Seçilmiş başkanlar ve yargı müsameresi

Hukuki olmayan bir tutuklama operasyonunda hukuka uygun bir araştırmanın yapılmasına gerek duyulmamıştı elbette.

‘Mış’ gibi yapmaya devam ediyorlar hala. Ülkede demokrasi, cumhuriyet, seçme ve seçilme hakları ve bağımsız yargı varmış gibi davranıyorlar mesela. Oysa sistemin değiştiğini, daha önemlisi Kürtlerin seçme ve seçilme haklarının ve bağımsız yargının ortadan kaldırıldığını açıkça söyleseler daha iyi olacak; zira herkes ona göre bir pozisyon belirleyecek kanımca. Tabi herhalde bunun için batıyla olan epey incelmiş bağın tamamen koparılması gerekiyor, değil mi? Onlar, bu haklar memlekette hala varmış gibi davranırken, Kürt seçmenler de hala bu haklarını kullanmakta ısrar ediyorlar; ki bunda anlaşılmayacak bir şey yok. Demokrasi ve haklar mücadelesi devam ettiği sürece seçme ve seçilme haklarını kullanmakta ısrar da devam edecek tabii olarak.

Bu ısrarla sandık başına gitti Kürtler 31 Mart yerel seçiminde. Partinin ve üyelerinin maruz kaldığı tüm baskılara rağmen Kürtlerin önemli bir kısmı yine HDP’ye oy verdi ve HDP 5 il, 40 ilçe ve 12 belde belediyesini kazandı. Kazandı kazanmasına ama 2016 yılında olduğu gibi tekrar kayyumların atanabileceğinden endişe duyuluyordu. Bu endişeye rağmen o kadar kısa bir zaman diliminde bir ölü toprağını üzerinden atma, canlanma, umutlanma dönemi yaşandı. Yeniden festivaller düzenleyen, kültür ve sanat çalışmalarına destek olan belediyeler görmeye, şehir sakinleri olarak nasıl bir belediyecilik istediğimiz konusunda iki kelam etmeye, gelecek için umutlanmaya başlamışken, beklendiğinden de epey erken bir tarihte kayyumlar atandı. 19 Ağustos günü Diyarbakır, Mardin ve Van büyükşehir belediyelerine kayyum atanması ile başlayan süreçte bugüne kadar toplam 15 belediyeye kayyum atandı.

İddia edilenin aksine ne 2016 yılında kayyum atanan belediyelerin ne de şimdikilerin bir örgüte yardım ettikleri konusunda bir delil bulundu. İdari ya da hukuki soruşturmalar sonucunda bu konuda somut delile dayalı ceza alan bir belediye başkanı da yok. Üstelik 2016 yılında kayyumların atandığından epey farklı bir siyasi atmosferde yaşıyoruz. Şehir içinde çatışmalar yaşanmıyor ve belediyeler ile başkanlarını kriminalize etmek, örgüte yardım etmekle suçlamak o kadar kolay değil. Hal böyleyken önceki döneme kıyasla kayyumların atanması daha fazla sorgulanıyordu. Tutuklanmadıklarına göre suçsuz oldukları düşünülen belediye başkanları, kayyum politikasının meşruiyetinin sorgulanmasında ayrıca etkili oluyordu.

İşte tam burada yüce yargı yetişti iktidarın imdadına. 21 Ekim günü Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi Eş Başkanı Selçuk Mızraklı, Kayapınar Belediyesi Eş Başkanı Keziban Yılmaz, Kocaköy Belediyesi Eş Başkanı Rojda Nazlıer ile Bismil Belediyesi Eş Başkanı Orhan Ayaz gözaltına alındılar. Orhan Ayaz daha sonra serbest bırakılırken, diğer başkanlar tutuklandılar. Onlardan daha önceki bir tarihte gözaltına alınan Nusaybin Belediye Başkanı Semire Nergiz de tutuklanmıştı. Bazı belediyelerin başkanları kayyum atandıktan sonra tutuklanırken, bazılarına ise başkanları gözaltına alındıktan sonra kayyum atandı.

Tutuklanan başkanların hepsinin tutuklanma gerekçeleri aynı: Örgüt üyeliği. Hepsinin dosyasında ortak diğer şeyler ise hukuken tutuklanmalarını gerektirecek hiçbir neden olmaması ve açıkça siyasi bir kararla tutuklanmış olmaları. Hukukçu olmayan biri bile görebilir ki bu kişiler belediye başkanı seçilmiş olmasalar bu şekilde suçlanmayacak ve tutuklanmayacaklardı.

Bu dosyaların hepsinde gizlilik kararı var. Bu nedenle soruşturma dosyasında yer alan tüm belgelere avukatlar ulaşabilmiş değiller. Ceza hukukundaki en temel prensiplerden biri olan ‘silahların eşitliği’ ilkesi böylece en baştan ihlal edilmiş oluyor. Zira yargılanan kişi bilgi sahibi olmadığı iddialara karşı kendini savunma hakkından mahrum bırakılıyor.

Bu dosyaların yine hepsinde gizli tanıkların veya itirafçıların beyanları var. 1990’lı yıllarda sıklıkla itirafçıların beyanlarına dayanılarak tutuklanırdı insanlar. 2000’li yıllarda ise gizli tanıklar kullanılır oldu. Mevcut iktidar ise delil yaratmak için her iki mekanizmayı da kullanmakta. Dosyalardaki gizlilik nedeniyle bu beyanlara ulaşmak henüz mümkün değil ama başkanlara sorulan sorulardan yola çıkarak bu kişilerin verdikleri beyanların bir kısmını ve tüm bunların delil yaratmak için nasıl hukuka aykırı bir şekilde tasarlandığını öğrenmiş oluyoruz. Öncelikle gizli tanıkların ifadesine dayanılarak tutuklama yapılması adil yargılanma hakkının ihlali ama tabi şu ahvalde bu pek de kimsenin umurunda değil. Başkanların bazılarını tutuklamak için gizli tanık ifadelerinin icat edildiği o kadar açık ki… Gizli Tanığın Rojda Nazlıer hakkında verdiği ifadenin, Nazlıer’in savcıya ifade verdikten sonra hakim sorgusuna götürülürken aceleyle, SEGBİS ile alınması bunun en çarpıcı delili.

İtirafçı beyanlarının da keza başkanları tutuklamak için icat edildiği yine apaçık ortada. 2016 yılında tutuklanan bir itirafçı nedense 31 Mart seçimine 11 gün kala Selçuk Mızraklı, 4 gün kala da Keziban Yılmaz hakkında ifade vermiş. Ve bu itirafçı ağırlaştırılmış müebbet hapis ile yargılanmaktayken 5 Eylül 2019’da ilginç bir şekilde (!) tahliye edilmiş. Rojda Nazlıer hakkında 8 Ekim 2019 tarihinde ifade veren bir diğer itirafçı ise 2018 yılında tutuklanmıştı. O da nedense 18 ay sonra Rojda Nazlıer hakkında ifade verme gereği duymuş.

İtirafçıların verdikleri ifadelerin içeriğine bakıldığında, yani başkanlara sorulan sorulardan dolayı görülebildiği kadarıyla, düzmece oldukları ortada. Selçuk Mızraklı mesela, itirafçının beyanına göre yıllar önce bir hastanede kıdemli genel cerrah olarak çalışmaktayken bir örgüt üyesini bağırsağının bir kısmını kesmek suretiyle ameliyat etmiş ve kendisini birkaç saat sonra taburcu etmiş. İfade verirken böyle bir ameliyat yapmadığını, zaten böyle bir ameliyat geçiren birinin birkaç saat sonra taburcu olamayacağını söylese de başkanı dinleyen olmadı tabii. Bu arada hukukun uygulandığı bir ülkede bir itirafçı böyle bir beyanda bulunsa, önce hastanede araştırma yapılır, tanıklar dinlenir ancak ondan sonra bir suçlamada bulunulabilirdi ancak hukuki olmayan bir tutuklama operasyonunda hukuka uygun bir araştırmanın yapılmasına gerek duyulmamıştı elbette.

Başkanlar milletvekili ya da belediye başkanı ya da parti üyesi olmaları nedeniyle katıldıkları eylem ve etkinlikler; sosyal medyada paylaştıkları mesajlar ve yaptıkları konuşmalar; üye oldukları STK’lar sebebiyle de suçlanmaktalar. Selçuk Mızraklı mesela Sarmaşık Derneği’nin yöneticiliğini yaptığı, Keziban Yılmaz Mezopotamya Hukukçular Derneği’ne üye olduğu için suçlanıyor. Katıldıkları eylemler, yaptıkları açıklamalar tamamen ifade hürriyeti, toplanma ve örgütlenme özgürlüğü ve siyaset yapma hakkı kapsamında yapılan şeyler. Yani sizin, benim, onun, hepimizin yaptığı şeyler.

Ahval özetle böyle. Kayyumların atanmasını meşru göstermek için siyasi kararlarla gözaltına alınıp tutuklandı seçilmiş başkanlar. Ve yine hukuki bir gerekçesi olmamasına rağmen kısa bir süre sonra Elazığ’a ve Kayseri’ye, ailelerinden, dostlarından uzak yerlere nakledildiler. Öyle insani koşullarda da değil; tam 10 saat, kelepçeyle, hiç mola verilmeden nakledildiler. Başkanların, ailelerinden bu kadar uzak yerlere nakledilmeleri de nakil koşulları da insan haklarını ihlal ediyor ama kimin umurunda. Yakın bir tarihte Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, ailelerinden uzaktaki cezaevlerine nakledilen iki başvurucunun Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 8. Maddesi ile korunan aile hayatına saygı haklarının ihlal edildiğine karar vermişti (Avşar ve Tekin/Türkiye). 10 saat boyunca kelepçe ile mola vermeden yolculuk yapmanın da kötü muamele olduğuna şüphe yok.

İktidar ve elinde araca dönenler "daha fazla nasıl eziyet edebilirim, yıldırmak için başka ne yapabilirim" diye türlü şekillerde insanlara, seçilmişlere zulmederken, on yıllardır uygulanan benzer politikaların bir işe yaramadığını; hangi etnik ya da dini gruptan olursa olsun, bu ülkenin bütün insanlarını, hatta kendi iktidarlarını uçuruma sürüklediğini unutuyorlar. Bu hikâye nasıl biter bilmiyorum ama hepsi birbirinden mutsuz milyonlarca insanın yaşadığı şu coğrafyada bazıları en azından haktan ve hakikatten yana tavır alarak olabildiğince kirlenmeden, başları dik, utanç verici hallere düşmeden yaşamaya çalışıyorlar. Bu inat da eziyet edenlere dert olsun şimdilik…

Önceki ve Sonraki Yazılar
Arşivi