yeşil yandı

seher’i okuyanlar ihtimal ki başlıktaki cümleyi tanımıştır. bence edebiyata yoğunlaşsaydı, siyasetteki kadar başarılı olurdu. kadınlardan öğrendiğinin altını ısrarla çizmesi de dikkate değer

bazı halklar için kimi meslekler kader gibi; kürtler için avukatlık mesela. bir ıspartalının mahkeme salonu, cezaevi kapısı görmeden yaşayıp ölmesi mümkün örneğin. ama bir kürt için bu çok az bir ihtimal; kendisi biat etse akrabalardan biri hapse girmiştir, bir başkasının amca kızı dağdadır, kardeşine askerde eziyet ediyorlardır. derken amcayı da alırlar ve ailede görüşe gidecek soyadı tutan kimse kalmadığı için… ya da hali vakti yerindedir mesela, çoluk çocuk arabaya doluşup antalya’ya tatile giderler. ama işte arabanın plakası yüzünden habire aramaya uğradıkları için yol bitmek bilmez. birini lehçeli türkçesi ele verir, inşaatta çalışırken kenara çekip döverler. avukat lazım olur illa yani.

selahattin demirtaş da avukat işte, yukarıda çok azıcık bir kısmını aktarabildiğim şeylerin içinden geçerek büyümüş ki kürt partilerinde hatta genel olarak herhangi bir partide çalışan kürtlerin çoğu böyle; canı yanan kendini siyasete atar, atmak zorunda hisseder.

kürtlerin oluşturduğu gelmiş geçmiş bütün partilerde çalışan hemen herkes çok zor şeyler yaşadı, en ufacık ilçenin yönetim kurulu üyesi ölüm tehlikesi altında sürdürdü görevini. hele parti başkanları, sadece can güvenliği anlamında değil, kararlarının, tercihlerinin, üsluplarının etkisi ve sonuçları anlamında da adeta hep sırat köprüsünde yürüdü. hepsinin, bu ülkede demokrasi adına ne varsa ona büyük katkısı vardır, hepsi saygıyı hak eder. ama onları da kırmayacağımı bilerek, şunu söyleyeceğim. demirtaş’ın yeri başka. sonuç olarak, chp’lilere "keşke chp’nin başında olsa" dedirtmiş bir insandan söz ediyoruz.

bunu sadece karizmayla - şeytan tüyü, belagat, yakışıklılık, samimiyet…- açıklamak mümkün değil bence. başka etmenler var. mesela demirtaş "biz" dediğinde kendisinden veya partisinden bahsetmedi, malum şahsı başkan yaptırmamaya niyetli herkesi kastetti. bize, birinci türkiye işçi partisi’nin 1965 yılındaki yüzde 3’ünden sonraki en büyük başarıyı, üstelik onun çok üstüne çıkarak, yüzde 13’le yaşatmasının en önemli sebebi de bu bence; partinin üyesi olmayan, yolunu bile bilmeyen, üyeleriyle tanışsa anlaşamama ihtimali yüksek olan insanları da, birlikte bir şeyi değiştirebileceğimize inandırabilmesi. parlamento için çalışan bir siyasetçiden daha ne bekleriz?

gerçi demirtaş beklemediklerimizi de yaptı. "sorun bakalım demirtaş’a eşcinsel evliliklerle ilgili ne düşünüyor?" diyen akp milletvekili mahir ünal’ı arayıp, "teklifinizi şimdi iletti arkadaşlarım. ama şu anda düşünmüyorum. eşimle çok mutluyuz. teşekkür ederim," dedi mesela; kaç makaleyi, kaç sloganı hatta kaç gösteriyi aşan bir etki!

ama gördüğü sevgide sadece mizahın değil ona eşlik eden tevazunun da etkisi yok mu? partinin çizgisi de aşarak, yoksullarla özdeşleşti, "biz teslim olamayız çünkü ellerimizi kaldırdığımızda pantolonumuz düşüyor, öyle yoksuluz," dedi geçende mesela. iktidarın islam’ı bir silah olarak kullandığı ortamda, inançlı bir müslüman olduğunu ifade etti. "hdp islam’a savaş açtı" diye başlık atan yeni akit gibilerini durduramadı tabii ama geleceği ve çıkarları onu başkan yaptırmamakta olan yoksul müslümanın hdp’ye oy verirken elinin titremesini engelleyebildi.

hdp radikal demokrasiyi savunuyor. anlattıkları şey hiç aklıma yatmıyor, tam olarak anladığımdan bile şüpheliyim. ama işte bir yandan da, demirtaş gibi birini şekillendiren koşullar, geçmişi tarihten ibaret olmayan, ilmek ilmek dokunmuş, kanının son damlasına kadar haklı devasa bir mücadelenin ve yabana atılmayacak bir iddianın içinde oluşuyor.

kendi adıma, siyasetçiliğe değil, devrimciliğe itibar etmeye çalışırım; böyle başkaları da var tabii. ama bizden daha azıyla yetinen, bizden daha fazlasını gerçekleştiren gerçekçilere burun kıvırmaya hakkımız yok; zaten kimsenin kimseye burun kıvırmaya hakkı yok. ama daha azıyla yetinenlerin daha fazlasını feda etmeye hazır olması üzerine düşünme mecburiyetimiz var. çünkü onlar olmasa, onların açtığı yol, yaktığı yeşil ışık olmasa, fazlasını isteyenleri de dinleyen olmayacak.

seher’i okuyanlar ihtimal ki başlıktaki cümleyi tanımıştır. bence edebiyata yoğunlaşsaydı, siyasetteki kadar başarılı olurdu. ama kitabın gördüğü ilginin üzerine verdiği röportajda kadınlardan öğrendiğinin altını ısrarla çizmesi de dikkate değer ve önemli değil mi? çünkü dinleyip öğrenecek şey bulamayanın anlatıp öğretecek şeyi de olmuyor.

"kılına zarar gelirse…" demeyeceğim, türkiye siyasetinde çok çılgın var ama bunu aklından geçirecek kadar kalleş ve cesur olanın çıkacağını sanmam. partinin tüzüğü elveriyormuş, bir dönem daha başkan adayı.  ama bir yandan da, galiba selahattin demirtaş’ı da başkan yaptırmayacağız; o nice siyasetçiden farklı olarak kardeşimiz, arkadaşımız, yol arkadaşımız, yoldaşımız ve düşmanlarının korkulu rüyası olacak ve inanıyorum ki kendisi de bunun başkanlıktan daha değerli olduğunu takdir eder. bir sonraki kongreye hatta ne kongresi bir sonraki mahkemeye, onu kızlarıyla hasret gidermeye göndeririz değil mi!

Önceki ve Sonraki Yazılar
Arşivi