Soykırımı solkırım izledi / Nürnberg Sürgün Buluşması İçin

Acaba dünyada bu kadar farklı toplum ya da topluluğu bünyesinden arındırma politikası sürdüren başka bir örnek daha var mıdır?

Sağlığımın son anda elvermemesi nedeniyle, aranızda olamadığım için üzgünüm. Ama birgün mutlaka.

Bir günümüz yok ki, ölülerimizi anmadan geçirelim. Bir gün yok ki, bir soykırımı, bir katliamı, bir pogromu, bir yargısız infazı, kaybedilen bir kişiyi anmadan geçirelim…
İnkâr, asla özür dilememe, gerekirse yeniden yaparız tavrı ve özrün tamamlayıcı ayrılmaz parçası olan tazminden kaçma, bizleri "unutma" hakkından bile yoksun bırakıp, hep zulmün anıları, karanlık içinde yaşamaya mahkûm ediyor.

Lanetli bir coğrafyadan, zaman zaman katilin bile maktul olabildiği zaman dilimlerinden geçerek geliyoruz bugüne.

Aralık ayında toplandık şimdi. 1979 yılında ak saçlı hocam, otobüs durağında katledildi bir aralık günü. Bir Ocak günü ise Hrant, onun gibi uzandı kaldırımın üzerine yüzükoyun. 

1978 Aralık ayında Maraş pogromu yaşandı, solu ve Alevi toplumunu hedef alan.

Necdet Bulut Hocayı vurdular, Trabzon’a ilk bilgisayar sistemini hediye eden, öyle teşekkür ettiler ona. Sağ kaldı yine de. Ankara’da hastanede bir Doktor Mengele mukallidi zehirledi onu.

Şimdi namuslu aydınları "vampirlere" benzetiyor Despot. Acaba hiç aynaya bakmıyor mu? Acaba kim vampir? Aydınlar mı, devrimciler mi, yoksa "devlet" mi?

Terörle bağı var aydınların diyor Despot. Parlamentoda yer alan bir legal partinin, HDP’nin terörle bağı var diyor. Belediye başkanlarını, İl İdare Meclisi, Belediye Meclisi üyelerini azletmekle kalmayıp tutuklatıyor. 

Acaba aynaya baktığı oluyor mu hiç? Acaba kimin terörle bağı var? Mensupları 1975-80 arası iç savaş yürüten bir parti ile kim aynı hükümette yer alıyor?

Ecevit, kendi partisinin üyelerinin katilleri ile hükümet kurdu 1999’da, 2000’li yıllara cezaevlerinde katliam ile girildi.

1980 darbesini kapanlar, bir kuşağı yani 78 kuşağını mahvettik diye öğünüyordu. Tam bir solkırım yaşandı, demokrasinin belkemiği kırıldı. Sözde "modern" cumhuriyette yaşanan sola yönelik tevkifatların sayısını biz de karıştırıyoruz bazen. 

Ama şu gerçeği görelim: 1915 yılında Karadeniz’de Ermeni insanını boğanlar, 1921 Ocağında Mustafa Suphi ve arkadaşlarını boğdu.

1915’de Meclisin Ermeni milletvekillerinin katledilmesine karşı çıkılsaydı, 1960 yılında tüm bir partinin milletvekillerinin Yassıada Toplama kampına konulmasına tanık olmayacaktık. 1994’yılında DEP milletvekillerinin derdest edilmesine karşı çıkılsaydı, tüm parlamentonun dokunulmazlığının kaldırılmasına, bütün parlamentonun Despota teslim olmasına tanık olmayacaktık.

Anadolu coğrafyası kadar diaspora üreten bir başka bölge var mı acaba dünyada. Her soykırım, her pogrom arkasından bir göç dalgasına yol açtı, Anadolu’dan, Ege’den, Karadeniz’den ve İstanbul’dan.

Kıyımlardan kurtulanlar, kendi kentlerinde, bölgelerinde nefes alamaz hale getirildiler. Önce İstanbul’a göç etmek zorunda bırakıldılar, onun ardından 4 kıtaya.

Elde Ermeni, Rum, Süryani kalmayınca, Alevi, Ezidi toplumları düşürüldü göç yollarına. Ve Anadolu solu. Kolonileştirilen Anadolu’da size yer yok denildi.

Nasıl İstanbul’un varoşları il il bölüşüldü ise bu Avrupa ve Amerika’nın, Avustralya’nın kent varoşlarına yansıdı. 

Ve nihayet, ilkin 12 Mart sonrası ile başlayan sol diaspora oluşumu, 12 Eylül sonrası iyice pekişti.

Kaderde Gülen diasporasının oluşumuna tanık olmak da varmış.

Acaba dünyada bu kadar farklı toplum ya da topluluğu bünyesinden arındırma politikası sürdüren başka bir örnek daha var mıdır? Sola ve Kürtlere husumet dolu olan ve onlara karşı devlet tarafından kullanılan cemaat acaba kendini sorgulayacak mı?

Hepimiz, bu arındırma sürecine, kendi mahalle, aile özelinde tanık olmadık mı, sessizce ortadan kaybolan Rum, Yahudi, Ermeni, Süryani aile dostlarımız ile. 

Annemden duymuştum ilk 1915 tanıklığını, doğmuş olduğu Niksar’da (Neokayseria): "İçerde biz, dışarda Ermeniler ağlıyordu." 1955 Eylül pogromuna tanık olmak bir yana 10 yıl içinde, nasıl içlerine çekildiklerini ve yavaş yavaş, sessizce ortalardan kaybolduklarını bizzat yaşadım. 

Sevgili Erdal Boyoğlu (1), sürgündeki yazarlar üzerine çalışırken, bana da buna ilişkin sorular yöneltmişti. İçimden aşağıdaki hissiyat dökülüvermişti. Sonsöz babında sizinle paylaşmak istedim:

"kendimi sürgünde kabul etmiyorum ve de hissetmiyorum...
insanın sözde kendi ülkesinde kendini 'düşkün' ve sürgün hissetmesi daha beter bir duygu.
kendi isteğimle, sigtuna kentinin misafir yazarı olma önerisini kabul ederek 2013 aralığında ülkeden ayrıldım, isveç'e geldim...
nezaket gösterip sürekli kalma olanağı sağladılar...

en son 2016 haziranında istanbul’a geldim, türkiye yayıncılar birliğinin düşünce özgürlüğü ödül töreninde konuşma yapmak üzere
hasan cemal’e ödül vermiştik...

2016 sözde darbe/gerçek karşı darbesinden sonra
türkiye'ye seyahat özgürlüğüm kısıtlanmış vaziyette...
benim değil onların bir kaybı!
"misafir işçilerin", daha sonra kalıcı olması gibi halim...

bu da umurumda değil
yurttaş olarak ülkenin tapusunda hissem var
ama ülkem işgal altında...
tucholsky'nin (2) 1929’da dediği gibi tapuda bizim de hissemiz var
elbette asla hibe etmeyeceğiz tapudaki hissemizi...
söke söke alacağız vandallardan...

özlemiyor muyum?
hayır!
ne varsa bize dair, yıkıyorlar,
hayalimde kalsın daha iyi güzellikler...
yıkıntıları mı özleyeceğim...
dünya çok güzel, 
görmeyi bilene
her yer boğaz, her yer altın boynuz, her yer adalar
ve yaşayan eski kentler
bizdeki yıkıntılar, sonradan görme yapılar değil!

milliyetim insanlık,
vatanım anadilim.

Rose Ausländer'in dediği gibi: 

Mein Vaterland ist tot
sie haben es begraben
im Feuer

Ich lebe
in meinem Mutterland
Wort ...(3) 

ülkem ise dünya
hayalim ise dünya devleti değil, er geç oluşacak olan dünya komünü!
hani hayal etmişti bizimki, herkese ihtiyacı kadar herkesten yeteneği, becerebildiği kadar!
altyapı artık var bunun için, ama üst yapı engel!
devletler, ordular, şirketler, ideolojiler!

bir kırılma noktasındayız artık:
rosa luxemburg’un dediği gibi:
sozialismus oder barbarei

teşekkürlerimle
ragıp zarakolu"

(1) Erdal Boyoğlu, netameli bir konuyu sol içi şiddeti ele alan bir kitap hazırladı: Ölümden Öte/Sol İçi Şiddeti Sorgulamak ve Aşmak (Belge Yayınları 2010). Devletin tabuları yanında solun da tabuları var. Bunların en önemlisi sol içi şiddet diyebiliriz. Devletin tabularını deşen Belge’nin bu tabuyu da deşmesi şaşırtıcı değil. Sol içi şiddetin ve çatışmaların sorgulanmaması, ÖDP gibi solun birliğini sağlamaya çalışan projelerin, Latin Amerika’daki örneklerin tersine, çökmesine neden oldu.

(2) Kurt Tucholsky, Yahudi kökenli Alman yazar. 1929 yılında İsveç’e geldi. 1935 yılında intihar etti. İsveç PEN’i 1985’ten bu yana her yıl onun adına ödül vermekte. Tucholsky ödülüne 1994 yılında Ayşe Nur Zarakolu Ternon davası nedeniyle aday gösterildi. Tucholsky ödülünü 2001 yılında Asiye Zeybek Güzel, 2014 yılında Muharrem Erbey, 2016 yılında ise Aslı Erdoğan aldı.

(3) Rose Ausländer, Yahudi kökenli Alman şair, 1941-1944 yıllarında Cernauti (Ukrayna) gettosonda amele taburlarında çalıştı, saklanarak Nazi temerküz kamplarına yollanmamayı başardı. Amerikan vatandaşı olduğu halde, 1967 yılında Viyana’ya döndü ama kabul görmedi, Düsseldorf kentine yerleşmek durumunda kaldı. 1988 yılında orada öldü.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Arşivi