‘Savaş suçu’

'Al Bayrak Partisi'nde toplananlar, olası bir yargılamada da Erdoğan’ın yanında otururlar artık. Yakışanı odur.

Suriye ‘harekâtı’nın maliyeti  takip etmekte zorluk çektiğimiz bir hızla, anbean büyüyor. Olmayacakları olduran ‘becerikli’ iktidar, Çin’den Amerika’ya neredeyse dünyanın tümünü tek ses haline getirdi.

ABD ve Avrupa ülkelerinden gelen ekonomik ve askerî ambargolar, diplomatik baskılar sanırım şimdiye kadar görülmemiş ölçüde Erdoğan hükümetini yalnızlaştırırken, Türkiye’ye de ağır faturalar ödetmek üzere üst üste diziliyor.

Amerika’nın sessizce zamanını beklettiği Halk Bank dosyası da bu faturalar arasında. Rıza Zarrab’ın itiraflarının Türkiye’deki yetkili isimler ve yakınlarını kapsadığı, daha sonra ek iddianamelere neden olacağı yerli ve yabancı basında, o zaman da sıkça yer aldı.

Ve en önemlisi Cumhurbaşkanı Erdoğan savaş suçu işlemek ve IŞİD’i canlandırmakla itham edilmeye başlandı.

"Cumhurbaşkanı Erdoğan’a net şekilde söyledim: Türkiye'nin operasyonu insani krize neden oluyor ve olası savaş suçları koşullarını yaratıyor."

Yaptırım kararını açıklarken "savaş suçu"nu da ilk dillendiren kişi olan ABD Başkanı Trump’ın devamındaki sözleri de "suç"u tek tek tanımlar nitelikte.

"Bu başkanlık kararnamesi, ABD'nin Suriye'de insan hakları ihlalleri, ateşkesi önleme, yerinden edilmiş kişilerin evlerine dönmesini engelleme, mültecileri zorla geri döndürmeye çalışma, Suriye'de barışı, güvenliği ve istikrarı tehdit etme eyleminde bulunmuş olabilecek kişilere de güçlü yaptırımlar uygulamasına olanak tanıyacak."

Bir gün sonra Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Ofisi,  Suriye'nin Geleceği Partisi Genel Sekreteri 35 yaşındaki Hevrin Halef ve beraberindeki 9 sivilin cihatçı çeteler tarafından katledildiğine ilişkin görüntüler üzerine "Türkiye'nin destek verdiği gruplar tarafından gerçekleştirilen sivillere yönelik infazların 'savaş suçu' olarak sayılacağını ve Ankara'nın sorumlu tutulabileceğini" belirten bir açıklama yaptı.

Aynı gün ABD Savunma Bakanı Mark Esper, konuyu bir adım daha ileri götürerek  "Türkiye'nin operasyonunun çok sayıda tehlikeli IŞİD'linin serbest kalmasına yol açtığını" söyledi ve  "IŞİD'in yeniden ortaya çıkması olasılığı, olası savaş suçları ve insani kriz dahil operasyonun sonuçlarının sorumluluğu tamamen Cumhurbaşkanı Erdoğan'a aittir" dedi.

Bu açıklamalar yapıldığında henüz Türkiye’nin kontrolündeki ÖSO’cuların, Eyn İsa Kampı'ndaki IŞİD’lileri yanlarına alarak kaçtığı ve kampı ateşe verdiği iddiaları medyaya düşmemişti. 

Aslına bakarsanız, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın IŞİD’le mücadele ettiğine ilişkin açıklamalarının kimseyi ikna etmemesi Suriye ‘harekâtı’yla oluşmuş bir kanı değil.

AKP iktidarının Şam’da namaz kılmaya niyetlendiği günlerde, PYD Sözcüsü Salih Müslim’in Esad yönetimine karşı Türkiye ile birlikte davranma teklifini reddetmesinden sonra başladı bu süreç.

Sınırların Esad karşıtı cihatçılara açık olması, silah ve lojistik destek sağlandığı iddiaları sıklıkla yerli ve yabancı basında yer buldu.

Bugüne kadar bazen IŞİD’in bazen de iktidarın kullanışlılığı nedeniyle görmezlikten gelinenlerin, dillendirilmeyenlerin şimdi uluslararası infial yaratması elbette ki tamamen konjonktürün değişmesiyle ilgili.

Küresel güçlerin ihtiyacı kalmamış, son kullanma tarihleri dolmuş olabilir ama biz ne yapacağız?

Türkiye’nin IŞİD’in hamisi gibi görülmesi, Suriye’deki eylemlerle sınırlı değil ki.

Türkiye içindeki katliam davalarının görünmez ellerce zamana yayılması, faillerin bir şekilde kaçması, "patlatmadan" yakalanmaması, yakalansa da bırakılmaları, otellerde ağırlanmaları…

Hatta cezaevinde olduğu zannedilen ya da olması gereken faillerin meçhule karışması!           

Evet, inanılmaz ama bu iddiayı Meclis kürsüsünden haykıran CHP İstanbul Milletvekili ve PM üyesi Ali Şeker.

Önceki gün Meclis Genel Kurulu’nda aynen şunları söyledi Şeker:

"IŞİD bu ülkede en büyük katliamı yapan, vahşi, insanları boğazlayacak bir örgüttür. Bu Meclis'e gelse yüzde 99'unu katledecek, barbar, boğaz kesen bir örgüttür.
Ve bunları destekleyen ve bunların koridor açıp Türkiye'den bütün IŞİD militanlarının geçişini sağlayan da Adalet ve Kalkınma Partisi iktidarıdır. Bunu anlatan kimler biliyor musunuz? Bunu anlatan Ebi Ubeyde, İlyas Aydın; bu örgütün kurucularından, Türkiye temsilcilerinden. O tutukluydu ve şu anda cezaevinde değil. "

Bu kadar değil. Şeker, bunların Kuzey Suriye’de olduğu ve harekâta katıldığı iddiasında bulundu.

Ali Şeker,  tek tek saymaya devam etti.

Habur’da teslim olan, 1,5 milyon lira ödül konmuş IŞİD militanı Ayşegül İnci’nin adli kontrol şartıyla serbest bırakıldığını söyledikten sonra bir başka örnek daha verdi ki insan gerçekten ‘bu ülkenin dibi yok’ diyor.  

"Baki Yiğit 2003 yılında İstanbul'da sinagogların bombalanması eylemini organize eden ve müebbet hapse mahkûm olan birisi. El Kaide'ci bu kişi Esad'a karşı savaşırken orada öldü. Burada tutukluydu, cezaevinden yok oldu ve orada öldü."

Her bir örnek için Meclis’in ayağa kalkması, kamuoyunu ayağa kaldırması, ortalığı inletmesi gerekirdi.

Tezkereye ‘evet’ demiş Meclis’te hiçbiri olmadı tabii ki.

Bu vahim, inanılmaz, korkunç iddialar sanki hiç söylenmemiş gibi öylece kaldı.

CHP kendi milletvekilinin iddialarını ilk kez duymuş gibi alkışladı, hiç duymamış gibi yapmaya devam etti.

Uluslararası hukuk, iç hukuk, anayasa, bilinen tüm yasalar, kurallar, yurttaştan ‘komşu’ya bütün hak ve sorumluluklar, bütün güvenlik bariyerleri alkışlar eşliğinde Meclis’e gömüldü.

"Al Bayrak Partisi"nde toplananlar, olası bir "savaş suçu" yargılamasında da Erdoğan’ın yanında otururlar artık. Yakışanı odur.   

Önceki ve Sonraki Yazılar
Arşivi