İki yeni slogan

Dünyanın dört bir yanında milyonlarca insan gelir eşitsizliğini, sosyal adaletsizliği, baskı ve haksızlıkları protesto etmek için sokaklarda. Kitlesel bir itiraz var yerleşik düzene karşı.

Türkiye savaş, kayyımlar, hayat pahalılığı, çürüme/yozlaşma gibi haksızlıklar ve hukuksuzluklarla uğraşırken dünyanın dört bir yanında ezilenler, gençler, kadınlar, yoksullar sokaklara dökülerek iktidarı protesto ediyor, sorguluyor, taleplerini yüksek sesle gündeme getiriyor. Lübnan’dan Bolivya’ya, Irak’tan Şili’ye kadar birçok ülkede ciddi yeni kitlesel itirazlar yükseliyor. Her bir hareketin kendine has özellikleri/talepleri olsa da her birini yakından incelediğimizde, ortak olarak gelir eşitsizliği, sosyal adalet, kimlik, özgürlük gibi mücadele temalarını görüyoruz. İnsanlar bu sistemde artık geçinemiyor, ailelerine, çocuklarına bakmakta zorlanıyor. Yasal ve meşru hakları engelleniyor. Beslenme, sağlık, eğitim, konut gibi alanlarda zorlanıyor. Onlar da bu duruma bazen kendiliğindenci (Spontane) bazen örgütlü olarak karşı çıkıyor. Bu protestoların hepsi barışçı olmasına rağmen iktidarlar gösterileri acımasız bir şekilde şiddetle bastırmaya çalışıyor. Onlarca insan öldü, yüzlerce insan yaralandı, sakat kaldı. Bütün bu mücadelelerin ortak yanı olmasının başlıca sebebi, bu ülkelerde halen neo liberal ekonomik politikaların ısrarla uygulanması. Zengini daha zengin, yoksulu daha yoksul yapan bu sistem hem sosyal adaleti yıkıyor hem de gelir uçurumlarını derinleştiriyor.

80’lerde, 90’larda, Berlin Duvarının çökmesinin ardından tek kutuplu hale gelen evrende, Yeni Dünya Düzeni adı altında pazarlanan, Reagan-Thatcher-Özal döneminde uygulamaya konan özelleştirmeler, tamamen serbest piyasa mekanizmaları, kamu çıkarını hiçe sayma, doğayı talan, emeği olağanüstü bir şekilde sömürme olarak vücut buldu. "Popüler Kapitalizm", "Esnek Çalışma" gibi formüllerle cilalanmaya çalışılan neo liberal sistem, sözüm ona muhalif sosyal-demokrat görünümlü sahte solcular tarafından da desteklenince "Tek Düşünce" dünyanın büyük bir kısmına egemen oldu. Öyle ki, eskiden sözde de olsa kapitalizme karşı bir güç olarak görünen Rusya ve Çin de artık bu neo liberal sistemin önemli aktörlerinden biri oldu. Otoriter Çin yönetimi "Piyasa Sosyalizmi" adı altında Komünist Partinin iktidar tekelini sürdürürken, Putin’in Rusya’sı Sovyet Devriminin bütün miras ve izlerini ortadan kaldırmaya yeminli görünüyor. Pekin, Hong Kong’daki gösterilerden neden bu kadar rahatsız? Ya Uygur bölgesindeki zulüm?

1950’li yıllardan itibaren Amerikan emperyalizminin "Arka Bahçe"si olarak gördüğü Latin Amerika’da iktidara getirdiği faşist askeri diktatörlüklere karşı mücadelede Güney Amerika halkları nispi başarılar ve önemli deneyimler kazandı. Castro’nun Küba’sı, Allende’nin Şili’si, son dönemlerde de bütün eksiklik ve hatalarına rağmen Chavez’in Venezuela’sıyla Morales’in Bolivya’sı ayrıca Arjantin’de ciddi/önemli sol alternatifler gelişti.

Bugün Latin Amerika’da yüzbinlerin gösterilerde benimsediği, duvarlara kazıdığı iki slogan üzerinde duracağım. Slogan, siyasi hareketin sembolü, umut yaratıcısı, heyecanlandırıcısı, konsantresi olduğu gibi hareketin içeriği, yönelimi ve hedeflerini en özlü şekilde ifade eden sözcük topluluğu.

Birincisi, "Fakirlere ekmek yoksa, zenginlere huzur yok!" İdeolojilerin, tarihin ve özellikle de sınıf mücadelesinin bittiğini iddia edenlere sert bir cevap bu slogan. Toplumun azınlığı ile çoğunluğu arasındaki ilişkileri gayet net bir şekilde sergiliyor. Fakirlerin ekmeğinin kaynağının zenginler olduğunu saptadığı gibi, ekmeksiz fakirlerin zenginleri huzursuz edeceğini de öngörüyor. Burada bir uyarı var: "Ekmeğimizi çalmayın, yoksa sizi huzursuz ederiz" diyor fakirler. Bu kesimin ekmeği yok ama ekmeği için mücadele ettiği için huzur hedefi var. Zenginlerin ise ekmeği de var hatta pastası da. Ama bu ekmek ve pasta fakirlerin payından çalıntı olduğu için zenginlerin huzuru yok. Her an ekmek ve pastalarının geri alınma tehlikesi var. Bilincindeler. Bırakın Latin Amerika’yı, İngiltere’de bile Corbyn’in iktidara gelmesi halinde zenginlerin ülkeden gideceklerini yazıyor İngiliz gazeteleri. Huzursuz olacaklar yani. Çünkü ekmek, hakkı olana gidecek. Fakir çoğunluk ile zengin azınlık arasındaki mücadeleyi çok güzel betimliyor bu slogan. Gelir eşitsizliğini zenginlerin ve zenginlerin iktidarının yüzüne vuruyor şak diye.

İkinci slogan da önemli ve tartışılmaya muhtaç: "Biz proleteriz, yurttaş değiliz!" Şili’den bir duvar yazısı bu. Ben şöyle okuyorum: Slogan, sınıf mücadelesine gönderme yaparken, bir yanılsamayı da reddediyor. "Yurttaş" aslında burjuva devriminin, 1789’un bir söylemi. Fransız Büyük İhtilali sırasında ve sonrasında, ayırım yapmaksızın herkes birbirine "Yurttaş" diye hitap ediyordu. Çünkü kilisenin, feodalitenin ve Saray’ın imtiyazlı unvanları lağvedilmiş, Kral, Prens, Dük, Kont, Baron gibi kartvizitler çöpe atılmıştı. 1789’un ana sloganı olan "Özgürlük, Eşitlik, Kardeşlik"in ikinci maddesi, günlük hayatta herkesi eşit yurttaş statüsüne yükseltmişti. Rusya, Çin, Küba gibi vakti zamanında sosyalist devrimini gerçekleştiren ülkelerde de insanlar birbirlerine "Yoldaş" diye hitap etmeye başlamışlardı. Değişen siyasi-ekonomik-sosyal rejim, günlük ilişkileri ve söylem tarzını da değiştirecekti kaçınılmaz olarak. "Biz proleteriz" derken, bu sloganı yazanlar, sermayeye karşı emekten yana olduklarını ilan ediyor. "Yurttaş değiliz" reddiyesi ise neo liberalizmin sivil toplum, yurttaş katılımı gibi safsatalarına ağır bir cevap bence. Çünkü yurttaşlık, bireyin devletle olan idari ilişkisini tanımlamakla sınırlı bir kavram. Bireyin sınıfsal konumunu, siyasi-ideolojik kimliğini belirten bir kavram değil. "Yurttaşlığa" bu karşı çıkış, yurttaşlığın 1789’daki tanım ve içeriğine muhalefet değil. 80’lerden bu yana palazlanan neo liberalizmin yurttaşlık kavramına bir itiraz. Türkiyece söylemek gerekirse, "tasada kederde her zaman her yerde milli birlik ve beraberlik içinde olmaya çağrılan yurttaş" kavramına bir itiraz bu.

Bir başka perspektiften bakarsak, bu sloganı farklı bir açıdan değerlendirmek de mümkün: Şili’de bugünkü durum 1789 değil artık, mesele proletarya ile burjuvazi arasında keskin bir çelişki.

Ne olursa olsun, Occupy Wall Street’den Arap Baharına, İndignados’tan Gezi’ye…dünyanın dört bucağında insanlar kapitalizme karşı yeni yöntemler, yani yaşam şekilleri arıyor bu mücadelelerin içinde. Çünkü hepsi biliyor ve inanıyor ki bir başka dünya mümkün!

Önceki ve Sonraki Yazılar
Ragıp Duran Arşivi