Gül ve Babacan yeni bir parti mi kuruyorlar, yoksa…

Gül ve Babacan’ın kurmayı planladıkları söylenen parti, 2002 tarihli eski AKP programına samimiyetle sahip çıkacak ise bu eski bir parti olacaktır. Bu 'eski' tabiri olumsuz anlamda değil.

31 Mart yerel seçimleri sonrası, muhtemelen seçim sonuçları da bunda etkili olacak, siyasette bir dalgalanma bekleniyor.

Gül ve Babacan’ın önünü çektiği bir hareketin yeni bir partiye dönüşeceği iddiaları var, bu hareket ne kadar başarılı olur, zaman gösterecek ama aynı zamanda da başarıyı performans, parti programı, kadrolar, konjonktür belirliyor, bunu da unutmayalım.

Ancak, bu konuda beni ilgilendiren, daha doğrusu düşündüren mesele kurulacak yeni partinin siyasi serencamı kadar, bu parti için "yeni" sıfatının kullanılması.

Kanımca, ortada bir yeni parti varsa o da, ismi aynı olmakla birlikte, AKP’dir (Yeni AKP-YAKP), meramımı aşağıda açıklamaya gayret edeceğim.

Bir partinin yeniliğini ya da sürekliliğini başkanı, milletvekilleri falan değil, o partinin programı belirler.

Aşağıda siz okurlara AKP’nin hâlâ kağıt üzerinde geçerli olan Parti Programından "Hukuk ve Adalet" başlıklı bölümden (s.20) bir alıntı yapıyorum; konuyla ilgilenen her okura AKP’nin sitesine girip 2002 tarihli ama değiştirilmeyen programı okumalarını öneririm.

"Hukukun üstünlüğünü esas alan devlet, vatandaşlarının özgürlük ve haklarının teminatıdır. Dolayısıyla hukuk devleti olmayan ve hukukun hâkim olmadığı bir toplumda demokratik rejimden bahsedilemez.

Demokrasinin hukuk yoluyla varlık kazandığı demokratik hukuk devletinde; hukukun evrensel ilkelerine saygı, hak arama yollarının açık tutulması, kanun önünde eşitlik, bireysel hak ve özgürlüklerin korunması, devletin hukuka bağlılığının güvence altına alınması temel değerlerdir. Bu değerlerin hayata geçirilmesi anayasa, yasalar ve bağımsız bir yargı ile mümkündür.

Partimiz hukukun üstünlüğüne dayalı yönetim anlayışının teminatı olacaktır.

Ülkemiz bugün hukuk devletinden ziyade kanun devleti görüntüsü vermektedir. 'Devletin Hukuku' yerine 'Hukuk Devleti' anlayışının esas olması gerekir. Kanunları hukuka, hukuku evrensel adalet ve insan hakları esaslarına dayandırmadıkça, Türkiye gerçek bir hukuk devleti olamaz ve uluslararası camiada saygın bir yer edinemez. Yargısız bir hukuk düzeni düşünülemez. Anayasa ve yasaların metinleri kadar onları yorumlayacak yargı organlarının da önemi büyüktür.

Partimiz, toplumsal düzenin teminatı olan adalet sistemine azami ölçüde güvenin tesisini sağlayacaktır.

Şeffaf ve yolsuzluklardan arınmış bir düzen ancak adaletin işlemesiyle mümkündür. Partimiz bireylerin gündelik yaşamından uluslararası ilişkilere kadar önem taşıyan adalet sisteminin karşı karşıya kaldığı sorunları çözmeyi öncelikli hedefleri arasında görür. Yukarıda zikredilen tespit ve ilkeler doğrultusunda partimiz, aşağıdaki politikaları hayata geçirecektir:

Özgürlükçü, tüm toplumun ihtiyaçlarına cevap veren, demokratik hukuk devleti ilkesine ve demokratik ülkelerin standartlarına uygun, toplum ile devlet arasında yeni bir 'toplum sözleşmesi' kurmayı hedefleyen, tümüyle yeni bir anayasa önerisi hazırlayacaktır. Bu öneri, yeni bir 'anayasal mühendislik' denemesi değil, halkın iradesini ve taleplerini demokratik temelde devlet yapısına yansıtan bir belge olacaktır."

Sayın okurlar, şimdi bu alıntıya bir bakın, bir de bugünkü AKP’yi düşünün.

Bir partinin kimliğini demokratik hukuk devletlerinde programı oluşturuyor ise, bu programı yazan AKP ile bugünkü AKP bambaşka partilerdir.

Sayın Erdoğan, 2010 sonrası bir isim iktisabı da yaparak yeni bir parti kurmuştur.

Gül ve Babacan’ın kurmayı planladıkları söylenen parti şayet 2002 tarihli eski AKP (EAKP) programına samimiyetle sahip çıkacak ise kuracakları parti yeni bir parti değil 2002 programını esas alan eski bir parti olacaktır ama bu "eski" tabiri burada olumsuz anlamda kullanılmamaktadır.

Erdoğan, 2010 sonrası yepyeni bir parti kurmuştur, adı da muhtemelen "Yeni AKP" (YAKP) olmalıdır.

Hemen aşağıda size bu kez aynı yeni AKP’nin (YAKP), parti başkanı yine Erdoğan’dır, hâlâ geçerli programının "Doğu ve Güneydoğu" bölümünden (s.28) başka bir alıntı aktarıyorum.

"Hizmetlerin yetersiz olması, işsizlik, fakirlik ve baskı, terörün beslenmesine en elverişli ortamlardır. Terör ve baskı karşılıklı olarak birbirini besler. Terörün sonuç olduğunu unutan her yaklaşım, sadece baskı ile çözüm üretmeye yönelir. Oysa bu terörü daha çok güçlendirir. Bu nedenle terörü sona erdirmenin yolu, temel hak ve hürriyetlere saygılı bir devlet yaklaşımı ile ekonomik kalkınmayı ve güvenliği aynı bütünün parçaları olarak ele almaktan geçer. Bölgenin ticari ve ekonomik faaliyetler açısından cazip hale gelebilmesi için, bir çıkmaz sokak konumundan çıkartılıp komşu ülkelerle sınır ticareti dahil, dinamik bir ticaret ortamı oluşturulması gerekmektedir. Bu amaçla partimiz, bölgedeki ticaretin artırılması için her türlü tedbiri alacaktır. Bürokratik otoriter devlet anlayışına yaslanan çözümler, sadece asayiş mantığına dayandığı için uzun vadede sorunları daha da derinleştirmektedir. Buna karşılık demokratik devlet anlayışı çerçevesindeki yaklaşımlar, ilk anda endişeyle karşılansa da uzun vadede milletimizin birlik ve bütünlüğünü pekiştiren sonuçlar doğurmaktadır. Bu nedenle bölgedeki sorunlar aynen kalacak demektir. Sadece ekonomik kalkınma politikaları ile tam bir çözüme kavuşturulamayacağı gerçeği yanında bütün bunların üstünde kültürel farklılıkları demokratik hukuk devleti ilkesi çerçevesinde tanıyan yaklaşımların etkili olması gerektiği anlayışına ulaşılması sorunun çözümünde önemli bir adımdır."

Bu alıntı da muhtemelen neden 2010 sonrası AKP için YAKP (Yeni AKP) ismini kullandığımı daha iyi anlatacaktır, bugünkü AKP’nin (YAKP) bu programı yazan AKP ile uzaktan yakından bir ilişkisi kalmamıştır

31 Martta yerel seçimler yapılacak; yazımı da bu nedenle aynı YAKP (Yeni AKP) programından yerel yönetimlere ayrılmış bölümünden (s.62) bir alıntı ile noktalıyorum.

Yorum sizin.

"Çağımız bir yönüyle küreselleşme çağı, diğer yönüyle yerelleşme ve Yerel Yönetimlerin devlet sistemleri içindeki ağırlıklarının arttığı bir çağdır. Artık demokrasi sadece bir seçme ve seçilme rejimi değil, aynı zamanda katılma ve işbirliği rejimi olarak algılanmaktadır. Bu katılım ve işbirliğini gerçekleştirecek temel birimler ise Yerel Yönetimler'dir. Türkiye'de kamusal yaşamı ilgilendiren birçok diğer konuda olduğu gibi, Mahalli idareler alanında da asıl sorun, demokrasimizin derinlikten yoksun oluşudur. Yapılması gereken, katılımcı ve çoğulcu demokrasinin günümüzde yaygınlık kazanan ilke ve uygulamalarını yine günümüz iktisat ve Kamu Yönetimi anlayışları çerçevesinde Mahalli idareler alanına taşımaktır. Partimiz bu doğrultuda; Mahalli İdarelere yerel ihtiyaçlara göre yönetim biçimlerini geliştirme yetkisini verecektir. Yerel Yönetimlerin kendi görevlerini yerine getirebilmeleri için gerekli harcamaları karşılayacak düzeyde ve çeşitlilikte mali güce kavuşmalarını sağlayacaktır. Yerel Yönetimlerin karar alma süreci ve bazı faaliyetlerine Sivil Toplum Kuruluşlarının katılımını sağlayacaktır. Kendi alanlarıyla ilgili düzenlemelere gidilmeden önce Yerel Yönetimlere danışılması ilkesini getirecektir. Avrupa Yerel Yönetimler Özerklik Şartına uygun olarak, anayasal sistemimize Yerel Yönetim hakkının dahil edilmesini sağlayacaktır. Yerel Yönetimlerin yargı yoluna gidebilme hakkı dahil, ilgili tüm düzenlemeleri gerçekleştirecektir. Yerel Yönetimlerin denetim ve gözetiminin korunmaya çalışılan çıkarların önemi ile orantılı olması ilkesini gözetecektir."

Haksız mıyım Erdoğan’ın hâlâ başında olduğu partiye Yeni AKP (YAKP) demekle?

Dün ne yazmışlarsa bugün tam tersini yapıyorlar.

Demek ki, ortada isim iktisabı yapmış yeni bir parti var.

Eski AKP (EAKP) programına gerçekten sahip çıkacak Gül-Babacan önderliğinde kurulacağı söylenen parti bu eski programla iş yapabilir Türkiye’de.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Arşivi