Yalçın Ergündoğan

Yalçın Ergündoğan

Komünizm karşıtlığı yapan bir Komünist Parti olur mu?

ABD’nin müdahalesine karşı çıkmak başka, iktidarı bırakmak istemeyen, anti-emperyalist cepheyle de, sosyalist sıfatıyla da ilgisi olmayan sıradan bir diktatöre sarılmak ise bambaşka…

Venezuela’da Ulusal Meclis’in Başkanı Juan Guaido, 23 Ocak’ta muhaliflerin mitinginde kendini geçici devlet başkanı ilan etti. Ardından da, başta ABD olmak üzere Kanada, Kolombiya, Peru, Ekvador, Paraguay, Brezilya, Şili, Panama, Arjantin, Kosta Rika ve Guatemala gibi ülkeler tarafından tanındı. Buna karşılık; Meksika, Türkiye, Rusya, Küba, Çin ve Bolivya ise Maduro hükümetine desteklerini açıkladı.

Maduro da, ABD ile diplomatik ve politik ilişkileri kestiğini açıkladı…

* * *

Bu gelişmeler sonrasında, bizim Artı Gerçek’te geçtiğimiz gün "Türkiyeli ‘sosyalistler’den ABD’ye Venezüela tepkisi" başlıklı bir haber yer aldı. Haberin spotundaki bilgiler, haberi sonuna dek okuma iştahımı arttırdı:

"Venezuela’daki Maduro yönetimine yönelik ABD destekli darbe girişimine Türkiyeli sosyalist partiler tepki gösterdi. ÖDP, EMEP, TKP, TKH, TSİP, EHP, TİP ve DİP tarafından yapılan açıklamalarda, ‘ABD emperyalizminin saldırganlığına karşı Venezuela halkının yanındayız’ mesajı verildi..."

Haberin devamında tahmin edebileceğiniz gibi spotta yer alan partilerin açıklamaları yer alıyordu.

Haberdeki partilere tebessüm ederek şöyle bir baktım. Hepsi, esamesi okunmayacak denli küçülmüş, küçülmüş yok olma noktasında varlıklarını şöyle ya da böyle sürdürmeye çalışan partiler. Bir çoğu da 12 Eylül öncesi sol siyasal yapılanmaların devamcısı olma iddiasındaki yapılar.

Eskiden kalma ya da yeni oluşmuş aralarındaki tüm farkları, ayrılıkları bir kenara bırakıp; eski bilgilerle yeni dünyayı açıklamaya kalkanların yapması gerektiği gibi yapmış ve "emperyalizm karşıtlığı"nın kolay yapışan tutkalı ile birbirlerine kenetlenivermişler.

Hayır, hayır. Ben en kolayından "onların" hemen yapıverecekleri gibi "AKP/Saray rejimi ile devletin tutumu ile bire bir örtüştünüz" demeyeceğim.

Maduro’nun "Recep Tayyip Erdoğan’ın desteğini unutmayacağım. En iyi dostum Erdoğan. Bizim TVES’te de yayında olan izlediğim ve hayranı olduğum dizi Diriliş Ertuğrul…" (Cnnturk.com) ifadelerini de malzeme etmeyeceğim.

Nicolas Maduro öyle ya da böyle değil, çok açık bir şekilde diktatör. Venezüela'da ortalama vatandaş son 3 yılda gıdasızlıktan vücut ağırlığından 8 kilo kaybetmiş. 3 milyonu aşkın ülke yurttaşı, ülkeden kaçmış. Kaçanlar arasında aydınlar, doktorlar, hemşireler, avukatlar başı çekiyor. Tıpkı Maduro’nun "tv dizileri"ne bayıldığı yakın dostlarının ülkelerinde olduğu gibi.

Maduro, muhalefetin tümünün uygun, eşitlikçi koşullar olmadığı gerekçesiyle boykot ettiği ve ancak yüzde 40 civarı bir katılımla yaptığı seçimle "kazandığını" ilan etti.

Yargıyı kendine bağladı.

Bir de bakalım Maduro, Cnn Türk’ten Cüneyt Özdemir’e; muhalif siyasetçi Juan Guaido'nun kendisini geçici devlet başkanı ilan etmesi üzerine yaşanan durum ile ilgili ne demiş:

"Bugün burada Bolivar Devrimi'ne karşı uzun zamandır planlanmış ve şimdi hayata geçirilen bir darbe girişimi var. Bugüne dek birçok zorluğu aştık. Ve şimdi bir darbe girişimiyle karşı karşıyayız. Bu olay yüksek yargıda çözülecek. Venezuela'da yasanın üstünlüğü diye bir şey var ve ben buna inanıyorum. Yasal organlar çözümü sağlayacaklar.

Guaido tüm yasaları ve anayasayı ihlal ediyor fakat ben jüri değilim. Bu vatandaşın gücüne bağlı. Anayasamızı ve ülkemizi korumak için hangi adımların atılması gerektiğine jüri karar verecek. Bu iş yasalarla, yargı önünde çözülecek…"

"25 KEZ SEÇİM YAPTIK, BİZ KAZANDIK"

Aynı söyleşide devamla Maduro şu tespitlerde de bulunmuş: "Önümüzde ulusal meclis seçimleri var. Seçimler 2020'de olacak. Venezuela'da rekor seviyede seçim yaptık. 25 seçim yaptık. 25 seçimden 23'ünü biz kazandık. Sadece 2'sini kaybettik. Seçim alanında dünya rekorunun sahibiyiz. Bizi eleştirenlerin Venezuela seçim sistemiyle ilgili söyleyebilecekleri tek bir söz yok…"

* * *

Makalemin girişinde söz ettiğim "anti-emperyalist" partiler içinde biri var ki, o açıklamalarla yetinmedi, hızını alamadı. Geçtiğimiz hafta sıcağı sıcağına İstanbul Kadıköy’de mini bir miting yaptı.

Mitingte yapılan konuşmalarda; "Bu dayanışma sınır tanımayan eşitlik, özgürlük mücadelemizin olmazsa olmazıdır. Onun parçasıdır. O yüzden Türkiye Komünist Partisi bütün samimiyetiyle Venezuela'nın yanındadır" ifadelerine yer verildi.

Açıklamanın en ilginç kısmı ise bence şu cümlede saklıydı:

"Venezuela’daki mücadelenin önü bellidir. Eşitliğin, özgürlüğün hüküm süreceği, halkların egemenlik haklarının dokunulmaz olacağı, emperyalizmin gıkını çıkartmaya cüret edemeyeceği bir dünyadır bu işin sonu. Hedef budur. Hedef sosyalizmdir…"

* * *

Bu kadarına da pes demekle yetinemeyeceğim doğrusu.

Halk diktatörlükten de diktatörden de bezmiş. "Sol", "sosyalist" ve "komünist" sıfatlı partiler ise Türkiye’den üfürüyor, "hedefi" ilan ediyor.

Biliyoruz, ABD’nin müdahalesi diktatörlerin işine ve güç toplamalarına yarıyor. Hiçbir zaman da tersi olmadı. İç dinamiklerin örgütlü gücü ile diktatörden kurtulmak kalıcı olan bir doğru.

Tabii, ABD’nin müdahalesine karşı çıkmak başka, resmen, basbayağı iktidarı bırakmak istemeyen, ne anti-emperyalist cepheyle, ne de sosyalist sıfatıyla ilgisi alakası olmayan sıradan bir diktatöre sarılmak ise bambaşka.

* * *

Sevgili okurlarım, makalenin başlığında sorduğum soruyu sizlerle beraber yanıtlamak isterim.

Ben, dünyanın neresinde olursa olsun, aklı başında bir insanın yukarıda adları sıralı partilerin, hele ki adında "komünist" sıfatı taşıyanın tutumuna ve dediklerine omuz vereceğine inanmıyorum.

Tersine insanların bu partilerin "övdükleri ve tahayyüllerindeki rejim bu ise, aman sakın bu partilere bulaşmayalım" diyeceği ve dedikleri kanaatindeyim.

Üstelik yakın geçmişte acı bir Sovyet deneyimi de ortada dururken.

Peki, bu yapılar, ağızlarına aldıkları, kendilerine biçtikleri "komünist" vb. sıfatlarla herkesi (hadi komünizmden demeyelim) sosyalizmden soğutmazlar mı?

Ben açıkça, bu "anti-emperyalist" yapılara, insanlığın sınıfsız, sömürüsüz, eşitlikçi, özgürlükçü bir toplum talebini karartmamaları, komünizm tahayyülümüzü de perdelememeleri çağrısı yapıyorum. "Anti-komünist propagandalardan vazgeçin" diyorum.

28 OCAK’I UNUTMA!

Mustafa Suphi ve yoldaşlarının katli (ve Suphi'nin eşi Maria'nın hazin sonu) henüz devleti/iktidarı devralmakta olan yeni rejimin ilk "faili devlet" cinayeti, gelecekteki tutumunun da işaretiydi.

Genç SSCB'nin güneyinde kurulmakta olan bu yeni rejimin açık cinayetine sessiz kalması ise, tek ülkede sosyalizm ütopyası çaresizliğinin ve 'ikinci paylaşım savaşı' sonrası iyice açığa çıkacak olan; bugün daha net değerlendirebildiğimiz (sandığımızın aksine) "milli devlet" yolunda olmasının belirtisiydi.

Mustafa Suphi ve yoldaşlarını unutmuyoruz.

Saygıyla anıyorum…

Önceki ve Sonraki Yazılar
Yalçın Ergündoğan Arşivi