'Biz A Haber’le, Goebbels propaganda taktikleriyle mücadele ettik ve onlara yenildik'

ByLock ile alakası olmadığı halde kara listeye alınan binlerce insanı yıllarca sürecek davalardan ve hapisten kurtaran Saadet Partili Avukat Ali Aktaş ile siyasetin derinliklerine indik.

Seran VRESKALA


ARTI GERÇEK – Adaletin cübbeli savunucusu olan Ali Aktaş bana Oskar Schindler’ı hatırlatıyor. Çünkü geçen yıl adeta bir dedektif gibi çalışarak, ByLock ile alakası olmadığı halde devletin kara listeye aldığı insanları yıllarca sürecek davalardan ve hapisten kurtardı. Bugüne kadar 11 bin 480 kişinin hayatını kurtarmış ama bu kendisini tatmin etmiyor, çünkü daha sırada bekleyen ve büyük ihtimalle masumluğunu ispat edebileceği 30 bine yakın kişi olduğunu düşünüyor. Binlerce aile kendisine minnet duyuyor; hatta babasını hapisten kurtardığı için ekrandaki görüntüsünü öpen bir kız çocuğunun fotoğrafı var ofisinde. Gerçek bir idealist. F tipi yapılanmalarla da mücadele ediyor. Buluştuğumuzda sabah bir davası vardı, bu defa müvekkiline hapis cezası çıktığı için gerçekten çok üzüldüğünü fark ettim.    

İyi bir hatip; yumuşak bir şekilde, hiç ıııh’lamadan ve kucaklayıcı bir üslupla konuşuyor. Hukuk terminolojisini kullansa da sizin kendisini çok iyi anladığınızdan emin olmadan susmuyor. 2007’den beri milletvekilliğine adaylığını koyuyor, kazanamıyor ama hiç vazgeçmiyor. Onunla konuşanlara adalet ve espri anlayışıyla siyasete yeni bir soluk getireceğini düşündürtüyor. Twitter’da çok aktif; 100 bine yakın organik takipçisi var. Kendisiyle dalga geçebilenlerden… Her ne kadar konuşmamızın birkaç yerinde ezberden Arapça ayetler okusa da asla etrafta görmeye alışık olduğumuz radikal muhafazakarlardan değil. İktidarın inandığı dinin İslam olmadığını savunuyor. Ülkede yaşanan felaketler için bir haber yasağı getirilmesinin haksızlık olduğunu düşünüyor. Ankara’da yaşanan tren kazası için de yöneticilerin sorumluluk alıp istifa etmesi gerektiğini ama nasıl olsa 3-5 gün konuşulduktan sonra unutulacağını söylüyor. 

ByLock davasında adeta bir dedektif gibi çalışarak binlerce insanın hayatını kurtarmanız paha biçilemez ama aslında her hukuk devletinde adaleti savunmakla görevli insanların yapması gerekeni yaptınız sadece.

Tabii. Şimdi bu meselede ve ByLock listelerinde problem olduğunu fark ettiğimiz anda elimizdeki bütün imkanları kullanarak araştırmaya giriştik. Binlerce ailenin geleceği, hayatı söz konusuydu. Yargıtay’ın hala bakış açısını biraz daha genişletmesi ve içeriklere de bakması gerekiyor. Eğer içeriklerde örgütsel faaliyetlere ait bilgiler varsa tutuklarsın ama yok eğer ‘peygamberi rüyamda gördüm bir anlamı var mıdır, Fethullah Gülen çayının önce suyunu sonra demini koyarmış’ gibi yarım saat süren sohbetler varsa ‘yavrum git sen bir tedavi ol’ deyip göndermen lazım, yargılamaman gerekir böyle insanları.

Net bir somut delil olmadan insanlar tutuklanıyor.

Evet. Herhangi bir somut delil olmadan sadece tek kişinin şahitliğine bakılarak içeri atılan çok fazla insan var. Birçok kişi örgüt üyesi olarak yargılanıyor, halbuki sadece sempatizanlar ve sempatizanlık örgüt üyesi gibi yargılanamaz.

Cumhurbaşkanımız da sempatizanıydı zaten.

Bir keresinde gazeteciler soruyor, ‘Pennsylvania’ya da gidecek misiniz’ diye, kendisi Mevlana’nın bir sözüyle karşılık veriyor, ‘Gökten ne indi de yer kabul etmedi’. Bu sözle Fethullah Gülen gökten gelen bir nimet, kendisi de yerdeki önemsiz ve Gülen tarafından nimetlendirilecek bir varlık olarak görülüyor. E bir ülkenin başbakanlık seviyesindeki bir adam böyle bakarsa buna, tabandaki insanlar da kendisini takip eder.

Zaten yargılanan banka ve sendikalar da devlet izniyle açılmış kurumlardı.

Aktif-Sen gibi sendikaların üyelik aidatları darbe zamanına kadar devlet tarafından ödendi, ondan öncesi bu sendikalar kapatılmadı. Fethullah Gülen’in emekli maaşı da darbeden sonra kesildi, biliyorsunuz. Ama sorun bu değil, asıl sorun o darbe gününe kadar aidatlarını ödediğiniz ya da emekli maaşını verdiğiniz bir yapının içerisine yine sizin yönlendirmenizle giren insanları örgüt üyesi olarak mahkûm etmek… Vaktiyle hukuki olan bir hususun şimdi gayri hukuki sayılması sorun. Düşünsenize Bank Asya’da 200 lirası olan insanları bile örgüte yardım ettiği gerekçesiyle yargılandılar. Hukukta aşırıya gitmek ve siyasetçilerin yargıyı bu şekilde kullanması ileride bize utanç olarak geri dönecek. Tarihe baktığımızda utandığımız ve pişmanlık yaşadığımız bir sürü olay var.

Mesela bugün Erdal Eren’in asılmasının 38’inci yıl dönümü. Ve o günlerde onu ve Gezmişleri asanlar bugün pişman olmuş durumda, hatta anılarını yaşatmak için uğraşıyorlar.

Maalesef bizim devletimiz sağdan soldan bir sürü insanı mağdur etmiş durumda. Erdal Eren yaşasaydı bugün 54 yaşında olacaktı. Bu çocuk hiç büyümeyecek, hep 17 yaşında kalacak. Bunlar hukukun en ağır yanlışlarıdır ve tarihin hafızasına kaydolmuştur. Bugün de benzer yanlışları yapmaya devam ediyoruz. 12 Eylül döneminde yaklaşık 650 bin kişi adli işlem görmüş, FETÖ yüzünden ise 500 bin gibi bir rakamdan bahsediyoruz. 130 bin civarında ihraç var. 100 bin civarında insan hapishane görmüş. Şimdi bu insanların hepsi mi suçlu?

Üstelik bu insanların aileleri de mağdur oluyor.

Mesela dayım da solculuk davasında lise yıllarında 1 yıl hapis yattı. Ben de 4-5 yaşımdaydım. Annem, dedem ve nenemle birlikte onu ziyarete gittik. Çok flu da olsa hatırlıyorum; duvarlar açık yeşil, yer beton zemin, oturduğumuz yer tahta, dayım da bir mazgalın ardındaydı. Şimdi orada mukayeseyle şunu diyebilirim; bu basit gerekçelerle hapsettiğimiz insanların çocukları ya da torunları bu hatıraları en az önümüzdeki 50 yıl taşıyacaklar. Düşünün o zaman 5 yaşımdaysam, 36 yıllık bir hatırayı anlatıyorum size ve büyük olasılıkla ölene kadar da unutmayacağım. Üstelik bu dayımdı; annem babam, çocuğum olsa yaşayacağım acı daha da büyük olacaktı.

Kendileri de 28 Şubat’ı unutamıyor zaten. O süreci yaşayanlar da mağdur olmanın ne demek olduğunu iyi bilenlerden aslında ama devamlı bu konuyu gündeme taşıyarak sanki kendilerinden olmayanlar suçluymuş gibi intikam almaya çalışıyorlar.  

Unutamazlar çünkü rövanşizm var. Bugün dindarların da seküler kesimin de devleti ele geçirip, gücü kendi iktidarları ve saltanatları için kullanma hevesi var. Kim devlete sahip olursa, kendi siyasal oluşumunun gücünü hissettiriyor. Devlete bir tür sağmal inek muamelesi yapıyoruz ve bunu sadece kendimiz ve yandaşlarımız için yapıyoruz.

Yandaşlarına, eşine dostuna, kızına, damadına yardım etmelerini de Kuran’daki aileyi, komşuları gözetmekle ilgili ayetlerle açıklıyorlar.

Bir gün yaşlı bir Hıristiyan Hz. Ömer’den yardım istediğinde ‘sen gençken bize vergi ödedin, yaşlılığında sana bakmak da bizim görevimizdir’ diyerek ona maaş bağlamış. İslam tarihinin ilk sigortalı maaşlarından biridir o. Müslümanlık onların dediği değil; o ayetin başında ‘Allah size adaleti emreder’ der. Adalet her şeyi yerli yerine koymaktır; yani bu ülkenin 85 milyonluk vatandaşına eşit davranmak ve hiçbirine farklı muamele yapmamaktır. Devletin imkanlarını sadece yakınlarınız için kullanırsanız dini tepe taklak etmiş olursunuz. Mehmet Metiner gibi isimler dini tepe taklak hale getiriyor.

Söylediğinize göre sizin kurtardığınız 11 bin küsur kişi haricinde 30 bin kişi daha dosyasını bekliyormuş. Buna göre Bylock davasından mağdur olan kişi sayısı yaklaşık 50 bin oluyor; buna Ergenekon-Balyoz davalarıyla beraber FETÖ mağdurlarını, hali hazırda hapse atılmış akademisyenleri, gazetecileri, en son Sırrı Süreyya Önder gibi siyasetçileri hatta sayısı 70 bini geçen öğrencileri de eklersek korkunç bir rakama ulaşıyor. Artık hapishaneler yetmediği için eğitim ve sağlık kurumları yerine yeni hapishaneler açılıyor.

1000’er kişilik 50 hapishane açtılar. Toplumun en büyük ihtiyacı buymuş gibi de övünerek söylüyorlar, böyle giderse açtıkları hapishaneler de yetmeyecek. Türkiye’nin her yerinde PKK ve örgüt propagandasından dolayı pek çok kişi gözaltına alınıyor ya da cezaevine atılıyor. Mesela bir çocuk Diyarbakır’da Kobane eylemleri sırasında çadırda fotoğraflanmış, örgüt propagandası yapmaktan mahkûm ediliyor. Açılım sürecinde bunlar normal şeylerdi ama şimdi mahkûmiyet sebebi. Böyle yapmakla örgütle mücadele etmiş olmuyorsunuz, örgütü güçlendiriyorsunuz. Klasik devlet refleksiyle, Kürtçü damara sahip olan PKK’ya yakınlık duyan gençleri en ağır şekilde yargıladığınızda onları PKK koğuşlarına atıyorsunuz. Devlette bir sistem, bir akıl olsaydı bunu yapar mıydı? Geçmişte çözüm sürecinde Tayyip Bey’in memnun olduğu o metinler bugün mahkûmiyet metni oldu. O zaman birlikte yaptıkları eylemler bugün örgüt delili haline geldi. FETÖ’cü olanların yüzde 80’i darbeyi tasvip etmiyor ama biz onları da hapse atıyoruz. Darbeyi onaylamayan insanları kazanmak varken, sohbete gitmiş olmasından bile hepsini içeri atıyoruz. Siyaset bir dönem hukuk bakımından caiz gördüğü bir şeyi, dönem değiştiğinde bugün cezalık bir suç olarak görüyor. Yargı da buna alet oluyor.

Buna rağmen bir avukat olarak yargıya hala güveniyor musunuz peki?

Bu alet olmaya karşılık hala çok güvenilir ve kaliteli hakimlerimiz var. Hatta bazen oturup konuştuğunuzda, muhafazakâr kimliği olan insanlar bu konularda olan bitendeki rahatsızlıklarını ifade ediyorlar.

‘RÖPORTAJ YAPTIKLARI BİR ADAM CUMHURBAŞKANI İÇİN ‘TANRIYIM DESİN BARİ TAPAK’ DEMİŞ’

Şimdiki sorum biraz kişisel; Yüce Divan’a gönderilmeyen o eski dört bakanın artık dokunulmazlıkları yok, neden peki birileri ya da sizler bu konuda bir şey yapmıyorsunuz?

Meclis onları Yüce Divan’a göndermeme kararı aldığı gün sosyal medyaya ‘Ömer öldü’ diye yazmıştım. Bakanların yargılanması ile ilgili yöntemler biraz farklı; normal bir savcılığa sıradan bir vatandaşın suç duyurusunda bulunarak yapılamayacağını düşünüyorum ama net bir bilgim yok bu konuda. Meclis'in aldığı o karardan sonra başvuru yolları kapanmış olabilir.

Kuran’da ‘siyasette her şey mübahtır’ denildiği için olabilir mi tüm bunlar?

Yok ya! O ancak bir savaş hali için söz konusu olan bir şey, bu savaş değil ki! Aynı İslam iç savaşın haram olduğunu söyler. Siyasi bir mücadelede rakibime asla hile yapamam ki! Yalan söyleyemem, söylersem bu günahtır. Asla meşru görülemez.

Mesela Müslüman bir hırsız yargılandığında ‘ben para çalıyorum ama amacım Müslümanlara yardım etmek’ dese?

İlahiyat profesörü İlhami Güler’in 2010 yılında yaptığı bir konuşmada ‘Bütün geçmiş kavim hikayeleri, insanların vicdanlarını kolayca aldattığı hikayelerdir’ demişti. İnsan bu şekilde kendi vicdanını aldatıyor. ‘Ben devlet eliyle haksız bile olmuş olsam, bu makama oturuyorum, imkanlarını kullanıyorum ama Müslüman kardeşlerime de yardım ediyorum’ dediğiniz zaman, meşru bir hedefe gayrimeşru bir yoldan gidilmez kaidesini ihlal etmiş olursunuz. Biz Müslümanlar olarak dine de hukuka da devlete de dünyaya da hayata da insanlara da iki yüzlü bakan insanlar topluluğuyuz. Eğer bunun tam tersi olsaydı, İslamilik ilkelerine en uygun davrananlar arasında birinci gelen ülkeler, dünyanın en çok ateistlerini barındıran Norveç, Finlandiya gibi İskandinavya ülkeleri olmazdı.  

Hıristiyanlar için de aynı şey söz konusu. Vatikan tacizci rahipler haberleriyle çalkalanıyor, insanlar artık dinden soğudu. Deistlerin artmasının altındaki sebep de bu. Bir de herkes dinci ile dindar arasındaki farkı bilmiyor.

Çok doğru bir noktaya değindiniz; dinciler Allah’ı temellük ediyor. Allah’ı ve cenneti kendi mülkü görüyor. Dindar olan dine inanır ve gerekçelerini doğru bir şekilde yerine getirmeye çalışır ama dinciler -inanmasalar bile- dini ve Allah’ı kullanarak kendine yer bulmaya ve kendini gözetmeye çalışır, günah işlemek umurlarında bile olmaz. ‘Ey iman edenler, iman ediniz’ diye bir ayet var, çok garip değil mi? Dolayısıyla bizimkilerin imanı dünyaya ait bir şey ve din onlar için sadece bir aparat. Ünlü düşünür Lord Acton’un bir sözü var; ‘iktidar yozlaştırır, mutlak iktidar mutlak yozlaştırır’. Bugün yaşadığımız problem de iktidarların sınırlandırılmamasından kaynaklanıyor. Yasama, yürütme, yargının tek kişide toplanmasında ve yargının tüm atamalarında söz sahibi olan kişi kral değildir de nedir? Dini fetva vermeye başlarsa da peygamber olur zaten. Biriyle röportaj yapmışlar; adam cumhurbaşkanı için ‘tanrıyım desin bari tapak’ demiş; o hesap.

Güç zehirleyen bir şey zaten.

Bu Tayyip Erdoğan olmasın da Ali Aktaş olsun, aynı sınırsız yetkilerle 3-5 sene sonra ben de aynı hale gelirim belki.

Mesela vicdanı olsun olmasın, okumuş olsun olmasın, güç herkesi aynı şekilde zehirler mi? Her insan faşist olmaya muktedir mi?

Diyelim vicdansız ve okumuş olmayan biri 1 yıl içinde zalim oluyorsa, belli bir kapasiteye sahip, kendiyle ve vicdanıyla barışık biri de 5 yıl içinde olur, ama olur; çünkü dediğiniz gibi güç zehirler. Bu yüzden bizim devlet mekaniğini insanların otokrat olmayacağı şekilde düzenlememiz lazım. Sistem sorunumuz var bizim. Sizinle aynı düşünmeyen bir gurubu hedef gösterdiğinizde sistem hemen oraya yığılmaya başlıyor. Türkiye maalesef gerek Ergenekon’da gerek Gülen yapılanmasında gerek dış politika meselelerimizde sürekli reverans yapan, zikzak çizen, çok sık dönüşleri olan bir siyasi lider tarafından yönetiliyor. Mesela geçen Cuma namazında Yemen için yardım topladılar ama 3 yıl evvel Tayyip Bey’in ‘Yemen’de Suudi operasyonunu destekliyoruz’ diye açıklaması var. Tayyip Bey nasırına basılınca demokrat, ihtiyacı olursa Avrupa birlikçi, olmayınca İslam birlikçi, işine geldiğinde milliyetçi, gelmediğinde milliyetçiliği ayaklar altına alan biri… 

Halk bunu nasıl göremiyor?

Ülkede doğru dürüst bir medya yok ki! Gazetelerin hepsi aynı manşetleri, aynı haberleri veriyor. Medyanın neredeyse tamamı onlara ait; en son Doğan grubunu da satın aldılar. Dolayısıyla bu kadar bilgi kirliliğinin karşısında halkın uyanması çok zor. Tarih boyunca din ve milliyetçilik üzerinden yapılan hamaset, kitleleri afyonlamıştır. Marx’ın ‘din afyondur’ lafı dinin hamaset yoluyla kullanılmasına bir atıftır. Milliyetçilik de o anlamda bir afyondur. Geniş kitleler en kolay bu yolla afyonlanırlar. Mesela muhafazakâr, dindar dernek ve sivil toplum kuruluşlarının şubelerinin aidat ve kiraları belediyeler tarafından ödeniyor. Bunu söylediğiniz zaman ispat edemezsiniz ama arkadaş ortamında konuşulan şeyler bunlar. Proje karşılığı olarak yapılıyor bunlar.

Sayıştay’ın yayımladığı belediyelerdeki yolsuzluk raporunda geçmiyor mu bunlar?

Orada yoktur çünkü dindar bir STK olarak belediyeye bir proje sunuyorsunuz, belediyenin kültür ve daire başkanlığı da bunu kabul ediyor. O zaten kanunlara uygun bir şey ama aynı haktan seküler kesime ait herhangi bir dernek yararlanamıyor. Ayyuka çıkmadığı için bu gibi skandallar bizim ülkemizde patlamıyor çünkü bunları yazabilecek bir medya yok. Olmayan köprüyü arıyoruz Konya’da şu anda, Sayıştay raporuna göre. Bursa Belediyesi Ramazan’dan 40 gün evvel iftar vermiş. İstanbul belediyelerinin kiraladığı araçlar Ege, Akdeniz sahillerinde geziyor. Ciddi ve temelden bir değişime ihtiyacımız var. Mesela geçenlerde de İstanbul Büyükşehir Belediyesi bir sarnıç ihalesi yayımlandı; şartnamede en az 10 yıllık sarnıç işletme tecrübesi aranıyor. Söyler misiniz bana İstanbul’da en az 10 yıllık sarnıç işletme tecrübesine sahip kaç kişi vardır? İhaleyi kime vereceklerini bir oraya yazmadıkları kalmış. Müthiş bir utanmazlıkla karşı karşıyayız.  

Diyanet artık cemevlerinin faturalarını ödeyecekmiş; sizce bu da bir seçim stratejisi mi?

Bu haktır ve görevdir zaten. Bu işlerin mahkemeye bırakılmaması ve buna yargının karar vermemesi gerekiyor aslında. Alevilerin sorunları ve cemevlerinin statülerinin sağlanması konusunda mutlaka bir çözüm üretmemiz ve onların diyanette bir temsili gerekiyor. Bu konuda radikal bir çözüm önerim var; 1925’te Tekke ve Zaviyelerin Kapatılması kanunu anayasada değiştirilmesi mümkün olmayan kanunlardan... Bunlar kapatılınca tarikatlar, cemaatler bitti mi? Bitmedi, yeraltına indiler. Alevilik, dedelik kültürü ciddi anlamda asimile oldu ve gelenekler yok oldu. Bizim bütün bu geleneği yeniden düzgün ve şeffaf ve denetlenebilir bir ölçüye getirmemiz lazım; bunun için de bu tekke ve zaviyeler kanununu kaldırmamız lazım. Tarikatlar yasal olarak teşkilatlanabilmelidir, temsilcileri, dedeleri kimdir bilinmelidir ve devletin imkanlarından da yararlanabilmelidir. Yakın tarihe kadar cemevlerinin elektrik faturaları ticarethane statüsünden ödeniyordu; ev statüsünde yapsa çok daha düşük gideri olacak ama bunu bile çok zor çözebildik.    

ASIL HEDEFİMİZ CHP’LİLERİ KAZANMAK OLMALI

Neden Saadet Partisi’ndesiniz? Çok farklı ve ilerici bir yapınız var genel oluşumdan.

(Gülüyor) 14 yaşımdayken 1991 ajandasına, 89 seçimlerinde aldığımız il belediye başkanlarının isimlerini FATİH olarak kodlamışım. Van’da Fethullah Erbaş, Maraş’ta Ali Sezal, Sivas’ta Temel Karamollaoğlu, Urfa’da İbrahim Ali Çelik, Konya’da Halil Ürün… Yani çok eskiye dayanıyor gönül bağım.    

Partinizle ters düştüğünüz olmuyor mu?

Genel merkezle pek irtibatım yok ama partililerle gerek dinin gerek siyasetin yorumlanmasında ve özeleştiriye tabii tutulması anlamında, hatta siyasi yöntemlerimizin daha da geliştirilmesi noktasında bazen görüş ayrılığı yaşayabiliyoruz.

Ama CHP gibi karı koca kavgasına dönüp, dışarı yansımıyor demek ki. 

Hayır. Biz de bu tip şeyler ciddiyetle tartışılabilir ama belli bir noktada kesilip yola devam edilir. CHP’deki sorun da tartışmanın bir yerde kesilip, yol alınmaması… CHP aslında ülkenin en demokratik partisi ama kurumsal kimliğin muhafazasını tam olarak sağlayamadıkları için topluma bu demokratik olarak yansımıyor.

Liderden mi kaynaklanıyor sizce bu?

Bu sadece liderle ilgili değil bence; neredeyse her CHP’lide böyle bir kavga kültürü var. Eğitim modelleri böyle galiba. (Gülüyor) 

İyi bir hatip olduğunuzu düşünüyorum. Genelde Bülent Arınç gibi imam hatip okullarında okuyan siyasetçilerle aynı tarz konuşma stiline sahipsiniz; bu onların hitabet dersi almalarından, aynı tedrisattan çıkmalarından kaynaklanıyor olabilir. Hiçbir yerde yazmıyor ama imam hatip geçmişiniz var mı?  

(Gülüyor) Var tabii. Ama hitabet dersini son sınıfta görüyoruz sadece. Bülent Arınç’a da eskiden ‘Küçük Erbakan’ derlerdi zaten. Manisa İl Başkanı’ydı o zamanlar. Gerçekten de iyi bir hatiptir. Bizim camiada böyle bir tarz var gerçekten, o da şundan kaynaklanıyor; adamı köye, kahveye gönderiyorsunuz, o da anlatmak zorunda; hitabet dersi de yardımcı oluyordur ama halkla iç içe olmamızdan kaynaklanıyor daha çok bence bu. CHP ile ilgili en büyük eleştirilerimizden biri nedir mesela; daha çok halka, sokağa inmeli diyoruz… Sandık çalışmaları, mahalle ve esnaf ziyaretleri yapsınlar diyoruz. Bizim partililer sürekli bunu yaptığı için hitabette bu kadar ustalaşıyor bence. Yol üzerinde eğitim almış oluyoruz. İlkokul mezunlarımız bile bu konuda iyidir.      

Böyle olmasına rağmen seçmen tabanınızdan çok büyük bir kitleyi Ak Parti’ye kaybettiniz. Onları nasıl geri kazanacaksınız mesela?

Evet ama bizim derdimiz sadece Ak Partilileri kazanmak olmamalı bana göre. Asıl hedefimiz CHP’lileri kazanmak olmalı. Herkes bizim olsun istiyorum. (Gülüyor) Son 16 yılda dinciler yönetime geldi ve çok kötü bir tablo çıkardılar. Bu yüzden % 50’lik bir kitle kendisini mağdur hissediyor. Bu kitlenin kahir ekseriyeti seküler yaşam tarzına sahip. Bu kitle, ülkenin ana omurgası sayılan muhafazakâr ve dindar kitleden uzaklaşıyor. Muhafazakâr kitle devletin sahibi olduğu için, seküler kesim devlete karşı yabancılaşıyor. Bizim amacımız son 16 yılda kendisini dışlanmış, bir kenara itilmiş hisseden seküler, Türk, Kürt, milliyetçi ya da CHP seçmenini kazanmak ve onlarla birlikte yeni bir devlet nizamı inşa etmek… Çünkü problem kimin geldiği değil, sistemin kötü işlemesi.

Sistemin kötü işlemesiyle birlikte kinci mağdurların gelmesi mi asıl problem?

Hazreti Ali ‘dünün mazlumlarının ileride nasıl bir zalim olacağından endişe ederim’ demiş. Sistem düzgün işlemeyince ve mazlum başa gelince bu defa intikam almaya kalkıyor. İktidar yolsuzluk ve ayrımcılık yapıyor, kendi adamlarını kayırıyor falan diyoruz, şimdi Saadet Partisi olarak biz iktidara gelsek biz de aynı şeyleri yapma imkanına sahip miyiz? Sahibiz çünkü mekanizma buna çok müsait. Bunu yapmayacağımız bir düzen inşa edemez miyiz?

İdeal bir dünyada olabilir.

Ama var bu. Örnekleri de var. Var ise biz niye yapamayalım?

24 Haziran seçimlerinde en çok öne çıkan isimlerden biriydiniz. Fakat seçimlerde bayağı hezimete uğradınız. Yanlışlarınız neydi ve bu yanlışlardan ders aldınız mı?  

Önce doğrumuzdan başlayayım; CHP ittifakımız doğruydu. Son 16 yıl ve Ak Parti pratiği seküler kesime, ‘dindarlar gelirse bunları yapacak ve zalim olacaklar’ düşüncesi kazandırdı. Farklı fikirde insanlarla birlikte siyaset yapılabileceğini göstermek, İslam’ın bu topraklardaki algısını kurtarmak ve özgürce yaşayabileceğimizin altını çizmek adına doğru bir hamleydi. Bunun tarihi değeri belki 5 yıl sonra görülecek. Saadet Partisi seçimden başarı elde edemeden çıktı ama kültürel anlamda birbirimizden kopuk yaşamak zorunda olmadığımızı da gösterdi. Hatamız da CHP ile ittifak yapmaktı. (Gülüyor) İnsanlar bize CHP’nin din düşmanı olduğunu söyleyerek tavır aldılar.

Broşürler bile çıkardılar bu konuda.

Evet, özellikle Ankara’da bu broşürler ve karalama politikaları konusunda çok uzman bir arkadaşımız var.

Melih Gökçek mi? Ali Haydar Hakverdi de aynı şeyi söyledi.

Söyledi mi? (Gülüyor) Bizim tabanımız denilen dindar kitleyi işte böyle aldattılar. Bunların ittifakı din düşmanlarıyla, terörle diyerek aldattılar. 1950 öncesi CHP’sinin yaşattığı bir takım marjinal meseleleri bugüne taşıyarak bizim oy almamızı engellediler. Biz aslında Tayyip Erdoğan’la mücadele etmedik. Biz A Haber’le, Goebbels propaganda taktikleriyle mücadele ettik ve onlara yenildik. Basının ve siyasetin finansmanının eşit ve demokratik bir şekilde kullanılmadığı bir seçim sisteminden adil bir sonuç beklenebilir mi? Beklenemez.

Peki, önümüzdeki yerel seçimler için de aynı endişeyi taşımıyor musunuz?

E tabii, sistem daha değişmedi çünkü. Karşı tarafın kullandığı kirli yöntemler hala aşılabilmiş değil. İnsanlar yeni Osmanlı’yı Tayyip Erdoğan’ın kurduğunu düşünmeye başlasa bile soğanı 10 liraya almaya, maaşının kendisine yetmediğini anlamaya başlayınca bir anda aydınlanma gelecek. (Gülüyor)

Bu zamana kadar aydınlanamadılar.

Çünkü adam ‘bu dış güçlerin, Gezi’nin eseri’ diyor. İnsanlar da devleti için kemer sıkmaya çalışıyor. Dolar 20 lira olsun ama ben yine Tayyip Bey’in arkasından gitmeye devam edeceğim diyor, ancak belli bir yere kadar gidebilir sonra patlar.

Gezi yine hortladı. En son Mehmet Ali Alabora’nın cezası kesinleşti.

5 yılın arkasından yeni bir soruşturma açmalarının, insanları tutuklamalarının bir anlamı olmadığını düşünüyorum. Her ne kadar Gezi eylemleri şiddete bulaşmış ve kamu mallarına zarar verilmiş eylemler olsa da üzerinden 5 yıl geçmiş, hafızalarda bir problem olarak kalmamış, nostaljik bir hatıra olarak kalmış bir olayı yeniden yargıya taşımanın bir anlamı olamaz.

Amaç bir hedef göstermek o zaman.

Hah işte bu! Daha evvel bütün ekonomik gidişatın gerekçesi Rahip Brunson idi ya, şimdi rahip gitti; o gidince bozuk ekonomiyi dış kaynaklı izah etmenin bir anlamı kalmadı sonuçta. O yüzden yeni bir hedef lazımdı ve bu da Gezi. Gezi olmasaydı, bugünkü tablo yaşanmayacaktı hikayesi...

Peki, Gezi’de olan herkes kendini ihbar etse ne olur? Yargı herkesle ilgilenebilir mi?

Bence çok mantıklı bir şey olur çünkü bu süreç böyle devam edecekse ‘ben de Gezi eylemlerine katıldım’ diye dilekçe verilebilir.    

Önümüzdeki seçimler için bir stratejiniz var mı?

Yerel seçimler ittifaka müsaade etmeyen bir seçim ama belli iller ve ilçelerde diğer partilerin teşkilatlarıyla bir anlaşma sağlanabilir, ama buna sıcak bakılmadığını düşünüyorum.

Mesela HDP yerelin sevdiği isimleri aday yapacağız dedi ama bizim ülkemizde de insanlar bireye, adaya değil de partiye oy veriyor genelde.

Evet. Sorduğunuz zaman ben bireye oy veriyorum diyor ama hiç öyle olmuyor. Partiye değil de adaya oy verildiğinde seçilmesi muhtemel çok kıymetli adaylarımız var bizim de ama bu işler belli olmuyor. 

Hiç daha güçlü bir partide olsaydım kesin seçilirdim diye düşündüğünüz oluyor mu? Sonuçta kendinizi seçmen tabanına tanıtamamak gibi büyük bir probleminiz var; bu anlamda özeleştiri de yapıyor musunuz mesela?

Evet bizim bütün kitlelere ulaşabilme ve bu anlamda yeni bir dil inşa etme konusunda çok ciddi bir sıkıntımız var. Bu konuya öncelik vermeliyiz ama bu kadro, vizyon ve bütçe meselesidir. Kimseyi ayırmadan, ‘devlet hepimize aittir’ diyerek yaşayabileceğimiz konusunda topluma önermeler getirmemiz gerekiyor. Hatırlarsanız, 90’lı yıllarda Özal’ın söylediği ‘benim memurum işini bilir’ söylemine karşılık, Erbakan Hoca’nın sloganlaştırdığı ‘adil düzen’ söylemi vardı. Bu Kuran’daki marufu yani ‘ortak iyi’yi çok net anlatan bir söylem. Bizim bu ortak iyi üzerinden yeni bir siyaset dili inşa etmemiz lazım. Bana gelince, siyasette bir yere gelmek, hizmet etmek adına bir koltuk işgal etmek önemli bir şeydir ama ben ideallerin daha değerli olduğunu düşünüyorum. Bu vicdanı daha çok tatmin eden bir şey, o yüzden Saadet Partisi. 

BİRAZ DA KILIBIĞIZ!

Millî Görüş’ün içini boşalttığınızı, Erbakan Hoca’nın takiyye yapmadığı halde sizin yaptığınızı söyleyenler var.

Takiyye yapsak CHP ile ittifak yapmazdık. Bu bizim için bir risktir sonuçta. Dolayısıyla bu bizim için geçerli bir durum değil.

Fatih Erbakan’ın partiye döneceği beklenirken bir parti kurması hakkında ne düşünüyorsunuz? Ben ilk duyduğumda bir Zaytung haberi sanmıştım.

(Gülüyor) Zaytung haberine benziyor ama değil. Hepimize bir Zaytung yaşattı Fatih. 

Cihangir İslam’ın partinin başına geçeceği söylentileri hakkında ne diyorsunuz?

Şu anda bunun hakkında konuşulan bir şey yok. Cihangir Bey’in de böyle bir iddiası olduğunu düşünmüyorum ama bizim toplumumuzda öne çıktığınızda herkes size bir şeyleri yakıştırır. Bu bence daha çok bununla ilgili bir durumdur.

Seçimle ilgili bir tahmininiz var mı? "Partimiz % 7 oy alsa çok iyi olur" diye bir tweet atmıştınız.

Zaten genele bakarsanız Saadet Partisi yerel seçimlerde hep genel seçimlerin üzerinde bir oy almıştır. Yerel seçimler için % 5’in üstü önemli bir barajdır ve % 7 de bizim için mümkün olan bir rakam. Bunun için çalışmamız gerekiyor ve biz sadece dindarların oyuna talip değiliz.

Parti olarak Türkiye’nin geçmişiyle yüzleşmeyi düşünüyor musunuz?

Farklı siyasal kimliklerin özeleştiri yapması gerekiyor ve Türkiye’nin buna çok ihtiyacı var. Hatadan arınmış bir topluluk değiliz ve elbette geçmişte yaptığımız bir sürü hatamız, yanlışımız, eksikliklerimiz var. Sağlıklı bir insan ve sağlıklı bir toplum özeleştiri yapar ve geçmiş hatalarından ders alır ve yanlışlarını düzeltmeye gayret eder. Aslında bu Kuran’ın da emridir. Kuran’ın üçte biri kıssalardan yani tarihten oluşur. Allah tarihi bize hikâye olduğu için değil, ders alalım diye anlatmıştır. Toplumun bizleri yanlış anladığı ya da anlamadığı meselelere açıklık getirmemiz gerekiyor. Yarını daha iyi inşa etmek geçmişle yüzleşmeye bakar. Olgunlaşmanın adımlarından biridir bu.  

Eşiniz istedi diye mahalle aralarında dolaşan seçim arabalarını kaldırmışsınız.

Ankara teşkilatımız biz öyle söyleyince kaldırdı. Kısıtlamalar nedeniyle bu seçimde yapılacak şeyi biz aslında geçen seçimde yapmış olduk böylece. Bir de kılıbıklık var tabii… (Gülüyor) 

Önceki ve Sonraki Yazılar
Seran Vreskala Arşivi