü için, Mareşal’in DP ile, sollarla beraber çalışması en büyük tehlike idi. DP, İnsan Hakları Cemiyeti münasebetiyle Mareşal’e ve Tevfik Rüştü’ye yapılan hücumlardan korkmuş, onlarla münasebetlerini kesmişti. Falih Rıfkı Atay 22 Ekim 1946 tarihli Ulus’a yazdığı makalede şöyle diyordu: ‘Bazı politikacılar (Mareşal ve Tevfik Rüştü Aras), ilk amaç CHP iktidarını yıkmak olduğu için, var kuvvetleriyle Demokratların muhalefetini desteklemişler, fakat Demokratlar kendilerini içlerine almamışlar, dostlarını dahi uzak tutmak ihtiyatını göstermişlerdir. Mareşal’in reisliği altındaki İnsan Hakları Cemiyeti kurulduğu vakit, İstanbul’da görülen uyanıklığın sebebi meydandadır. Bu cemiyete kabul edilen solların kırmızılık derecesini kolayca farkediyoruz.’

"İnsan Hakları Cemiyeti’ne basında yapılan hücumlar o hale gelmişti ki, koca Mareşal kendisine ‘komünist’ dendiği için hemen soldan geri etti, gazetelere verdiği beyanatta Cemiyetle alakasını kestiğini bildirdi. Arkasından Celal Bayar bu cemiyetle ilgisi olmadığını açıkladı.

"Mareşal’in kısa bir zaman içinde sözünden cayması hükümet basınında alay konusu oldu…. Hiçbir mazeret Mareşal’i, kendisine komünist dendiği için kararından dönmeye sevk edecek bir etken olamazdı. Mareşal muhalefete şahsi kinleri yüzünden geçmişti. Bir idealin peşinde değildi. İnsan Hakları Cemiyeti’nin şahsına zarar vereceğini anlayınca, hemen soldan geri etti. İnönü sistemli yaptığı hücumlarla en büyük rakibini saf dışı etmişti. Celal Bayar da bundan memnundu. Böylece kendisine rakip olacak bir kuvveti ezmişlerdi."

TBMM’nin 29 Ocak 1947 tarihli toplantısında İçişleri Bakanı Şükrü Sökmensüer "Türkiye’deki komünist faaliyet ve tahrikler, Türkiye’yi bir Sovyet cumhuriyeti haline getirmek üzere yapılan planlar, girişilen teşebbüsler" konulu uzun bir konuşma yaparken komünistlerin Demokrat Parti’yi ve Mareşal Fevzi Çakmak’ı alet olarak kullanmak istediklerini söylemiş, ancak Demokrat Parti’nin buna karşı gösterdiği uyanıklığı övmüştü.

Mareşal Fevzi Çakmak, kendisine yönelen saldırılar karşısında 7 Şubat 1947 tarihli Kudret Gazetesi’nde şu açıklamayı yapacaktı:

"Ben komünist değilim. Hiçbir komünist partisiyle de hiçbir münasebetim yoktur… Millet benim komünist olmadığımı ve komünistlere alet olmayacağımı çok iyi bilir."

Yine Fevzi Çakmak, 6 Şubat 1947 tarihli Yeni Sabah gazetesinde kendisini savunmak için Nazım Hikmet’in tutuklanıp mahkûm edilmesinde nasıl önemli bir rol oynadığını itiraf edecekti: "Ben komünistliği bu memleket için zararlı görenlerden biriyim. Onun için, komünistler orduya ve donanmaya sokulmak istedikleri zaman şiddetli hareket ettim."

Ancak bu savunmasına rağmen CHP’nin Fevzi Çakmak’a saldırısının ardı arkası kesilmeyecekti. Peyami Safa 14 Şubat 1947 tarihli Ulus gazetesinde Demokrat Parti’yi komünistleri korumakla suçlarken Mareşal hakkında da kesin hüküm verecekti: "Çakmak… Kızıllarla işbirliği yapmıştır!"

CHP’nin saldırıları ve DP’nin de kendisine destek olmaması karşısında kendisine sağ parkurda yeni bir yer arayan Mareşal Çakmak, 19 Temmuz 1948’de Osman Bölükbaşı’yla birlikte Millet Partisi’nin kurucu üyeleri arasında yer alacak, iki yıl sonra da 10 Nisan 1950’de, 74 yaşında yaşama veda edecekti.

Kişi mareşalliğe yükseltilmiş olsa da, tarih terazisinde rütbesiyle değil, ne yapıp ettiğiyle tartılır.

Fransa’nın tarihinde de ün sahibi birçok mareşal vardır. Napolyon Bonapart’ın on yıl süren imparatorluğu dönemindeki mareşal sayısı 26’yı bulur. Bunlardan 22’si isimleri büyük bulvar ve caddelere verilerek onurlandırılmışken 3’ü hain, 1’i de Waterloo yenilgisinin sorumlusu sayılarak kara listeye alınmışlardır.

Birinci Dünya Savaşı yıllarında Philippe Pétain adınaki Fransız mareşali Alman işgaline karşı Verdun muharebesinde kazandığı zaferle "milli kahraman" ilan edilmiş, ancak İkinci Dünya Savaşı’nda Nazi Almanyası’yla işbirliği yaparak kukla Vichy Hükümeti’nin başkanlığını üstlendiği için tüm itibarını yitirmişti,

Bu kıstas Pétain gibi zigzaglar yapmış olan tüm mareşaller için de geçerlidir.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Arşivi