Çok şeydir rock ve şanson

Carlos ve Kasım içimizi bayınca Bruce’e, Renaud’ya ve Léo ile Roger’a gittik. Sandaldan hoş bir seda yükseldi. Selçuk’la Arsoy da işte kendi çaplarında…

Geçtiğimiz hafta Carlos Ghosn ve Kasım Süleymani’yle uğraştık. Biri Tokya’dan, Istanbul aktarmalı bir uçakla Beyrut’a kaçırıldı. Diğeri Bağdat’tan cehenneme gönderildi. Çok sıkıcı konular… İki olayın, Türkiye ve halklarının bugünü ve yarını ile ilişkilerini deştik durduk. Hiç iç açıcı olmayan sahneler çıktı karşımıza.

Böyle durumlarda, bunalmamak için, hafif gibi görünen ama aslında çok derin mecralara gitmek lazım. Rimbaud’nun kankası Verlaine’den öğrenmiştik: Her şeyden önce müzik!. Müthiş bir tedavi gücü vardır şarkıların, şansonların, rock’un. Güzele götürür dinleyeni. Başağrısına pansuman, yaraya merhemdir müzik. Toplumbilim, siyaset bilim, psikoloji…her şey vardır şarkılarda.

Mesela, Bruce Springsteen’in ‘’Geri çekilmek yok, teslim olmak yok’’ (1984) şarkısından üç dize:

Üç dakikalık plaktan yavrum
Okulda öğrendiklerimizden 
Çok daha fazlasını öğrendik

Bruce’ün Fransız hayranlarından Renaud’nun son CD’sinde (Önce Bücürler ve Çocuklar, 2019), ‘’Şimdi teneffüs’’ şarkısında öğrenmekle müzik arasındaki bağları anlatan dört satır:

Bu sene inglisçe öğreniyos
Acaip zor ama eğlenceli
Okumasını ve saymasını öğretiyola
Bense sadece rock and roll demesini biliyom

Öğrenmekle öğretmek at başı gider. Burada sahneye Léo Ferré çıkar. Charles Aznavour’a, Brigitte Bardot’ya, Serge Gainsburg’a ne el enseler çekmiş, ne çalımlar atmış anarşit bir şarkıcıdır. Başkan, bakan, devlet adamı, rahip, dingo filan iplemez. Yakaladı mı bir kaşık suda boğar. ‘’Generalim’’ (1961) şarkısında dönemin Cumhurbaşkanı General De Gaulle’e bir öneride bulunur:

E bu dünyada
İnsanın bi başına kalması lazım
Generalim, tatile çıktıınızda
Bana bi uğrayın 
Size Fransa tarihini anlatayım 
Belki anlarsınız

Ferré, şansonda medya eleştirisi alanında öncülerden biridir. ‘’Televizyondan Şikayet’’ (1966) şarkısında küçük ekranı yerin dibine batırır.

‘"Zor zamanlar zor’’ (1963) şansonunda meşin yuvarlağı çatala takar:

Gerçekle yüzleşmek için
Kalktım taa televizyona kadar gittim
Kapıda sordular: Kimi arıyorsunuz?
Gerçeği, dedim. Burada yok öyle bir şey, dediler. 

Yine aynı şansonun değişik bir versiyonunda (1966) bu sefer Bob Dylan taca çıkar:

Ve Johnson da babayiğit bir herif ya
Demokrat partilidir ve hiç yorulmaz
Gitti Vietnam’a taktı
Bob Dylan’a istihdam yaratmak için
Zor zamanlar zor…

Cehalet evrensel. Geçende ABD’nin Varşova Büyükelçisi, makyaj malzemeleri üreten büyük bir şirketin yöneticisi imiş, 2. Dünya Savaşı konusunda bir tweet attı, etraf yıkıldı: ‘’Putin, Hitler ve Stalin bir olup Polonya’da ihtilaf çıkarttı.’’ Cümlenin neresinden tutsan durmuyor, düşüyor. Millet de en çok hanımefendinin tarih bilgisini makaraya sardı.

Bir başkası da geçenlerde, zamanı, mekanı, sınırları, koşul ve konumu tamamen bir kenara bırakıp, ‘’Mustafa Kemal de Libya’daydı’’ demez mi? Ona tarih dersi verecek bir Léo gerek. Medya Şebeği bunun tarih konusunda gayrı resmi başdanışmanı değil miydi? Başlar ve danışmanlar da artık tedavülden çekiliyor anlaşılan.

Müstebitlerin bir özelliği de kasıtlı cehalettir. Bir şeyi bilip bilmemeleri önemli değil. Mühim olan o şeyin kendi iktidarına yarayıp yaramayacağı. Nasıl olsa ben ne desem inanacak bir kitle var, rahatlığı var adamda. Yalnız bu aralar, biraz rahatsız…

Neyse… Libya amatörü müstebit için bir emekliler yurdu buldum. Siyasi rock’un şahikası Roger Waters, ‘’Fletcher Anma Evi’’ (1983) şarkısında hayırseverliğini sergiliyor:

Alın götürün uzak bir yerlere bütün azman veletlerinizi
Ve onlara bir ev kurun, küçük bir mekanları olsun
Tedavi edilemez müstebit ve krallar için 
Fletcher Anma Evi
Orada her gün kapalı devre Tvlerinin ekranına çıksınlar
Ki halen gerçek olduklarından emin olsunlar
Hissettikleri tek bağlantı bu zaten…

Elin şarkıcısına bu ne rağbet, diyeceksiniz. Haksız değilsiniz. Şimdi milli ve yerli kalemimize sarılalım:

Yunus Emre’den Pir Sultan’a Kaygusuz Abdal’dan Neşet Ertaş’a tabi ki nispeten zengin, renkli ve direngen bir Anadolu türkü kültürü mevcut. Sonra, Timur Selçuk’tan Fikret Kızılok’a, Edip Akbayram’dan Zülfü Livaneli’ye …ve daha bir çok sanatçı, anlamlı, siyasal, toplumsal içerikli, güzel şarkılar yazıp söyledi. Bu sanatçıların ideolojik kimliğine atıfta bulunup, şarkı sözlerinin içeriğine dalıp polemiğe girmenin anlamı yok. Herkes her şeyi beğenmek, onaylamak zorunda değil.

Ne var ki ‘’Sarışın Padişahlar’’ın Saray musikisi ile kentli açık renkli Türklerin şarkıları daha çok yüreğe, hissiyata filan hitap ediyor. Soyut şeyler hep… Yoksullar, mağdurlar yani çoğunluk için fasa fiso, ıvır zıvır… Misal mi?

Münir Nurettin Selçuk, Behçet Kemal Çağlar’ın güftesini okuyor:

Bir tatlı huzur almaya geldik Kalamış’tan
Ah Kalamış’tan
Yok zerre teselli ne gülüşten ne bakıştan
Bir tatlı huzur almaya geldik Kalamış’tan
Ah Kalamış’tan

Bir kaynağa göre, Kalamış’ın sözcük kökeni Yunanca ‘’Kamışlık’’ anlamına gelen ‘’Kalamissia’’dan türetilmiş. Bir zamanlar oralarda hepten Rumlar yaşardı.

Son örnek Yesari Asım Arsoy şarkısı:

Biz Heybeli’de her gece mehtaba çıkardık 
Sandallarımız neşe dolar zevke dalardık 
Saz seslerinin sahile aksettiği demler (ah o demler ) 
Etrafı bütün şarkı gazellerle yakardık zevke dalardık

Heybeli şarkısını yine de küçümsemeyelim. "Mehtaba çıkmak’’ deyimi esas olarak ay ışığı altında (Yürüyerek ya da sandalda) dolaşmak anlamına gelse de, bu deyim aya gitmek olarak da anlaşılır. Hoş, aşırı titiz eleştirmen Nurullah Ataç, güftenin tutarsızlığına dikkat çekmek için ‘’Ne o öyle, her gece mehtap olmaz ki!’’ diyerek önemli bir uzay bilim konusuna değinmiştir. Yine de şarkının 1969’da Apollo’nun mehtaba çıkmasından önce güftelenip bestelenmiş olması, bilimsel öngörünün bir şaheseridir. 

Önceki ve Sonraki Yazılar
Ragıp Duran Arşivi