Şüpheli bebek ölümü AYM’de

Üç yıl önce 25 günlük bebeğini hastanenin ihmali yüzünden kaybettiğini iddia eden Arzu Başaran Başkıran, adalet mücadelesini Anayasa Mahkemesi’nde sürdürüyor.

Uzun yıllar boyunca yenideoğan yoğun bakım ve Acil Servis hemşireliği yapan Arzu Başaran Başkıran, 2016’da İstanbul’da özel bir hastanede 33 hafta 5 günlük bir bebek dünyaya getirdi. Bebek erken doğduğu için gelişmesi tamamlanmamış akciğerlerinden kaynaklı solunum sıkıntısı vardı. Başkıran, ilk iki saat içinde verilmesi gereken Sulfaktan adlı ilacın ancak 10 saat sonra verildiğini ve bebeğinin yenidoğan yoğun bakımda boğulmaya yakın koşullarda tutulduğunu söylüyor: "Bebeğimi gördüğümde yüzü, vücudu mosmordu. Hemen doktoru çağırttım ve doktor yoğun bakıma dışarıdan geldi. Müdahale edeceğini söyledi ama yapmadı. Bebeğim 15 saat ağır oksijensizliğe maruz kaldı. Doktor ve hemşireler mosmor bebeğe hiçbir müdahale yapmamışlar."

Doktorun daha sonra kongreye gittiğini, hiçbir doktorun bebeğiyle ilgilenmediğini ve bebeğinin ağır hastane enfeksiyonu kaparak komaya girdiğini belirten Başkıran’ın iddiasına göre, bebeği gerekli tedaviye ancak hastalığın başlangıcından 3 gün sonra kavuşabildi; bu arada oksijensizlik yüzünden kalp problemi başladı. Bebeğin bir böbreği çürümüş, bağırsakları ağır hasar almış, akciğerleri hasarlanıp kanamaya başlamıştı. Beyin dokusu ileri derece hasar görünce de ölümcül beyin kanamasını yaşamıştı.

Başkıran sözlerine şöyle devam ediyor: "Yetmedi, hastane yönetimi bebeğimin en kötü olduğu gün, tıbbın asla kabul etmediği bir şey yaptı. Bebeğimi yaşam destek ünitesinden ayırdı ve ölmesini bekledi. Nitekim o gece sabaha karşı bebeğimin solunumu tamamen durdu. O gün yetkililere hastaneyi aratmasaydım bana ‘Elimizden geleni yaptık kurtaramadık’ denecekti ama yetkililer aradığı için bebeğimi ölümden döndürmek zorunda kaldılar. Doktora bebeğime kan ve TDP adlı kan ürününü vermesini söylememe rağmen vermedi. Ancak doktorun kendisinden şikayetçi olup olay adli vakaya dönünce değişen çeşitli evraklarda 10’dan başlayıp gitgide aşağı düşen rakamlarla çelişkilerle dolu ‘gerekli ilaçları verdim’ ifadelerini kullandı. Oysa bunlar Kızılay tarafından temin edilen ürünler olup seri numarası, alım tarihi, son kullanım tarihi kayıtlı ürünlerdir ve şu ana kadar sadece 1 adet verdiği tüm evraklarda hatta bebeğimin SGK faturasında tespitlidir."

Başkıran, iki hafta sonra bebeğini zar zor başka bir hastaneye sevk ettirdi. Ama bebeği oraya gittiğinde artık ağır engelliydi, ileri derece kalp ve akciğer yetmezliği vardı.

Başkıran’ın iddiasına göre, bebeğine verilmeyen TDP yüzünden kan değeri çok düşüktü ve ameliyat öncesi bu değerlerin yükseltilmesi gerekiyordu; bebeği diğer hastaneye gidişinin ancak dördüncü günü ameliyata alınarak beynine rezervuar takıldı ama iflas eden vücudu ameliyatı kaldıramadığı için ertesi gün öldü.

‘EVRAKLARDA OYNAMA YAPILDIĞI TESPİT EDİLDİ’

Başkıran, otopsiden dört ay sonra çıkan raporla kendisini bekleyen uzun bir yol olduğunu anlamıştı. Zira, otopsi raporunda ‘beyin kanaması’ yazmasına rağmen, Adli Tıp "Beyinde kanama yoktur" demişti. Beyin tomografisi görüntüleri ile beyin ameliyatı kayıtları olan, beyin ameliyatı geçiren, hatta otopsi raporunda ‘rezervuar tedavisi’ yazan bir bebeğin, ‘travmatik bir tesirle öldüğünün tıbbi delillerinin bulunmadığına’ kanaat getirilmişti.

Başkıran, yasal hakkı olmasına rağmen, bebeğinin otopsi raporlarını ve videosunu iki yıl boyunca almaya çalıştığını anlatıyor. En son verilen fotoğrafların seri numarasına göre 400 küsür fotoğraf olması gerektiğini söyleyen Başkıran’a sadece 62 adet fotoğraf verilmişti.

Başkıran’ın "Yapılmış olmak için yapıldı" diye bahsettiği İl Sağlık Müdürlüğü’nce yapılan soruşturma sonucunda ise "Hastane ve doktor suçsuzdur" denmişti.

Ceza davasına bakan ilk savcının kamera kaydı almadığını, imzasız evrakları resmi belge kabul ettiğini, bir hastane yetkilisinin bile ifadesini almadığını ve etkin bir iddianame hazırlamadığını iddia eden Başkıran, İl Sağlık Müdürlüğü’nün soruşturmasına da itiraz edince, bu kez Sağlık Bakanlığı tarafından soruşturma başlatıldı. Hastanenin bazı evraklarında oynama olduğu, USG’lerin altında doktor kaşe ve imzası olmadığı ve doktorun başka bir doktorun kaşe ve imzasını kullandığı müfettiş tutanağı ile tespit edildi.

"Sırf susmam için hastane ve doktor için ‘Kusurlu’ raporu verildi ama hazırlanan müfettiş raporu tam bir fiyaskoydu" diyen Başkıran, sözlerini şöyle sürdürüyor: "İlk geceki doktor için hayal gördüğüm iddia edildi. 20 yıllık meslek hayatımda birçok adli vaka ile muhatap olduk ama ben böyle bir skandal görmedim. Savcılığın almadığı belgeleri mahkemeden talep ettik, İl Sağlık Müdürlüğü’nden, Sağlık Bakanlığı’ndan talep ettik, hâlâ belgeler alınmadı, yetmemiş gibi iki yılın sonunda şahsım adına tanzim edilmiş (sahte imzam atılmış) bir belge elimize geçti. 2017’de resmi belgede sahtecilikten suç duyurusunda bulunduk; ne bir hastane yetkilisinin ifadesi alındı ne de evrak talep edildi."

Başkıran’ın bebeğinin ölüm yıldönümü olan 26 Kasım 2018’de CHP İstanbul Milletvekili Sezgin Tanrıkulu tarafından meclise soru önergesi verildi ama cevapsız kaldı. Başkıran, Uluslararası Minnesota Protokolü gereğince işlem yapılmasını istedi, yapılmadı.

Dolayısıyla o da adil yargılanma hakkının, yaşam hakkının ve bilgi edinme hakkının ihlal edildiğini belirterek Anayasa Mahkemesi’ne başvurdu. Şu anda dosya inceleniyor.

"Bütün bu kurumlar ve yargı mensupları bana anneliğimi, ilk göz ağrım olan bebeğimi, kendi çocuğumun otopsi fotoğraflarına bakmak zorunda kaldığım için kaybettiğim insanlığımı borçlular" diyor.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Arşivi