Erol Katırcıoğlu

Erol Katırcıoğlu

Siyasetten uzak 90 yıl

Şimdi büyük bir çalkantının ortasındayız. Tıpkı 90 yıl önceki gibi yine toplumu büyük ölçüde siyasetin dışında tutarak ülkeyi kendi değerleri üzerinden biçimlemek isteyen bir yönetim var.

Toplumu 90 yıldır siyasetten uzak tutan anlayışın bugün meyvelerini vermekte olduğunu görüyoruz. Bugün, hak, hukuk ve adalet adına inanılmaz adımlar atabilen bir yönetim karşısında toplumun geniş kesimlerinin suskunluğunu başka nasıl yorumlayabiliriz ki? Son yıllarda HDP siyasetçilerine yapılanları, verilen cezaları (!) gördükçe bırakın sıradan insanların suskunluklarını, toplumun fikir önderlerinin ya da güçlü iş dünyası liderlerinin ya da siyasetçilerinin suskunluklarını anlamak mümkün mü? Bu nasıl oluyor, neden hiçbir tepki çıkmıyor, "Bir dakika ya, ben illa da sizin düşündüğünüz gibi düşünmek zorunda mıyım?" diyen, diyebilen bir Allah’ın kulu çıkmıyor? Neden?

Biliyorum bu soruların cevapları kolayına verilemez. Ciddi okumalar gerekli. Öncelikli olarak yukarıdaki cümlenin başında kullandığım "toplum" lafı bugünkü Türkiye’deki insan kalabalıklarını anlatmak için uygun mudur? Biz sahiden bir toplum muyuz? Bu insan kalabalıklarının "Toplum" olabilmek için gerekli "ortak paydaları" var mıdır? Bunlara benzer bir yığın soru birbirini doğurarak uzayıp gider. Ama sanırım yine de Cumhuriyet’in başından bu yana benimsenmiş olan "toplumu siyasetin dışında tutmak" şeklinde özetlenebilecek bir anlayışın toplumu bir çeşit haksızlığa, adaletsizliğe, eşitsizliğe karşı koyabilme bakımından inisiyatifsizliğe sürüklemiş olduğunu söylememiz mümkün.

Doğrusu uzun bir zaman, ben, bu "isyan" etmeme halini başka biçimde yorumlamayı tercih etmiştim. Demiştim ki Osmanlı tarihine baktığımızda Celali isyanlarından başka toplumsal isyan görmememizin nedeni acaba "isyan" kavramının aklımıza getirdiklerinden mi kaynaklanıyor? Yani biz isyan derken aklımıza cam çerçeve kıran, yollara dökülen ve haykıran insanlar geliyor, ama acaba devletin (ya da hakim olan kim varsa onun) koyduğu kurallara uymadan yaşamak da bir çeşit isyan sayılamaz mı? Öyle ya devletten korkarak yaşayan bu halk aynı zamanda devletin koyduğu bütün kuralları delerek yaşayabiliyorsa bu da bir isyan sayılamaz mı?

Böyle düşünüyordum…

Ta ki Gezi olayı ortaya çıkıncaya kadar…

Bu olayı ben seküler kesimin gençlerinin kendilerinin siyasetin dışına itilmekte olan bir "azınlık" olduklarının farkına varması olarak okumuştum. Bu kesimin kendisinin değil ama gençlerinin siyasi iktidara karşı, "Bir dakika yaa, benim nasıl yaşayacağıma, ne içip ne yiyeceğime, ne giyinip ne giyinmeyeceğime sen nasıl karışabilirsin" diyen bir haykırış olarak okumuştum. Ama yaşanan olaylardan sonra, devlet gücü karşısında bu haykırışın da sesini kaybettiğine tanıklık ettik.

Şimdi büyük bir çalkantının ortasındayız. Otoriter yönetim anlayışını bayağı sevmiş ve içselleştirmekte olan bir siyasi yönetim var ülkede. Tıpkı doksan yıl önceki gibi yine toplumu büyük ölçüde siyasetin dışında tutarak ülkeyi kendi değerleri ve anlayışları üzerinden biçimlemek isteyen bir yönetim var. Azar azar da olsa topluma sanki bir uyku ilacı zerk edermiş gibi ince ince düşünülmüş bazı kural değişiklikleri yaparak toplumun sessizliğini sağlayan çabalar içinde. Öte yandan, bu gelişmeler karşısında rahatsız olan ama ne yapması gerektiği konusunda neredeyse hiçbir fikri olmayan oldukça geniş bir kesim de var. Öyle görünüyor ki, daha güçlü olan, daha örgütlü olan siyasi iktidar, bu, ne yapması gerektiğini bilmeyen kesimi kontrol altına alarak kendi hedeflerine doğru ülkeyi çekip götürecek.

Böyle görünüyor. Ama yine de ülkede olan bitenin derinliği ve karanlığı seküler kesimin de uyanışını müjdeleyebilir. En azından bu yeni yılın ilk yazısında biz de bunu umalım.

Okuyucularımın yeni yıllarını kutlar 2018’in bir barış yılı olmasını dilerim.

 

Önceki ve Sonraki Yazılar
Erol Katırcıoğlu Arşivi