Yeni rejimin yeni ‘vatandaş’ tanımı budur

Rejime biat etmeyen kişi ve kurumlar resmi ya da gayri resmi araçlarla tehdit altındadır. Yeni rejimin 'vatandaş tanımı' arasında bu kesimler yok ama suç örgütü lideri Sedat Peker var.

16 Nisan Referandumu ile ilk kritik etabı aşılan, 24 Haziran’da nihayete eren bu yeni dönem ‘darbe’ olarak tanımlanamaz. Yakın tarihimizde tanık olduğumuz bütün askeri darbelerin temel amacı rejimin restorasyonuydu. Oysa şimdi karşı karşıya kaldığımız durum, bir restorasyon değil. Türkiye Cumhuriyeti diye anılan o bildik devlet 16 yılın sonunda bütün kurumlarıyla lağvedildi ve yerine yeni bir rejimin inşa süreci başladı.

"Türk usulü başkanlık" olduğu için, siyaset bilimciler, idare hukukçuları veya ilgili tüm bilim insanları henüz bu yönetim biçimine karşılık olacak ortak bir tanım bulmakta zorluk çekiyorlar. Oysa yeni rejimin tanımı, yargısı, kararlarında tarif ettiği "vatandaş"ları ve "vatandaş" saymadıkları üzerinden çok daha kolay yapılabilir.

Buyurun, İstanbul Anadolu 41. Asliye Ceza Mahkemesi’nin Sedat Peker hakkında  21 Haziran 2018 tarihli "Suç işlemeye alenen tahrik etmek" suçundan verdiği beraat kararının gerekçesini okuyun.

"Sanık ile müdafinin savunmaları, konuşmanın yapıldığı tarihin darbe teşebbüsünün yıl dönümü olması hususları hep birlikte değerlendirildiğinde, sanığın sözlerinin muhatabının FETÖ / PDY isimli terör örgütü üye ve sempatizanları olduğu... İsmi ne olursa olsun terör örgütlerine karşı devlet ve milletin yanında olmak her Türk vatandaşının borcu ve görevi olduğu, sanığın bu görevini kendi dünya görüşü çerçevesinde, yargılamaya konu sözleri ile kendince ifa ettiği, anılan bu sözleri sarf ettikten sonra herhangi bir şiddet içerikli olay ya da eylemin de baş göstermediği anlaşılmakla sanığın beraatına"…

Mahkeme "... İsmi ne olursa olsun terör örgütlerine karşı" diye ekleyerek, kararın yalnız FETÖ’cülere karşı söylendiği için değil bugün ve gelecekte "terörist", "terör örgütü üyesi olmamakla birlikte…" diye başlayan suçlamalara muhatap olanların tümü için geçerli olduğunun mesajını veriyor. Hatta Peker ve türevleri için yol açıyor, cesaret veriyor, adeta "suç işlemeye teşvik" suçu işliyor.  

Rejimin İçişleri Bakanınca "hain, terör işbirlikçisi" ilan edilen -eski devletin kurucusu- CHP’lilerden  FETÖ’cü olmakla suçlanan İYİP’lilere, gazetecilerden sendikacılara, insan hakları örgütlerinden akademisyenlere artık bu rejime biat etmeyen tüm kişi ve kurumlar resmi ya da gayri resmi araçlarla tehdit altındadır. Yeni rejimin "vatandaş tanımı" arasında bu kesimler yok ama organize suç örgütü lideri Sedat Peker vardır.

İstanbul Anadolu 20. Asliye Ceza Mahkemesi’nin, Barış Akademisyenlerini "Oluk oluk kanlarınızı akıtacağız ve akan kanlarınızla duş alacağız" sözleriyle tehdit eden Peker’i suçlu bulmayarak beraatına karar vermesi "makbul vatandaş"a daha önce verilmiş bir açık çekti.

Bu denli hukuk dışı ve daha vahimi bir suç makinesini cesaretlendiren böyle bir karar hak ettiği kadar gündem olmadı, siyasetçilerin ve hukukçuların ilgisine mazhar olamadı.

Üstelik artık yeni Cumhurbaşkanlığı Kararnameleri ile "terörist", "terör destekçisi" ya da rejimin "vatandaş"ı olmayanlar ve aileleri hakkındaki işten atılma dahil bütün vatandaşlık hakları konusunda yalnız yargı da değil, ilgili amirler karar verebilecekken. Kararlara itiraz etme hakları da olmayacak.   

Baştaki "darbe" tanımına itiraz etme nedenime dönerek, bu kez de bir askeri mahkemeden "makbul vatandaş" tanımı örneğini vereceğim.

Çarpıcılığı bir yana söz konusu örnek, ‘askeri vesayet’ten kurtuluşumuzu ve parantezi kapayarak yeni döneme geçişimizi törenlerle kutladığımız günlerde sivil yargıçların tutumuyla, bir askeri yargıcın tutumu arasındaki farkı kıyaslama olanağı veriyor.   

Ve tabii aynı zamanda "darbe" ile "rejim değişikliği" arasındaki farkı da…

Demokrat Haber’de yazdığım bir yazıdan alıntılayarak bu örneği yeniden aktarmakta beis görmüyorum.

Henüz öğrenci olduğum ve staj yaptığım Demokrat Gazetesi adına Selimiye’deki askeri yargılamaları izliyordum. Onlarca memur, Kahramanmaraş katliamını protesto ettiği için yargılanıyordu. Savcı mahkumiyetlerini ve meslekten atılmalarını talep ediyordu. Heyette iki askeri hakim ve bir de mahkeme başkanı vardı.

Yargılama sonunda hiç beklenmedik bir şey oldu. İki hakim üye mahkumiyetlerine karar verirken, mahkeme başkanı karara karşı çıktı. Bununla da kalmadı. Yazdığı itiraz gerekçesi, generallere de, hukukçulara da, insanlığa da ders niteliğindeydi. Katliamdan devleti sorumlu tutan ve protesto eylemleri yapan memurların suçlanmasına karşı çıkan birkaç sayfalık gerekçe keşke arşivimde olsa tamamını yayınlayabilseydim.

Ama aklımda kalan tek bir cümle yeter:

"Maraş Katliamı gibi bir insanlık suçunu protesto etmek, suç olmak bir yana bütün yurttaşların görevi olmalıdır."

O ‘Başkan’ Deniz Albay Saim Örencik’ti.

Tabii ki askeri yönetimin daha iyi olduğunu söylemek istemiyorum. Ama askeri yönetimde bile hiyerarşiye ve üstlerindeki bütün baskılara direnerek, hukuku, vicdanı ve adaleti her şeyin üstünde tutan cesur yargıçlar vardı.

Elbette onlar unutulmuyor. Diğerlerinin de unutulmayacağı gibi…

***

ASP açıklamasına ne diyorsunuz?

Adil Seçim Platformu seçim gecesi yarattığı skandalın üstüne, yeni açıklamasıyla adeta tüy dikti. Ne yazık ki bir kez daha anladık ki ellerinde YSK verileri dışında hiç veri yok.

Biz hâlâ Adil Seçim Net’i hangi bilişim şirketinin kurduğunu, ne zaman kurulduğunu, referanslarının kimler olduğunu bilmiyoruz çünkü sır gibi saklanıyor. Neden?

Ve hâlâ sorumluluk üstlenen tek bir CHP’li olmadığı gibi açıklama yapma tenezzülünde bile bulunmuyorlar.

Galiba en doğru soruyu, seçimden önce Ekşi Sözlük’te bazukali kelebek sormuş.

"kim tarafından hazırlandığını merak ettiğim uygulama. tamam, partilerin ortak uygulaması falan denmiş ama, kontrol kimde yani? sakata gelmeyelim diye soruyorum. bilen yeşillendirsin."

Tebrik ediyorum kendisini, "sakata gelmişik"!

Önceki ve Sonraki Yazılar
Arşivi