Gezi’yi Otpor’a bağlarken Miloşeviç ne olacak?

Savcı, önemli bir ayrıntıyı atlamış: Otpor, dönemin Sırbistan Devlet Başkanı, Bosna savaşının en azılı aktörlerinden, savaş suçlusu Slobodan Miloşeviç’e karşı doğan bir öğrenci hareketi...

Taksim’i yayalaştırma projesi ortaya çıktığından beri konuyu takip eden, Gezi’nin başlangıcından sonuna izleyen gazetecilerdenim.

Bugün Gezi’yi bir ‘kalkışma’ olarak organize etmekle itham edilenlerin kalabalıkları teskin etmek, şiddetten uzaklaştırmak, acılı ailelerin yanında durmak, hak mücadelesi yapmak, dayanışmaktan öte bir eylemini görmedim, duymadım.

Aradan altı yıl geçti, köprünün altından çok sular aktı. Türkiye, darbe girişimi dahil, müthiş zorlu günlerden geçti ve bu arada rejim değişikliği yapıldı.

Gezi’den suç çıkarma çabaları yakın döneme kadar sürdü ancak bir türlü başarılamadı. Nedense şimdi (!) üretilen iddianame kabul edildi.

Özetini şöyle yapabilirim:

Herkesin –evet sadece Gezi’ye katılan ve destekleyenlerin değil, herkesin!- temel yurttaşlık ve anayasal haklarını hedef alan; SANDVİÇ DAĞITMAKTAN (iddianamede büyük harflerle yazılmış) polise çiçek vermeye, mağaza boykotundan tiyatro oyunu sergilemeye, iftar sofrası kurmaktan ‘muziplik’ yapmaya, hatta sokağa çıkmamaya kadar her eylemi ve hatta eylemsizliği suç haline getirmeye soyunan bir karalama manzumesi.

Karalama manzumesi çünkü, 2013’te iktidara yakın medyada çıkan yazı ve ‘haber’lerle birebir örtüşen komplo teorileriyle dolu. (Gökçer Tahincioğlu’nun konuya dair yazısı) Taraflı ve muğlak bir dille yazıldığını anlamak içinse hukuk uzmanı olmaya gerek yok.

Gezi iddianamesinde Osman Kavala’dan Taksim Dayanışması üyelerine, seçilmiş hedeflerin birbiriyle iletişimi, iş ilişkileri veya ortak kaygıları üzerinden bir suç örgütü üretilmeye çalışılıyor.

OTPOR, MİLOŞEVİÇ’E KARŞI DOĞDU

Ortak kaygıdan neyi kast ediyorum? Demokratik, yasal yollar çerçevesinde yardımlaşmak, dayanışmak, çağrı yapmak... Sivil itaatsizliğin müebbetlik suç haline getirilmeye çalışıldığı ilk yargılama olarak, utançla tarihe geçecek!

Tabii tüm bunları "suç" olarak yutturmak, en azından bir dava sahneleyebilmek adına, Açık Toplum Vakfı ve Soros dahil edilmiş. (Konuya dair Kemal Göktaş’ın yazısı)

Amaç, Gezi’nin ne olduğunu unutturup tarihi kendince yeniden yazmak. Tekrarlayalım:

Kent hakkı için bir araya gelen bir avuç insanla başlayan, ilerleyen günlerde artan polis şiddeti, ağır yaralama ve ölümlere karşı büyüyen tepkilerle milyonlara ulaşması.

Evet, bu tepki dönemin hükümetineydi. "Üç beş ağaç"la başlayan süreç, gencecik çocuklar öldürüldüğü için bu kadar yaygınlaştı.

Evet, sorumluların istifası istendi. Suç mu?

Anlaşılan suç haline getirilmek isteniyor. Sadece Gezi’de değil, Soma’dan Çorlu’ya sorumluların istifası istendi. Kimsenin yerinden kıpırdadığı, cezalandırıldığı var mı?

İddianame sayesinde Sırbistan’daki Otpor hareketini ayrıntısıyla öğrendik. (Zamanında yapılan yayınlara gülüp geçmiştik). Zira yüzlerce sayfada Otpor’un yöntemleriyle Gezi’deki neredeyse her eylemle bağlantı kurulmaya çalışılmış.

Yalnız savcı, önemli bir ayrıntıyı atlamış: Otpor, dönemin Sırbistan Devlet Başkanı, Bosna savaşının en azılı aktörlerinden, savaş suçlusu Slobodan Miloşeviç’e karşı doğan bir öğrenci hareketi...

Öyleyse Miloşeviç, hani Saraybosna’daki, Kosova’daki din kardeşlerimizi kıyımdan geçiren faşist diktatörün yaptıkları onaylanmış olmuyor mu?

YETER Kİ YENİ BİR 7 HAZİRAN YAŞANMASIN

Her iktidar, sosyal patlamalardan korkar. Bambaşka sebeplerle, bambaşka coğrafyalarda, bambaşka içerik ve tarihî bağlamda gelişen hareketlerden, isyanlardan elbette öğrenecek çok şey var.

Ancak her rahatsızlık, eleştiri, eylem, muhalefet veya isyanın ardında "dış güçler" aramanın, kurban seçip cezalandırmanın kimseye faydası yok. Aksine, geriletir, yıpratır; inandırıcılığınız ve gücünüz varsa da yitirirsiniz.

Altı yıl sonra hortlatılan Gezi rövanşının ardında yerel seçim öncesi yeni düşman yaratma gibi nedenlerin olduğunu biliyoruz.

Ama ötesi de var.

Bu davayla Gezi’nin en büyük gücü olan ‘benzemezlerin biraradalığı’ hedef alınıyor.

Yeter ki Kürt’le Türk, Atatürkçü ile dindar, feministle holigan, beyaz yakalıyla gecekondu delikanlısı tekrar bir araya gelmesin!

Yeter ki Tayyip Erdoğan’ı ve politikalarını eleştirecek tek bir söz söylenmesin, hatta eleştiri, sokağa çıkmak başlı başına ‘darbecilik’ olarak kodlansın.

Yeter ki kimse yönetenlerden hesap sormaya, haklarını istemeye kalkmasın.

Yeter ki ikinci bir 7 Haziran yaşanmasın.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Arşivi