Ne alaka ya!

Ancak hâlâ var olan bir Meclis ve Meclis’te kalmayı savunan muhalefet partileri olduğuna göre, gereğini yerine getirmelerini beklemek ‘lüks’ sayılmaz herhalde.

Kürt siyasi hareketi bağımsız adaylarla Meclis’e girme stratejisini terk edip, partileşerek yeni bir evreye geçtiğinden beri iktidarın birincil hedefi oldu.

Yüzde on barajını aşmasıyla birlikte, yalnız AKP’nin o güne dek sürdürdüğü tek başına iktidar konforunu değil, muhalefetini oturttuğu gerçeklik zemini ile de siyasetin klişe söylemini sarstı.

Meclis’in seçkinci ve eril ‘protokol muhalefeti’ alışkanlığı, tepetaklak oldu.

Başta Selahattin Demirtaş olmak üzere Kürt siyasetçilerin Batı’da sempati toplamaya başlaması ve tabanını genişletme potansiyeli, diğerleri için ciddi ve yakın bir tehdit olarak algılanmaya başladığından beri baskı da paralel olarak arttı.

‘Sözde’ barış görüşmeleri döneminde baskı hafiflemiş gibi göründüyse de görüşmeler sürerken bile gizli operasyonlar yapıldığını sonradan öğrendik.

Ancak bugün kapsamı genişlemiş, boyutları farklılaşmış bir süreç yaşanıyor.

Artık siyasetçilerle birlikte seçmenlere de yönelen topyekûn bir sindirme, susturma harekâtı izliyor iktidar.

Zaten gerek 16 Nisan referandumu, gerekse 24 Haziran cumhurbaşkanlığı seçimleri öncesinde iktidarı temsil edenler HDP’ye oy verenleri de tehdit etmeye başlamıştı. Ki bu tehditler CHP’li seçmenleri de kapsıyordu.

İçişleri Bakanı Süleyman Soylu, 24 Haziran’dan bir-iki gün önce şu sözlerle açıklamıştı ‘vaatlerini’:

"CHP'liler kendinize gelin, partinize oy verin. Kim size partinize oy verdiniz diye karşı çıktı. Gidin partinize istediğiniz gibi her yerde oy verin. Ama şunu bilesiniz ki, HDP'ye taşıdığınız oylar bu dünyada da öteki dünyada da bu masum millet tarafından size hesabı sorulacaktır."

CHP kanadı açısından bu sözlerin içinin nasıl doldurulabileceğini "şimdilik", Metin Akpınar, Müjdat Gezen, Yılmaz Özdil, Emin Çölaşan gibi isimlere açılan soruşturmalardan ve CHP’li milletvekilleri hakkında Meclis’e yağan fezlekelerden görebiliyorduk.

Sonraki hamleler kuşkusuz CHP’nin alacağı tutuma ve hatta HDP’li vekillerle dayanışma içinde olup olmayacağı ile ilgili.

Örneğin polisin bütün yasaları çiğneyerek HDP Ankara Milletvekili Filiz Kerestecioğlu ve Ağrı Milletvekili Abdullah Koç’a yaptığı saldırı karşısında verecekleri tepki, CHP’nin siyasi geleceği için ciddi bir test niteliğinde.

Hepsinden öte "milletvekilliği", "meclis", "anayasa ve yasalarla belirlenmiş hak ve yetkiler" gibi demokrasiye özgü kavramların tartışma konusu bile olmaktan çıkıp, tamamen gömülmesine yol açacak önemde.

Milletvekillerinin ve partililerin yüzüne portakal gazı sıkan, Abdullah Koç’u aralarına alıp yumruklayan polis ve müdahale emri verenler, aslında Meclis'i yerlerde sürüklerken belki de "demokrasi"den bahsetmek ‘lüks’ sayılabilir.

Ancak hâlâ var olan bir Meclis ve Meclis’te kalmayı savunan muhalefet partileri olduğuna göre, gereğini yerine getirmelerini beklemek ‘lüks’ sayılmaz herhalde.

Yediği onca gaza rağmen Meclis'e gelerek milletvekillerine hitap eden Filiz Kerestecioğlu şunları söylüyor:

"Ben Ankara milletvekiliyim ve yaklaşık iki saat önce il binamızın önünde vekilimiz Abdullah Koç'la beraber bir basın açıklaması yapmak istedik, il yöneticilerimizle beraber. Parti meclis üyemiz de dâhil olmak üzere dün 22 yöneticimiz gözaltına alınmıştı. Özellikle seçime giderken HDP'ye karşı yapılan bu ‘siyasi faaliyet yasaklama faaliyetleriyle’ ilgili bir açıklama yapmak istedik. Polis memurları, emniyet müdürleri bize ‘Basın açıklaması yasak’ dediler.

Ankara'da OHAL var mı? HDP için her yerde OHAL var. Şu anda ağzımda ‘portakal gazı’ denilen gaz tadıyla duruyorum, gözümü bir saat açamadım, direkt yüzüme gaz sıkıldı. Abdullah vekilimiz aralarına alınarak darp edildi polisler tarafından.

Bu kadar mı alıştınız arkadaşlar, bu kadar mı? Burası nasıl bir Meclis? Yani bir tanenizin kalkıp da ‘Ya, Filiz Kerestecioğlu'na, Abdullah Koç'a, bu vekillerimize, Meclis'in bu vekillerine böyle bir muamelede bulunulmuş, bunu kınıyoruz’ demek içinizden gelmedi mi?

Ben şu anda ara vermenizi, bunu Bakanlığa sormanızı ve hep birlikte bunu kınamanızı rica ediyorum. Karşımıza koyduğunuz polis gücüyle milletvekillerine portakal gazı sıktırarak iktidar olunmaz, bir kere önce bunun ayırdına varın. Bu muameleleri kınamanız gerekiyor, bunları yaptırmamanız gerekiyor."

Bu sözlere gelen tepki şu:

"Ne alakası var ya?"

Üsluptan anlaşılacağı üzere bu yanıtı veren bir AKP’li. İstanbul milletvekili Ahmet Hamdi Çamlı.

Örgütlü olduğu bütün kentlerde en küçük birimine kadar gözaltı ve tutuklamalarla fiilen engellenen bir partinin milletvekilleri, en son Ankara’da 22 partilinin gözaltına alınması üzerine basın açıklaması yaparken tartaklanıyor, darp ediliyor ama bir başka milletvekili "alaka" kuramıyor.

Oysa Meclis’te bekleyen fezlekelerden biri gelse gündeme, alaka kurabilir çünkü vekillikleri ‘millet’e değil iktidar nimetlerine ait.

Birkaç gün önce 21 fezleke daha geldi Meclis’e. Biri CHP, diğerleri HDP’ye ait. 26’ncı ve 27’nci Yasama Dönemi’nde devreden fezlekelerle birlikte toplam fezleke sayısı tam 403.

Önce HDP’yi sonra CHP’yi Meclis’ten tasfiye etme çalışmaları yalnız seçmeni ürkütme, korkutma, seçim usulsüzlükleri yoluyla değil o kadar farklı yöntemlerle sürüyor ki insan hayret ediyor.

Hâlâ hayret edebilmeye de hayret ediyor ya, o da ayrı.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Arşivi