İyi bir hikâyeden yeni bir hayat doğar

Size bir hayat-ı hakikiye hikâyesi anlattım. Haydi güçlü hikâyeciler… Romancılar… Gelmesini engelleyebileceğimiz rejimin baş düşmanları: Dansçılar… Operacılar… Haydi! Faşizmi durdurabiliriz. İnanın yeter.

Orhan ALKAYA

1991’in Kova Burcu zamanlarıydı. 1. Körfez Savaşı’na katılmaya can atan vaktin Cumhurbaşkanı Turgut Özal ve ekürisi, ilk yarayı bir sene önce, Genelkurmay Başkanı Necip Torumtay’ın istifasıyla almıştı.

Kuveyt’i –arkadan da itilerek– işgal eden Saddam Hüseyin yönetimindeki Irak’a karşı Birleşmiş Amerikan Milletleri (ABD, Britanya, Fransa, Suudi Arabistan, Mısır, Suriye), literatüre "Baba Bush" dönemi olarak geçen ABD’nin çekim gücüyle bir askeri harekat düzenlemişti.

Türkiye, "1 koy 3 kazan"cı Özalizme büsbütün teslim olmamış, 49. Hükümet, bu işgal savaşından uzak durmayı becermeye çalışmaktaydı.

Tam o zamanlar işte… İstanbul Tabip Odası’nın Cağaloğlu’ndaki merkezinde bir toplantı yapıyorduk. Kimler yoktu ki o toplantıda, şimdi aramızda olmayanların pek çoğunu pek çok özlüyorum.

Bir ara, hafif bir yabancılaşma duygusu ve sigara yoksunluğu içinde, fuayeye doğru süzüldüm. Bir Gauloises yaktım. Bir şey eksikti ama ne, düşünüyordum ki…

Kadîm arkadaşım Refik Durbaş geldi. O da bir sigara yaktı. "Ne düşünüyorsun," dedi.

"Bir şeyler eksik Refik," dedim.

"Bence de," dedi. "Hep aynı sözler."

"Biz n’apsak ki," dedim.

"Bir şey var senin kafanda," dedi.

"İşimizi yapsak. Şairler şiir yazsa, sinemacılar film yapsa, tiyatrocular oyun hazırlasa, ressamlar boyasa," dedim.

"Hadi yapalım," dedi Refik.

"Barış İçin Dizeler" projesi böyle başladı. Biz, yani Refik ve ben, o ara edebiyat tarihinde bir "ilk"i yapacağımızı da bilmiyorduk.

Mahut yurtseverlik ve barış aktivizmine nasıl katkıda bulunuruz, bunu düşünüyorduk.

Refîkim Refik’le birkaç saat kafa patlattıktan sonra, benim pek sevdiğim, Refik’in enteresan bulduğu "lecture automatique" şiirinde karar kıldık.

Bu şu, şairlerin biribirinden habersiz yazılan dizeleri bir araya geldiğinde ortaya yepyeni bir şiir çıkar.

Üstgerçekçilerden (sürrealist) bize kalan bu mirası, sıkça kullanmıştık. Hulki ile (Aktunç) TÜYAP kitap fuarlarından birinde –Tepebaşı zamanı– şovunu bile yapmıştık. İki –bence– nefis şiir izleyiciler önünde, sadece on iki dakikada tamamlanmış ve Sombahar isimli mühim dergide yayımlanmıştı.

Hemen rol dağılımını yaptık, şairlerle konuşma işini paylaştık. Birkaç gün içinde kast tamamlandı.

İçimdeki bir ukteyi de söyleyeyim. Bizim "Kaptan"ı yani Attila İlhan’ı ben aradım. Mealen, "Şu ara çok yoğunum, istediğiniz mısraımı kullanabilirsiniz," dedi. Ben de, Refik’le paydaşlaşarak, kullanmadım.

Biz savaşa karşı dahi özgünlük arıyorduk çünkü.

Malzeme tedarik edildi. Nedir, ben Akif’le, Haydar’la, Hulki’yle, Güven’le, Cenk’le, Metin’le ve başka şairlerle masada yaptığımız kâğıt çevirme işini yapamamıştım bu kez.

Orada da imdadımıza Macintosh yetişti –Classic–.

Mustafa Kemal Ağaoğlu’nun muhteşem projesi BİLSAK’ın programlarını yapıyordum o ara. Önümdeki aletin "kes –yapıştır– yeteneğini böyle keşfettim.

Dehasına hep hayranlık duyduğum "Nüzüllü Şiirler"in şairi Mim Kemal Agayef’e, "Bugün bana bulaşma," dedim. O da bulaşmadı.

Sonra Refik’le üzerinden geçtik. İngilizce çevirisi için Oruç’a (Aruoba) gönderdik. Bir "ilk"e imza atmışız meğer, 81 şair.

8 Şubat 1991’de, Cağaloğlu’ndaki Gazeteciler Cemiyeti’nde bir basın toplantısıyla duyurduk –hâlâ bir ilk olduğunu bilmediğimiz– şiirimizi.

New Statesman, Ralph Steadman’ın deseniyle kapaktan yayımladığında, Türkiye edebiyatının ne yaptığını övünçle kavradık.

2003, 1 Mart’ta kazandığımız başarıyı daha sonra anlatacağım. Çünkü biz haklıyız. Yeter ki inanalım.

Mahallemde çok sevdiğim bir nalbur var. Dükkânını dörtte bir fiyatına PTT’ye verdi. "Neden Mustafa," dediğimde, "Bu mahallenin yeni bir cafeye değil, bir PTT’ye ihtiyacı var," dedi.

Diğerkâmlığın Allahı.

Mustafa üzerine düşeni fazlasıyla yaptı.

Şairler siz de yapın.

Sinemacılar siz de…

Siz de ressamlar…

Tiyatrocular yapın…

Heykelciler…

Çağdaş sanatçılar…

Karikarütcüler…

Size bir hayat-ı hakikiye hikâyesi anlattım. Haydi güçlü hikâyeciler…

Romancılar…

Gelmesini engelleyebileceğimiz rejimin baş düşmanları:

Dansçılar… Operacılar…

Haydi!

Faşizmi durdurabiliriz. İnanın yeter.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Arşivi