Artık keşif ve kaçış yok... Sürekli aynı döngüdeyiz

16. İstanbul Bienali, insanın yarattığı tahribatın neticede kendi sonunu getireceği gerçeğini yüzümüze çarpıyor.

"Her şeyin insanların kontrolünde olduğunu sanabiliriz ama zamanımızın çevresel sorunları, ne kadar çok şeyin insanın kontrolünden kaçtığını ve dünyamızın oluşumunda ‘insan olmayanların’ ne kadar önemli olduğunu bize hatırlattı."

İstanbul Kültür Sanat Vakfı (İKSV) tarafından Koç Holding sponsorluğunda düzenlenen 16. İstanbul Bienali, dünyadaki ekolojik sorunlar ile bunların ardındaki politik süreçleri ve sosyal yapıları incelemek için sanatçıların kurduğu bir araştırma alanı niteliğinde.

Bienale katılan sanatçılar, günümüzün ekolojik sorunlarını, küreselleşmeyle artan kapitalist üretim biçimlerini ve bunların doğa üzerindeki etkilerini araştırıp kendi yöntemleriyle ele alıyorlar. Küratör Nicolas Bourriaud’nun dediği gibi, 16. İstanbul Bienali günümüz sanatçılarını ‘insanlığın yeni durumunu inceleyen antropologlar’ olarak konumlandırıyor.

Sanatın gerçekleri eğip bükmeyen özelliğinin gereği, bizi kendimizle ve faaliyelerimizin sonuçlarıyla yüzleştiren Bienal, aynı zamanda eğitici bir niteliğe de sahip. MSGSÜ İstanbul Resim ve Heykel Müzesi’nde bana göre en ilgi çekici köşe, adeta bir eğitim alanı kurgulanan Feral Atlas Collective’e (Yabanıl Atlas Kolektifi) ait. İnsanlığın kurduğu altyapıların öngörülmemiş etkilerini inceleyen 100’den fazla bilim insanı, araştırmacı ve sanatçıyı bir araya getiren Yabanıl Atlas, insan çağının süreçlerine yönelik disiplinler ötesi bir bakış sunuyor.

Her yerde toprak, hava ve su alanlarını derinlemesine değiştiren altyapıların tasarlanmamış etkilerinin neler olduğunu, ne gibi boşlukların ve çatlakların ortaya çıktığını, nelerin kaybolup nelerin çoğaldığını ve nelerin kontrol edilemez hale geldiğini sorgulayan Yabanıl Atlas, organizmaların, emeğin ve makinelerin kontrol altına alındığını, buna karşılık zehir, haşere ve hastalıkların kontrol altına alınmadığını gösteriyor.

Ekosistemi tahrip eden altyapılar

Yabanıl Atlas’ın merkezinde yer alan saha raporları, ekili alanların, deniz taşımacılığı rotalarının, fabrikaların, barajların, tren yollarının, madenlerin ve endüstriyel altyapıların her yere yayılıp dünyayı mahveden ‘yabanıl varlıklar’a nasıl yol açtığını ortaya koyuyor.

Örneğin, sergide hikâyesi anlatılan yabanıl varlıklardan biri, aslında Amazonlara ait olan ‘su sümbülü’ adlı yabani su otu. 20’nci yüzyılda Bengal Deltası’nda yaşanan ekonomik ve toplumsal düşüşün köklerinde, demiryolu ağlarının genişlemesi ve bunun neden olduğu benzeri görülmemiş ekolojik hasar yatıyor. İstilacı bir tür olan su sümbülü için yaşam alanı yaratan demiryollarından sonra, Bengal Deltası’nın tarım ekolojisi bir daha eskisi gibi olmuyor. Bu yabani otlar sadece demiryolunun inşası için arazilerin kazılmasıyla yaratılan hendekleri doldurmakla kalmıyor, aynı zamanda demiryolları arasındaki durgun sularda da gelişerek istemeden istilacı bitkilerin çoğalmasına sebep oluyor; deltanın ekosistemini tamamen değiştiriyor.

Yabanıl Atlas, okyanuslardaki yayılmaya da mercek tutuyor. Sergide anlatıldığı gibi, hızlı kentleşmenin yarattığı beton kıyı şeritleri açık deniz petrol ve doğalgaz platformlarıyla birleşerek, daha önce hiç denizanasının bulunmadığı yerleri denizanası poliplerinin geniş üreme alanları haline getirdi.

Sualtında yarattığımız gürültüden haberimiz bile yok!

Yaban Atlas’ın en can alıcı işi, sualtı gürültüsüne odaklanıyor. Malum, Sanayi Devrimi ve içten yanmalı motorun icadı, insaoğlunun gezegenin en gürültülü yaratığı olmasına neden oldu. Gürültünün, işitme kaybı, artan stres seviyeleri, depresif bir bağışıklık sistemi ve uykusuzluk gibi olumsuz etkilerinin zamanla farkına varsak da, uzun süredir ürettiğimiz sualtı gürültüsünden haberimiz bile yok. Denizleri plastiğe boğarak suyu kirlettiğimizi artık çok iyi biliyoruz ama sualtında yarattığımız gürültü kirliliğinin etkilerinin farkında bile değiliz. Oysa, bir geminin pervanesi suyun içinden geçerken, oluşturduğu düşük basınçlı alanlar patlayan boşluk kabarcıkları üretiyor. Çöken kabarcıklardan ortaya çıkan gürültü ise yakınlardaki deniz yaşamını tahrip edici derecede yüksek oluyor.

Yaban Atlas’ın Resim ve Heykel Müzesi’ndeki alanında, tavandan sarkan kulaklığı taktığınız anda, kendinizle yüzleşiyorsunuz aslında. Okyanusun altını dinlerken, balıkların çığlıkları gemilerin gürültüsü içinde kayboluyor. İnsan nedenli gürültü yüzünden balıklar birbirlerini duyamıyor, yollarını bulamıyorlar. Bunu fark edince, insanın kalbi sıkışıyor.

Resim ve Heykel Müzesi’ndeki sanatçıların işlerinin pek çoğu, insanın artık dünya üzerinde her yere yayılıp yerleştiğini, dünyanın çoktandır insanın müdahale ettiği bir mekan olduğunu ortaya koyuyor. Artık keşif yok, kaçış yok! Sürekli aynı döngünün içerisindeyiz. Kabul etsek de, etmesek de, yarattığımız tahribat neticede insanın da sonunu getirecek; buna artık şüphe yok.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Arşivi