'2023 Eğitim Vizyonu' Eleştirisi - 1. Bölüm: 'Sözün Önü'

Çocuklukla ergenlik arasında gidip gelen bu vizyon belgesi, dokuzuncu paragrafta 'ama bak ben neler de biliyorum' diye marifetlerini sayıyor.

Milli Eğitim Bakanlığı (MEB) tarafından yayınlanan "2023 Eğitim Vizyonu" adlı politika belgesinden, eğitimin geleceğiyle ilgili fikirlerin tartışıldığı bir platform oluşturmasını beklemiyorduk. Velakin, yerli ve milli zihniyetin kendi kulaklarını okşamak için ısmarladığı bayat bir propaganda metni de beklemiyorduk. Zevahiri kurtarmak için olsun içine eğitsel malzeme katılmamış saf bir doktrin belgesi hazırlanmış. Kavram, kuram, veya tasarı gibi görünen her unsur, bu unsurların birer illüzyonundan ibaret. Bu haliyle bu belge yerden yere vurulsa, az gelir. Heyhat, ‘akademik eleştiri’ hak edecek bir nitelik arz etmiyor. Akademik iddia kılığına sokulmuş süslü sözler arasına yerleştirilmiş taktik bir planla karşı karşıyayız. Bu plan, yerli ve milli sloganıyla yürütülen düşmanlaştırma ve yalıtma politikasının MEB eliyle eğitim sahasına taşınmasından başka bir şey değil. Bu yüzden, bir tartışma zemini aramayan ve kendi öznel anlam dünyasını tek doğru olarak dikte eden bu belge, politik açıdan da eleştiri disiplini usulleriyle ele alınamaz. Geriye kalan seçenek, hiciv. MEB’in taşeronluğunu yaptığı bu yerli ve milli hokus-pokus numaralarını açığa çıkarmak, bu vizyon hokkabazlığının boyasını sökmek demokratik mücadelenin gereğidir.

‘2023 Eğitim Vizyonu’ hem kötü hem bozuk bir Türkçeyle yazılmış. Kötü, çünkü fikir-zikir ayrılığı sözü dolaştırmadan söylemesine engel oluyor. Bozuk, çünkü lafı kıvırmaya uğraşırken hem cümlelerin özne devamlılığı aksıyor hem de tamlama uyumu. Dil açısından ayrıca eleştirilmesi şart.

Muhatabıyla alenen dalga geçen bu belgeyi okumak, bunaltıcı. Neyse ki hiciv denen zanaatın varlık sebebi bu gibi bunaltıların üstesinden gelmek. Muhatabını ciddiye almayanın, kendisi ciddiye alınmak gibi bir kaygı taşımasa gerek. Kendi kendini pohpohlayarak bizim zamanımızı ve kaynaklarımızı israf ediyor. Baştan savma hazırlanmış bir "dostlar vizyonda görsün" belgesi. Süslü bir boş küme. Süsleri çekip çıkarıp ardındaki boşluğu göstermek yorucu ve bıktırıcı. Lakin, 'vizyon belgesi' diye hazırlanan bu küstahlığı ibret-i alem için ifşa etmek mesleki vazifemiz.

Milli Eğitim Bakanı imzalı önsöze, "Önsöz" yerine "Sözün Önü" başlığı uygun görülmüş. Belli ki havaya bir yaratıcılık molekülü salmak arzu edilmiş. Olmamış ama bizi ilgilendirmez. Hevesini böyle alıyorsa alıversin, her kimse hazırlayan. Tabii keşke Bakan okuyuverseymiş basılmadan.

Vizyon, ilk paragrafın ilk kelimesinde kendini ele veriyor. "İnsanoğlu" diye başlıyor. "İnsanlık" diyememiş. Diyemiyor. İlle erkek olacak. Ama sorarsan evrensel. Yoksa yerli ve milli miydi! Yani yerli ve milliyi evrensel edeceğiz. Evrenseli yerli ve milli edeblirsek daha da güzel.

Genel üslup notu düşelim evvela: Cümleler gereksiz uzun. İşlevi olsa, neyse. Hem uzun hem işlevsiz. Cümlelerin çoğu birden fazla tema barındırıyor. Temacık demek daha doğru. Zorla uydurulmuş, büyüklerinden kırpılmış küçük kavramcıklarla dolu cümleler. Zengin dursun diye bol serpiştirilmiş. Hemen her cümle bu temaları parlatan karmaşık bir terminoloji ağırlığı altında eziliyor. Kolay anlaşılsın diye değil, mümkünse anlaşılmasın diye yazılmış. Mesajlar orta yerde sergilenmek yerine satır aralarına sıkıştırılmış. Öyle pek bir mesaj da yok aslında. Bunca laf kalabalığı daha fazla mesaj gizlemek için de kullanılabilirdi. Fakat heybesinden çıkardığı bütün mesajların toplamı aynı çıkmaz sokağa sığışabiliyor: Şeytan Batı’nın teknolojisi varsa bizim de maneviyatımız var, siz hepiniz biz tek, alayınıza gününü göstereceğiz.

Vizyon belgesinden anlaya anlaya bunu mu anladım? Evet! Başka bir şey anlayan varsa, ikna olmaya hazırım.

Birinci paragrafta, onca laf kalabalığı arasında, insanlığın bir makineleşme süreci içinde olduğunu ama bunun hoş bir şey olmadığını okuyoruz. Birileri insanı makineleştirmeye çalışıyor. Biz buna kadim medeniyetimiz sayesinde karşı çıkacağız birazdan. İkinci paragrafta, makineleşmenin niçin hoş bir şey olmadığının işareti verilmiş: Yine o birileri "biyolojik, dijital ve fiziksel olanı tek vücutta birleştirmek gayesinde." Bu niye kötü? Yapay zekâ diye bir şey var, maazallah insanın öğrenme ve zekâ üzerindeki tekelini kırabilir. Kırsın, ne var? Olmaz. Teknoloji bazı kolaylıklar sağlıyor tamam da dünyayı farklı bir yere sürüklemesini kabul edecek değilmişiz. Farklı yerin neresi olduğunu bilmediğimiz için sürüklenmeyi niye kabul etmediğimizi de bilmiyoruz. Ama sürüklenmekten hoşlanmadığımız kesin.

İtirazın devamı, kıvırma payıyla beraber, üçüncü paragrafta geliyor. Eğitime sadece endüstri ihtiyaçlarına göre ayar vermeyi aynen kabul edemeyiz diyor. Yani kabul etmeye mecburuz ama aynen olmasın diye neresinden nasıl yontabileceğimize bakacağız demek istiyor. Burada, vizyonun bir itiraz vizyonu olacağı iyice vurgulanıyor. Sanayi devriminin başından kalma bildik kalıp argümanlar tekrarlanıyor. Teknolojiyle gelen tüketim, yabancılaşma vesaire. Üretim ve demokratik kazanımların lafı yok. Sadece olumsuzlar sıralanmış. Tartışması çoktan bitmiş, alternatifleri çoktan önerilmiş problemler sanki ilk defa tanımlanıyormuş gibi sunuluyor. Tabii ki çözümlerini hazırlıyoruz. O iş bizde. Teşhis edilen arızanın kaynağı belirtilmediği için (unsurdan çok fail ima ediliyor) vaat edilen çözümün neyi düzelteceğini bilmiyoruz. Ve hiç öğrenemeyeceğiz.

Üçüncü paragrafın ikinci kısmının bir saptamaya mı yoksa bir şarta mı işaret ettiği belli değil: "İnsanoğlunun [yine erkek] kendine yabancılaşma sürecini tetikliyorsa" [buradan, tehditle karışık bir ikaza geçiyor] eğitim ekosistemimiz, bu gidişe esaslı bir şerh düşmek sorumluluğuna sahiptir."

Meğer normal bir eğitim sistemine ilaveten bir de eğitim ekosistemimiz varmış. İnsan bir haber verir! Lakin hırslandığı şerhi düşecek midir yoksa düşerim ha kabarmasıyla yetinecek midir, anlaşılmıyor. Bir iddiaya sahip olmak istiyor ama iddiasının ne olduğunu bilemiyor. "İnsanı araçlarda zengin, amaçlarda yoksul kılan bir bakış açısına söyleyecek sözümüz ve verecek daha derin cevaplarımız olmalıdır;" diye efeleniyor. Erkek ya! Ayarını verdiği mihrakların kusurlarından şüphesi yok. Karşılığında bir şey yapması gerektiğini düşünüyor ama o karşılığın neye benzeyeceğini pek çıkaramıyor.

Dördünücü paragrafta kendi açtığı argümanların muhatabı yine kendisi. Biz bunlara kendi cevabımızı vermezsek, "küresel beşeri krizlerin sonuçlarına hep beraber katlanmak zorunda kalırız" diyor. Kimliği belirsiz teknoloji sahiplerinin [onların] eksik insanlık anlayışına saydırıyor: "Bizim medeniyetimizin insan tasavvuru, sadece maddi mükemmeliyeti benimsemez [onlar benimser]; gönlü ve bilimi, mana ve maddeyi, talim ve terbiyeyi birlikte ele alan bir bütünden beslenir." Bu cümle bu önsözün özeti: Biz onlardan üstünüz! MEB'in 2023 Vizyonu işte bu iddiayı hayata geçirmek.

Lakin, hep olduğu gibi, o 'bütün' nedir, unsurları nelerdir, ve bu bütünden beslenme vaadi hangi kaynak ve yöntemle yerine getirilecektir gibi kısımlar eksik. Ve eksik kalmaya devam edecek. 'Onların' insan ve makine ittifakının karşısına 'bizim' akıl ve kalp ittifakımızı koyarak kahpe düşmana ilk hamlesini savuruyor. Dolayısıyla, argüman, lise münazarası düzeyine dahi ulaşamadan elimizde dağılıveriyor.

Beşinci, altıncı, ve yedinci paragraflar boyunca zikredilen akıl-kalp ittifakının nasıl tespit edileceğini bilmiyoruz ve asla öğrenemeyeceğiz. Eski muhayyile, gulyabanileşmeye devam edecek. Gaflete dalıp nesnel yöntemlerle ölçmeye kalkarsak biz de insan-makine ittifakçısı olabiliriz. Sonra kalbimizde bir hissizlik oluşacak olursa bizi Bakan bile kurtaramaz.

Bağlaç dahil toplam 12 kelimeden oluşan sekizinci paragrafta, "Zihniyete, kaliteye, liyakate, mahiyete, varlık ve anlam zeminine yoğunlaşmamız son derece ehemmiyetlidir;" buyurulmuş. Bu paragrafın bizden istediği işi yapamayacağımız veya bu işi yapacak kişi olmadığımız son derece açık. Bu sekizinci paragraf, nasıl bir kavram bulamacıyla uğraştırıldığımızı gösteren tipik bir terkip. Bir şey söylüyormuş gibi yapıp hiçbir şey söylemeyen tonla boş laftan biri. Altında ‘Bakan’ imzası var.

Çocuklukla ergenlik arasında gidip gelen bu vizyon belgesi, dokuzuncu paragrafta "ama bak ben neler de biliyorum" diye marifetlerini sayıyor. Bir muhatabı varsa eğer (biz değiliz), onunla, ilgi çekme ve şımarma dışında bir ilişki kurmuyor. Ne bir niyeti var yetişkinden yetişkine bir iletişim kurmaya ne de becerisi. Baş dönmesiyle oyuncaklarını döküp saçarken kurumsal hamlığını açık ediyor: "Pedagoji, psikoloji, antropoloji, sosyoloji, nörobilim, ekonomi ve teknolojinin tanıdığı tüm imkânları kapsayan transdisipliner taktik stratejik tasarımlar.."

Dokuzuncu paragraf, baştaki çocuksu büyüklenmeyle mütenasip bir ergen böbürlenmesiyle devam ediyor: "Uzun zamandır milletçe şekilciliği, tek tipçiliği, rutinleri kutsamayan bir zemine duyulan bu özlemin fazlasıyla farkındayız. Bu vizyon belgesi, böyle bir özleme verdiğimiz yanıtlardan oluşmaktadır." Bu böbürlenme tabii ki basit bir psikodinamik projeksiyondan ibaret. Rutin kutsasın diye Diyanet'e her bakanlıktan fazla bütçe ayıran bir hükümetin 'milli' eğitim bakanlığı, şekilciliğe ve tektipçiliğe karşı ağzını bile açamaz. Açsa açsa, böyle foyasını açar.

Onuncu paragraf üstüne başlıbaşına bir makale yazmak lazım. Tam bir neresini düzelteyim felaketi: "eğitim vizyonunun temel amacı" derken, siyaseten yutmak zorunda kaldığı kavramların sebep olduğu karın ağrısından kıvranıyor. ‘Vizyon amacı’ diye bir tamlama kurabiliyor! İbret-i alem için 'vizyon belgesi' diye hazırlanan bu küstahlığı ifşa etmek işte bu yüzden borcumuz. Vizyon kavramı belirli amaçların kavramsal ve işlevsel bütünlüğünden oluşturduğun bir bakış açısı, bir yaklaşım, bir anlayış, bir anlamlandırma dayanağı. Bir niyet beyanı. Bir politika önerisi. Kendinde son diye bir şey işitmezsen veya işitir de sırf 'onların' olduğu için reddedersen böyle ‘vizyon amacı’ diye sabuklarsın.

Her şey öylesine araçsal ki vizyon belgesi diye düzülen bu laf bulamacının yüce maksatlara hizmet etmesi şart koşulmuş. Onuncu paragraf 'vizyon amacını' şöyle düzmüş: "Çağın ve geleceğin becerileriyle donanmış ve bu donanımı insanlık hayrına sarf edebilen, bilime sevdalı, kültüre meraklı ve duyarlı, nitelikli, ahlaklı bireyler yetiştirmek." Demek ki MEB’in vaziyeti gerçekten perişan. "Doktor ne yerse yesin demiş gibi ne bulursa mideye indiriyor. O derece umutsuz. Maksat, çünkü, araya 'ahlak' sıkıştırmak. Bu ahlak kimin ahlakıdır, onun tarifi sonradan yapılacak. "Bu da nerden çıktı?" diye soranlara "e hani demiştik ya nitelikli, duyarlı, ahlaklı diye; o zaman itiraz etmemiştin!" denilerek eleştiri susturulacak. Ahlaklı bireye kimin itirazı olabilir ki!

Bu bireylerin "çağın ve geleceğin becerileriyle donanmış" olmaları öngörüldüğüne göre, bakanlığımız, gelecekte insanlığın ne gibi becerilere ihtiyaç duyacağı bilgisine bugünden vakıf! Kutlu olsun! Zannedilmesin ki ilerleyen paragraflarda bu malumatları edineceğiz. Tabii ki öyle bir şey olmayacak.

Onuncu paragraf, terkedilmesi kolay bir paragraf değil. "Bu donanımı insanlık [bu kez insanlık diyebildi] hayrına sarf edebilen" bireyler yetiştirmek arzu ediliyormuş. Samimiyetle soruyorum: Gerçekten bütün insanlık mıdır kastınız? Bu insanlık içinde Ermeni, Kürt, Rum, Yahudi, Hristiyan, Çin ü Hind, Batılı, Ateist, Anarşist, Feminist, LGBTQ, Çevreci, Barış Aktivisti, Cumartesi Annesi, Sivil Toplum Eğitim Kolaylaştırıcısı da bulunuyor mu?

Yine Onuncu paragraf diyor ki "bilime sevdalı, kültüre meraklı ve duyarlı…" Yazıcı, bu paragrafta çok yorulmuş. Hangi santiman nereye denk gelirse oraya iliştirmiş. Kolay değil birkaç satır arasına bir ömre yetecek parende sığdırmak. Sevdalı parende, meraklı parende, duyarlı parende, ahlaklı parende, …

Onbir, oniki, ve onüçüncü paragraflar, nicel altyapıda önemli bir mesafe katedildiğini ve sıranın nitel atılıma geldiğini iddia ediyor. Boş böbürlenme serisi hız kesmeden devam ediyor. Ve ondördüncü paragraf iddiayı taçlandırıyor. Eğitimi bir ekosistem olarak görecek ve alt-bileşenleri eş-zamanlı tasarlayacakmışız.

Şimdi bir kez daha yüksek sesle tekrarlayalım: "Alt-bileşenleri eş-zamanlı tasarlayacağız!" Eğitimi bir ekosistem olarak görmeyi burada görmezden gelelim, zorluk çıkaran ben olmayayım. Kolay mı öyle alt-bileşenleri eş-zamanlı tasarlamak. Bari ekosistem çekilsin ayak altından. Neyse ki onbeşinci paragraf imdada yetişiyor ve bu tasarının pratik tarifini veriyor: "eğitim süreçlerini ... ontolojisi, epistemolojisi ve etik temelleriyle birlikte" tencereye atıp kısık ateşte pembeleşinceye kadar kavuruyoruz; üstüne, önceden hazırladığımız ahlak sosunu güzelce gezdirip soğumadan servis ediyoruz.

Eğitimi "beşerlikten insanlaşmaya doğru bir inşa eylemi olarak" görüyormuşuz. Gerçekten böyle yazmışlar (sf. 8). Bakan'ın hiç seveni yokmuş. Yazık. Devamında toparlasa neyse, iyice dağıtıyor: "eğitimin, evrensel manada program odaklı veya pragmatik değil, paradigmatik bir dönüşüme ihtiyacı olduğunu savunuyoruz." (Paradigma dönüşmez, değişir; daha doğrusu, ekseni kayar. Ama şimdi böyle teknik ayrıntılar yüzünden birbirimizi üzmeyelim; gidiş yolundan kurtarsın.) Biz bu istenmeyen paradigma neye dönüşecekmiş ona bakalım: "İnsanın akıl ve kalple çift kanatlı olmasına dair önerdiğimiz paradigma, sadece maddi olana yönelen bir eğitimi reddetmektedir." Efelenmeye devam! Dünya eğitim yiğidi görsün! Güya aklı reddetmeyecek ama gönlü kalpten yana. Eğitimde kalbin yerinin ne olduğu henüz belli değil ama yolu yapılıyor. Köprüsü, kanalı da yoldadır muhakkak.

Bu çaba, bir yandan eğitimde nesnel (ölçülebilir, sınanabilir, değillenebilir) yaklaşımı yok etme, diğer yandan öznel (gücü elinde tutanın keyfine göre) uygulamaları meşru gösterme çabası. Kalp, çünkü, her ideolojinin arzu nesnesi. Akıl gibi ele avuca sığmaz değil, pekala evcilleştirilebilir. Bu laf kalabalığı, hiçbir albenisi olmayan mahalli bir zihniyeti evrensel diye pazarlama hamlesinden ibaret.

Onaltıncı ve onyedinci paragraflarla beraber, mesajı satır arasına yedirme zahmetinden vazgeçiliyor: "Bizim mücadelemiz, dünyaya ve doğaya pusu kuranlara, bilimi ve eğitimi kötüye kullananlara karşıdır.’’ Bunu söylerken kendisiyle çelişmekten yüzü kızarmıyor. "Bilimin rehberliği" tamam da "vicdan pusulası" nedir? Bu soruya bir cevabı yok. Ve bir cevap üretecek kabiliyette olmadığını, hamasetle karışık kültürel miras oyunlarıyla saklamaya çalışıyor. Elindeki yegane referans, kuruttuğu Anadolu. Onsekizinci, ondokuzuncu, ve yirminci paragraflarda çağlar boyunca bu coğrafyanın kaynağını nasıl talan edip insanını nasıl kovduğunu anlatıyor. Hiç yüzü kızarmadan Farsi’ye, Arabi’ye, Türki’ye ve Rumi’ye eşit ildaş muamelesi yapıyor. Kürd’ün, Ermeni’nin adı yine yok. Niyesini sorarsan, referansı Mevlana. Acep yüzünüze nazar eder miydi?

Mirasına hovarda olan söylemine sadık olacak değil ya! Yirmibirinci paragrafta çevik bir makas değiştirmeyle kendimizi bir anda çocuklarımızda ifadesini bulan yüce anlamlar karşısında kafamızı sallarken buluyoruz. Yirmiiki ve yirmiüçüncü paragraf boyunca kafa sallamaya devam ediyoruz. Ortak paydamız çocuklarımız, orada buluşalım. Çocuklar hakkında konuşmak kolay nasılsa. Üfür üfürebildiğin kadar. Çocukların çıkaramadığı ses olmaya çalışanları hiç umursama. Mümkünse küçümse. Hatta suçla. Daha da susmayan olursa terör iltisakından zindana atarsın.

Şu vurucu cümleyle ailelerin gözüne girmeyi deniyor Bakan’ın Vizyon’u: "Ailelerin zaman, özne, nesne ve mekân ilişkilerinde gereken derinlik ve tasarruf bilincine sahip olmaları, çocuklarının doğal biçimde yeşermelerine ve yetişmelerine imkân sağlayacaktır." İddia ediyorum ki bu cümleyi her kim veya kimler yazdıysa, birincisi, bu cümleyi hatırlamayacaklar ve yazdıklarını inkâr edeceklerdir; ikincisi, velev ki hatırlar veya inkâr etmezlerse, burada ne denmek istendiğini anlamayacak ve hiçkimseye anlatamayacaklardır. Yerli ve milli ideolojinin aileden olmadık şeyler beklemesine alışığız ama ailenin eğitim bakanlığından beklediğinin bu sözlerle tasvir edilemeyeceğine Bakan bile itiraz etmekte zorlanır.

Yirmidört ile yirmiyedinci paragraflar arası güya müfredatı amaç olmaktan çıkarmaya çalışırken öğretmeni iyice araçsallaştırdığını ya hiç farketmiyor ya da hiç umursamıyor. Öyle ya, öğretmene nerede, nasıl, ne şekilde referans vereceğini bilseydi şu anda başka birşey konuşuyor olurduk. Öğretmenlere zinhar metin yazarlığını bırakmıyor Bakanlık. Bırakır mı hiç. Ben de gideyim tiyatro mecazından: Suflörlük bile reva görülmüyor öğretmene. Öğretmen dediğin ezberletir, öğrenci ezberler. Zerrece şaşma emaresi yok bu usulden!

Okullar arasındaki eşitsizliği öğretmen eğitimiye azaltacağını iddia ediyor Vizyon belgesi. Bu ilinti için bize başlıbaşına bir strateji belgesi sunması lazımken, kopukluğun boşluğunu bizi duygumuzdan yakalayarak doldurmaya çalışıyor. Çerçeve müfredat anlayışı ve usta bir öğretmenin elini ayağını müfredatla bağlamanın yanlışlığı herkesin takdir edeceği bir gelişme sayılabilir (gördüğünüz gibi iyiye iyi demeyi biliyoruz). Ancak her ikisini de ‘eğer uygulanırsa’ şartıyla not etmek zorundayız. Sözlerini tutmayacaklarının işaretini yerleştirmeyi ihmal etmemişler çünkü: "Şahsiyeti, şahsiyet bina eder. Öğretmenin şahsiyeti yeterli olgunluğa ve güce erişmezse içerik, teknoloji, fiziksel altyapı değerini bulamaz. Unutulmamalıdır ki her eğitim sistemi, öğretmenlerin omuzlarında yükselir ve hiçbiri öğretmeninin niteliğini aşamaz." Ne okuyoruz bu cümlelerden? Şablonu belli bir öğretmen tipi okuyoruz. Kendi niteliklerini geliştirecek fırsatlar sunulmuş bir öğretmen değil, öznel şahsiyet testlerinin şeklini alabilecek sıvılıkta bir öğretmen. Beni almazlar o kadroya mesela! Sizi de almazlar! Aşırı okuma yapıyorsun diyen olursa, tekrar ediyorum, ikna olmaya hazırım!

Yirmisekiz ile otuzikinci paragraflar arası, bu noktaya dek sözü edilen eğitim sisteminin yapı ve süreçlerinden söz ediyor. İyi ama henüz bir eğitim sisteminden bahsetmemiştiniz? Bu Vizyon belgesi, insanı akıl ve kalp ‘kanatlarına’ sahip bir varlığa teşbih etmeyi ‘eğitim sistemi’ zannediyor. Velakin bu teşbih, çocukça bir benzetmeden başka ne ki? Bu benzetmenin nesnel karşılıkları nelerdir? Ölçütleri, göstergeleri nelerdir? Nasıl sınanır, nasıl ölçülür ve nasıl yanlışlanırlar? Bunların hiçbiri yok. Sadece Vizyon belgesinde bulunması lazım zannıyla zikredilen ontoloji, epistemoloji, etik gibi terimler var. Yapı ve süreç kavramları da aynı manipülatif kafanın esintisiyle sıralanmış. İyi ihtimal, bunların ne olduğunu hiç bilmiyor, başkalarından duyduklarına göre karadüzen yazıyorlardır. Kötü ihtimal, bunların ne olduğunu biliyorlarsa da bilmiyorlarsa da hiç umursamıyorlardır ve her durumda bizimle dalga geçiyorlardır.

Otuzbirinci paragrafın Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’ne gönderme yapmasını yorumlamayacağım. El mecbur o gönderme yapılacak. Bürokratik bir gönderme bu. Hiçbir eğitsel değeri yok. Fakat otuzikinci paragrafta, yine tek cümlede, hem ahlakçılığı perçinleyip hem tutamayacağı sözler vermesi bir vurgu hakediyor. Ne olduğu izah edilmeyen sistemin yapı ve süreçleri, "eşitsizliği azaltmayı, ahlak telakkisini, sanatı, kültürü, estetiği ve sporu gündemimizin en üst sıralarına taşımayı" vaat ediyor. Ne yapacakmış nasıl yapacakmış da bunları gerçekleştirecekmiş? Kanat takacakmış bize, uçuracakmış işte!

Otuzüçten otuzsekize dek paragraflarda yorgunluk emareleri var. Bu vizyon belgesinden bir tazelenme çıkmayacağının işareti diye okunsa yeridir. Bu kısımda aile bahsine geri dönülüyor. Malzeme kıt olunca aynı tencereyi ısıtmaktan başka bir şey yapılamamış. Sonra yine kalite denmiş, atılım denmiş; dönüşüm, sürdürülebilirlik, yol haritası gibi ne kadar toplama kavram varsa hepsi alt alta üst üste yığıştırılmış. Demokrasiden bile bahsedilecekmiş az kalsın ama neyse ki mevzu hemen ekonomiye bağlanıp o tehlike çabucak atlatılmış. Yine hızlıca, toplumun hemen her kesiminin ve geçmişin tecrübelerinin de sürece dahil edildiği belirtilmiş. Her kesiminin değil ama. Hemen her kesiminin. Ben yokum mesela! Siz de yoksunuz!

Vizyon belgesinin otuzdokuz ile kırkbir arası son üç paragrafında, yine tutulması imkânsız vaatler sayılıp dökülüyor. Teknik olarak yapılabilecek şeyler elbette. Fakat istek yok belli ki. Niçin bunlarla uğraşmak zorunda olduğunu anlamıyor. Hevessiz, heyecansız. Bu denli muhtevadan ve ruhtan eksik bir eğitim anlayışı, bizimle ne kadar dalgasını geçerse geçsin, gözüne kestirdiği hedefin boş bir hedef olduğunu da seziyor bir yandan. Hırsından yapıyor ne yapıyorsa. Kötü bir mahalli siyasetçi olduğunu kabullenemiyor. Bozkıra deniz getirmekten bahsedip dümenine bakacağına, denize bozkır getirmeyi vaat ediyor. İşin kötüsü, buna kalkışıyor da.


[1] Çift tırnak içine alınmış ifadeler, doğrudan vizyon belgesinden alıntıdır. Bazı hallerde, metnin kötü ve bozuk Türkçesi yüzünden, ifadelerin kelimelerini değiştirmeksizin dizilimlerini değiştirdim. Bu yöntem metne müdahale ise de laf kalabalığına getirilmiş kastı ayan etme yönünde bir müdahale. Kelime dizilimi değiştirilmiş alıntıları köşeli ayraç içinde çift tırnak arasına aldım. Özne devamlılığı ve tamlama uyumu sebebiyle eklediğim tüm cümle öğelerini de yine köşeli ayraçla belirttim.

[2] Vizyon belgesini cümle cümle şerh etmek daha çarpıcı olurdu ama bu hem benim hem okurun ömründen götürür. Değmez. O yüzden paragrafları esas alacağım. Bu kadarına birlikte katlanabilmeyi umuyorum.

[3] Başlangıç cümlesi acınası bir boş cümle olduğu için paragraftan saymadım. Paragraf numaralandırmasını bu ilk cümleden sonrasında başlattım.

[4] Değerler Eğitimi var elbette. Boş kümeye düşen Eğitim Bakanlığı'nın boş değerlere sarılmasını ayrı bir yazıda ele alacağım.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Ekrem Düzen Arşivi