“İktidar”ın meşruiyeti yok!

Kökü dışarıda olan yabancı bir güç ülkeye el koydu. Aynı Vichy hükümeti gibi. Olabilecek olan muhtemel din savaşlarının (İran, Rusya veya Batı ile) halklarımızla hiçbir ilgisi yok. Bu savaşlar ülkeyi aynı Nazi Almanya’sında olduğu gibi harabeye çevirir. Onun için, hiç olmazsa bu felaketi bertaraf etmek için, en azından plebisitte HAYIR çıkması şart. Zaten uçuruma çoktan düşmüşüz, hele bunu bir elde edelim, sonrasına da artık hep birlikte bakarız.

Erol ÖZKORAY

Türkiye’de sol, yalana, cehalete ve ayaktakımına meydanı boş bıraktığı için, yalan doğruya, cehalet bilgiye, ayaktakımı iktidara, rejim de 15 yıl içinde faşizme dönüştü. Bu durum özellikle 2011 seçimlerinden sonra gerçekleşti, çünkü AKP  TSK’yi pasifize ederek tam iktidar oldu. Gezi Ayaklanması sonrası ise, otoritarizm zirve yaptı ve 15 Temmuz darbe girişimi ile de tamamen faşist oldu.

Diğer taraftan, bu "iktidar"ın herhangi bir meşruiyeti de yok. Bu meşruiyet meselesi çok önemli, çünkü siyasette buna sahip değilseniz,  zamanı gelince yargı önünde yapılanlardan ötürü hesap verirsiniz. Burada tek olumlu nokta ülke olarak meşruiyetimizin var olması. Varlık nedenimiz sorgulanmıyor. Bu durumda sağlıklı analiz ve politika için "iktidar" ve ülkeyi hem ulusal, hem de uluslararası planda birbirinden ayırmak gerekiyor. Yani bu islamcı iktidar, Türkiye demek değil. Batı da artık gecikerek de olsa bu noktaya geliyor. Zaten Batı tam olarak bu durumu siyasi olarak içselleştirse hersey çok kolay olacak ve Türkiye’deki illegal iktidar, yani iktidara el koyma sorunu çözümlenecek.

İslamcıların ve başkanlarının meşruiyeti niçin yok? Bunun tam dokuz nedeni var:

  • Laik cumhuriyeti korumak üzerine olan "sosyal kontrat"a uymamak ve din devleti kurmaya çalışmak,
  • İnsanlığa karşı suç işlemek (Gezi’de ve Kürdistan’da),
  • Savaş suçu islemek (Suriye’de ve Türkiye’de),
  • Soykırım suçu işlemek (Kürtlere karsı),
  • 2007’den itibaren seçimleri SEÇSİS sistemi ile çalmak,
  • Haziran 2015 seçimlerini gasp etmek,
  • İŞİD’i Türkiye halklarına karşı terörist eylemlerde lojistik ve ideolojik destek sağlayarak kullanmak,
  • Büyük çapta yolsuzluk yapmak,
  • Diktatörlüğe geçmek için plebisit yapmak.

Bu suçları işleyen kişi kesinlikle bir ülkenin başında kalamaz, hemen tutuklanır ve yargılanır. Eğer o ülkede hukuk yok edildiği için bu yapılamıyorsa tutuklanıp Uluslararası Ceza Mahkemesi Lahey’e gönderilir ve orada yargılanır; Miloseviç gibi. Eğer bu konularda hukuki süreç başlamışsa bir yurtdışı seyahati sırasında da bu olabilir. Aynı Pinochet’nin İngiltere’de başına geldiği gibi. Bunların tümüne bir şekilde şahit olacağız.

Meşruiyet konusunda ilk madde bile başlı başına yeterlidir. Jean-Jacques Rousseau’nun "sosyal kontrat"ı, seçen ve seçilenler arasındaki anlaşmayı temel alır. Demokratik rejimler bu prensip üzerinden işler. Türkiye’deki koşul laik cumhuriyetin korunmasıdır. Ülkenin rejimi bu iki temel değer üzerine inşa edilmiştir. Bunlara dokunulamaz. Her ne kadar cumhuriyeti otoriter nitelikte ve laiklik de  Diyanet’le dejenere edilmis bile olsa… Cumhuriyet demokratikleşebilir ve laiklik de Diyanet kapatılarak otantik hale getirilir. Ama bu iki değer elimizden tamamen giderse, ortaya diktatörlük, faşizm ve totalitarizm cıkar. Gerçek demokrasi hedefi bir seraba dönüşür. İktidar olunduğunda, laik cumhuriyet altında sağ ya da sol politikalar uygulanabilir. Bu noktada herkes serbesttir, ama bu iki değere dokunulursa, sosyal kontrata uyulmadığı için meşruiyet tamamen yitirilir. AKP’nin durumu da tamamen budur. Hiçbir meşruiyeti kalmamıştır. Çünkü ana hedefi laik cumhuriyeti yıkarak şeriat rejimine geçmektir. Zaten onun için sürekli "Milli irade" ve "Milli güç" gibi tipik faşist sloganlar (benzerleri faşist Mussolini döneminde ve faşist Vichy’de vardı) ardına sığınıyorlar. Buna, Nazi sloganından esinlenen "tek millet, tek bayrak, tek vatan, tek devleti"de, tek liderle birlikte eklersek, totalitarizmin merkezine, yani cehenneme seyahat başlıyor. 17 Nisan sabahı plebisitte eğer "Evet" çıkarsa hedefi budur : Teokratik totalitarizm !

Unutulmaz sosyalist Fransa Başkanı François Mitterrand’ın "Milliyetçilik, savaştır!" sözü meşhurdur. Faşist rejimin, Evet’le 17 Nisan’da kurumsallaşması durumunda Türkiye’yi bekleyen savaştır. Çünkü Türk-İslam sentezli hastalıklı milliyetçilik, kontrol edilemeyen yerli Führer’le ancak o noktaya gider : Büyük bir dış savaş, ya da savaşlar! Üstelik Türkiye şu an zaten yabancı bir ideolojinin (Müslüman Kardeşler ve Vahabizm) temsilcilerinin işgali altında. Yani gerçekten de kökü dışarıda olan yabancı bir güç ülkeye el koydu. Aynı Vichy hükümeti gibi. Olabilecek olan muhtemel din savaşlarının (İran, Rusya veya Batı ile) halklarımızla hiçbir ilgisi yok. Bu savaşlar ülkeyi aynı Nazi Almanya’sında olduğu gibi harabeye çevirir. Onun için, hiç olmazsa bu felaketi bertaraf etmek için, en azından plebisitte HAYIR çıkması şart. Zaten uçuruma çoktan düşmüşüz, hele bunu bir elde edelim, sonrasına da artık hep birlikte bakarız.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Arşivi