Türk ‘solu’nun kaynağı ve Mustafa Suphi

Türk ‘solu’nun kaynağı ve Mustafa Suphi
TKP hakim ulus milliyetçiliğine karşı tavır almada sosyalist bir tutum sergileyememiştir.

Erdal BOYOĞLU


Bilindiği gibi bütün sol ve sosyalizm iddialı gruplar ve partiler, milatlarını Türkiye Komünist Partisi’nin kuruluşuna dayandırır ve kurucu olarak da Karadeniz’de trajik bir şekilde hayatı sonlandırılan Mustafa Suphi öne çıkarılır. Ondan önceki Sosyalist hareketler ve sosyalist önderler hatırlanmaz. Türk milliyetçisi ırkçı İttihatçı rejimin Anadolu’da yeniden tesisinin mücadelesi olan Kurtuluş Savaşı’na destek olmak için Anadolu’ya gelirken katledilen Mustafa Suphi’nin bu tavrı başlı başına "sol" hareketin Kemalizm’e teslim olmasıyla sonuçlanacaktır. Trajik 15’lerin ölümü, Mustafa Suphi’nin  yetersizliği-öngörüsüzlüğü ve de Mustafa Kemal’e güvenirliğini SSCB’den aldığı talimatlarla yola çıkması tartışma konusudur. Bu yetersizlik ve zaafların tartışılmaması, tartışma geleneğinin oluşmaması ve özeleştiri mekanizmasının gelişmemesi, zaafların gelenek olarak günümüze taşınmasının nedeni olmuştur. Ve yanlışlıklar zinciri ile yanlış siyasal hat pekiştirilmiştir.  Sol’un Kırmızı tabuları hep SSCB’liği olmuştur. Özellikle Lenin’in Mustafa Kemal ile yaptığı  siyasal ittifak sorgulanmamıştır, Mustafa Suphi ve yoldaşlarının öldürülmesi Lenin için bir anlam ifade etmemiştir. 

TKP, Anadolu Hareketini ve Mustafa Kemal’i yanlış tahlil etmiştir. Eylül 1920 deki bir raporda  Mustafa Kemal Paşa ile Doğu Cephesi Komutanı Kazım Karabekir Paşa’nın verdiği bilgilere göre, hükümet ve ordu çevrelerinde bolşevizme karşı duyulan tasvip ve sempati duygusu artmış bulunuyor ve hatta isyan hareketinin kimi üst düzey yöneticileri komünist olmak istemektedir" sözleri partinin gerçeklerden ne kadar uzak olduğunu göstermektedir. Parti bu görüntünün Sovyetlerden yardım alma amacıyla verildiğini anlayamamaktadır. Parti, İttihatçılığı ve Kemalistlerin İttihatçı geçmişini unutmuştur.

Kemalizm’in, "sol" tandanslı TKP unsurlarınca kurumsallaştırılması da ayrı bir etkendir. Sonuçta İttihatçı rejimin Anadolu’da yeniden tesisi Kurtuluş Savaşı olarak algılanacaktır. (Mustafa Kemal bile başlangıçtaki kurtuluş savaşından söz etmez, önüne koyduğu bir Türk-Yunan savaşıdır. Sivas mebusu Rasim Başara’ya kongre sırasında bu görüşünü ifade eder. Mustafa Kemal’in asıl kaygısı iktidarının tesisidir. Kurtuluş Savaşı efsanesi iktidarın meşrulaştırılması için sonradan geliştirilmiştir. )

Mustafa Suphi Selanik İttihat kongresinde Eğitim Bakanlığı isterken Selanik sokaklarında proleter grupların istekleri farklıdır: Mustafa Suphi Kongrede, iktidar isterken Selanik proleterleri, iş, ekmek ve özgürlük istemektedirler. Mustafa Suphi’nin İttihatçılara karşı muhalefete geçmesi istediği bakanlığın verilmemesinden sonradır. Komünist harekete katılması ise daha da sonraki bir tarihe rastlar. Kurucusu olduğu partinin kuruluşunda eski İttihatçılar baştadır.

Dolayısıyla Müslüman olmayan etnik unsurların daha gelişkin olduğu, "egemen milliyet"in (yani Türklerin) ise, henüz bir ulus olma bilincini edinme sürecinde yaşadığı ve bir sosyalist akıma önderlik edecek konumda bulunmadığı gibi diğer etnik unsurlarında etkinliği kabul edilmemektedir.

Dolayısıyla, Parti her ne kadar Marksizm’den söz etse, dilinde bu jargonu kullansa da Jön Türkçü-İttihatçı gelenekten gelen Mustafa Suphi ve diğer yöneticiler kendilerini milliyetçilikten arındıramamışlardır. TKP’nin Dersim katliamını desteklemesi, Mustafa Kemal’in safında yer alması Mustafa Suphi geleneğidir. Dersim katliamına yönelik bildiride açıkça ifade edilmektedir. TKP hakim ulus milliyetçiliğine karşı tavır almada sosyalist bir tutum sergileyememiştir. Ayrıca TKP önderi Mustafa Suphi’nin Sultan Galiev’in etki alanının içinde olması ve Galiev’in proleter ulus kavramını özümsemesi bu algıda önemli bir etkendir. Bu etki alanı içerisinde milli mücadelenin niteliği anlamlandırılamamıştır.

Bu durum devrimci harekete geleneksel bir zaaf olarak sirayet etmiş Kemalistlerin Anadolu’daki iktidar mücadelesi olan milli mücadeleyi anlamlandıramamaya, yanlış anlamaya sebep olmuştur.

Siyaset sosyolojisinin yanlış empoze edilmesi sonucu kitleler ve taraftarlar yollarını şaşırmıştır. Bu gün kendilerini devrimci olarak niteleyen hareketlerin ideolojik sefaletinin arkasında bu gelenek yatıyor diye düşünüyorum.

Tarihini unutan bir sosyalist hareketin değil kitlelerle bağ kurması kendini var etmesi düşünülemez. Bu bakımdan sosyalist hareket tarihini köklerini bilmek elzemdir. Bilmezse bugün olduğu gibi celladına aşık bir gerçekle karşı karşıyayız. Kapitalizme karşı olunmadan dolaşıma sokulan anti-emperyalizm de ayrı bir manipülasyon aracıdır. Bu yanlış bilinç uzun bir dönem Türkiye "sol" hareketini esir alarak Kemalizm’e yedekleyerek. Sosyalizmin enternasyonal karakteri unutularak, milliyetçi bir çizgi izlemiştir. 

DEVLET YANLISI TKP KURULDU

Kemalist iktidarın karakteristliğini şöyle tanımlayabiliriz.1)Şiddet araçlarının (tek elde) denetimi . 2) Osmanlı’nın otaritesi.3) Egemenlik. 4) Bürokrasi.5) Vergilendirme. Bu öğeler Kemalist iktidarın en asli dayanakları arasındaydı. T.C bürokrasisi hala belirgin bir referandumdan geçmemiştir. Rüşvetçilik, hırsızlık, yolsuzluk, insan kayırma, imtiyazlı insanların vergilendirmelerden muaf  yada az vergi ödemeler, imtiyazlı zümrelerin bağışıklığını göstermektedir.

Kemalist iktidar, siyasi ve askeri zorlamanın gücüyle otoritesini kurdu. TBMM’de anayasacılığa bağlılığını gösterdi. Ama her şeyi Türke göre ve tek adama göre şekillendirdi. Türkçülük kurallarına saygı gösterilmesinde ısrarcı oldu. T.C anayasası ayrımcı ve otoriter bir anayasa’dır. Hukukun üstünlüğü koca bir handikaptır. T.C’nin kanunları ve uygulamaları  özel mülkiyetin, kapitalist üretimini sürdürmekti.

T.C sivil faliyetlerinde laik  büyümeyi gerçekleştirmedi, ayrımcı ve ırkçı ilkelerle,  Sünni İslamı ve Türkçülüğü öne çıkardı.

Mustafa Kemal tarafından sahte Komünist Partisi bile kuruldu. Bu konuda Şevket Süreyya Aydemir "Cumhuriyet’le birlikte Kemalizm`e sarılanlar  bizzat devlet olanaklarından yararlanmak ve nemalanmak isteyenler tarafından pompalandı" ifadeleini kullanıyor.

1968 hareketinin önderleri de Kemalizm’i ilerici gördüler. Siyasal kriterleri genel olarak Lenin’in anti emperyalist söylemlerine dayandırılmıştır. Ama İbrahim Kaypakkaya, Kemalizmi emekçilerin düşmanı olarak görmüştür.

Kemalizm’i  ilerici  görmek isteyenler, 27 Mayıs 1960 darbesindeki nispi olanakları kriter olarak  mı aldılar? Kemalizmi kurtarıcı görenler emek sermaye çelişkisini nasıl açıklayabilirler.

"Devrim" (!)  "sol" (!) görünüm altında ortaya çıkan ve "Devrimci Ordu" gibi  kavramları işleyen küçük burjuva hareketleri üzerinden gerçekleştirilmeye çalışılmıştır. Daha çok ordudan gelecek bir darbeye "devrim" umut bağlamış oluşumlar özellikle 12 Mart 1971 darbesi ile silikleşip tarih ve siyaset sahnesinden silinmiştir.

Özellikle Mustafa Kemal döneminde (1919 – 1938) Türkiye Cumhuriyeti’ndeki ekonomik, politik ve sosyal uygulamalar incelendiğinde, "Kemalizm"in bir dünya görüşü olmadığı  gibi onun burjuva karakteri de  çok açık bir biçimde görülür.

Kurtuluş savaşı(!) "Milli Mücadele"yi "Rumluk ve Ermenilik girişimleri" ne karşı örgütleyen, İttihat Terakki’nin yalnızca tabanı ile değil, Ermeni Katliamından da sorumlu çeteci kesim ile işbirliği yapan, gayr-i müslîm toplulukları yüzlerce yıllık topraklarından sürüp çıkartan, Kürt ayaklanmalarına karşı, vahşice orantısız güç kullanarak katliamlar yapan, Mustafa Suphi ve yoldaşlarını katleden,  SSCB ile "iyi ilişkiler"ini koruyan, " Türk-Müslüman" burjuvazinin yaratılmasına çabalayan, Sünni İslamı  devletin resmi dini yapan, Diyanet’i kuran, Bursa Nutku`nun yanı sıra, "Bolşevizm her görüldüğü yerde ezilmelidir" sözünü de söyleyen, vb. Küçük Burjuva Mustafa Kemal hareketinin adını Kemalizm yapan da emperyalistlerdir.

Burjuva Demokratik Devrimlerden başka anlamlar çıkaran, onun sınıf özünü ve diktatörlük karakterini göremeyen Bilimsel Sosyalizm`den nasibini almamış unsurlar, yapılanmalar, Kemalist diktatörlüğün etrafında dönüyorlar. "Kemalizm " tanımlamalarıyla  egemen  sınıf özünü gizleyerek burjuvazinin sistem savunuculuğu yapmaktadırlar.

Devlet mekanizmasında  en belirgin olan şey, Devletin şiddet araçlarıdır ve onun üzerindeki denetimidir.

21 Ocak 1925’de yayınlanan haftalık Orak-Çekiç dergisi 4 bine yakın  okuyucu kitlesine ulaşıyor. Sendika etkinliği artıyor, işçilerle birlikte  etkinlikler düzenliyor. Ancak 4 Mart 1925’te Takir-i Sükün Kanunu ile TKP’nin yayın organı kapatılır. İstiklal mahkemeleri kurulur, 60 bine yakın insan yargılanır 1054 idam gerçekleştirilir. Zeki Baştımar’ında makale yazdığı kahkaha dergisi Trabzon’da kapatılır.

Kemalist iktidarın azgın saldırısı karşısında Şefik Hüsnü, Nazım Hikmet, Hasan Ali Nisan ayında yurt dışına çıkmak zorunda kalırlar. 

1 Mayıs Broşürü dağıtıldığı için TKP’nin 38 taraftarı tutuklanır. Parti yöneticileri 7-15 yıl arasında hapis cezalarına çarptırılır. Ekim 1926’da çıkan af ile serbest bırakılırlar.

Kemalist iktidar, misak-i milli sınırları içindeki Musul petrol bölgesini 17 Aralık 1925’de Milletler Cemiyeti İngiltere’ye bıraktığı gün, Paris’de Türk ve Sovyet Dış işleri Bakanları bir dostluk ve Tarafsızlık anlaşması imzalarlar. TKP genel sekreteri Şefik Hüsnü 1926, Viyana Konferansına sunduğu raporda Kemalist devrimleri ve Sovyet dostluğunu destleyin ama işçi ve köylüler arasında kendi çalışmalarınızı sürdürün, öğüdünün yanı sıra Ankara’daki Sovyet  temsilciliğine TKP’nin artık fazla sıkıştırılmayacağı güvencesini de söyler.

Oysa kısa bir süre  önce TKP taraftarlarını ağır hapis cezalarına çarptıran Kemalist iktidar ile Sovyetler Birliği arasında gerginlik yaşanmıştı.

Ağustos 1927’de Şefik Hüsnü sahte bir kimlikle İstanbul’a gelir ve yeni yönetimi göreve getirir. Yani yönetimi onaylamayan Vedat Nedim Tör, Şefik Hüsnü’yü ihbar eder.  TKP çok ciddi bir darbe alır.
4 Ocak 1928’de Komintern, "Türkiye’de komünist tertip" başlığı ile TKP’nin eylemlerinin hesabını Kemalist hükümete vermek durumunda olmadığını deklere ediyor.

1923-1932 arasında TKP bir çok illegal yayın çıkarır. Mustafa Kemal’in yeğeni olan R.Fuat Baranel’in bile işkence gördüğünü, hücre hapsine çarptırıldığını belirtmektedir. 1932 ‚de TKP’nin gizli çalışmaları hızlanmış ve dört büyük tutuklamada önemli kayıplar vermiştir. Mart 1933’de Nazım Hikmet tutuklanmış ve Ağustos 1934’e kadar Bursa cezaevinde kalmıştır.

1927’de Adana-Nusaybin arası Fransız şirketine karşı Demiryolu işçileri greve gider ve grev 20 gün sürer. Hakları verilmediği gibi haklarında davalar açılır, örgüt üyeliğinden dolayı. Kemalist iktidar anti emperyalist (!) olduğundan dolayı işçiler hakkında dava açıyor.

1936’da İstanbul’da Mıntıka Komitesi kurulur.İsmail Bilen Moskova’dan bazı parti taraftarlarını gönderir.  Gönderilenlerden bazıları tutuklanır. İstanbul genelinde geniş tutuklanmalar olur.  Kemalist iktidarın işkence odaları 1937’de  İşçi Abbas’ı  işkencede  öldürür. Emine Erdinç, işkencenin etkisiyle kısa bir süre sonra yaşamını yitirir.   Tutuklular  mahkeme salonun da ‘ yaşasın komünizm‘  diye slogan atarlar. TKP marşı söyleyerek mahkeme salonundan zorla dışarı çıkartılırlar.  Ağır cezalara çarptırılırlar.

Türkiye "sol"unun millici tavrı anlaşılmaz değildir. Osmanlı aydınının temel kaygılarının "Devletin bekasını temin" olması, Osmanlı aydınlarınca kurulan sol hareketlerinin de karakteristiğini belirler ve bu hareketlerin temel zaafını oluşturur. Hiçbir Osmanlı aydını ve sosyalist hareketi bu yönden devleti karşısına almaz, dolayısıyla bu temel özellik Rus devrimcileriyle arasındaki en önemli temel ayrılığıdır . Ki Rus devrimcileri önlerine devletin yıkılmasını koyarken Türk devrimcilerinin böyle bir kaygıları yoktur. Doğaları yada temel zaafları gereği devletin yanında yerlerini almaktan çekinmezler. Mustafa Suphi’nin izlediği yolda bundan farklı değildir.

Ancak diğer etnik unsurların bünyesinde oluşan sol hareketler bu kaygıyı taşımadıklarından radikal karakterde ve ulusal sorunu da önlerine koyan niteliklerinden ötürü Müslüman-Türk
etnik kökenli "sol" aydınlar yada bunların kontrolünde oluşturulan sol hareketlerden farklıdırlar ve farklı bir çizgi izlemişlerdir. Bu farklılık Osmanlı unsurları arasında işbirliğini geliştirmeyi önlediği gibi. Farklı etnik kökenli örgütlerin Osmanlı yurtseverliğinin hararetli savunuları olmaları da ciddiye alınmamış yabancı ajanı gözüyle bakılmışlardır. Yok sayılmanın bir gerekçesi de bu olsa gerektir.

Resmi "sol" tarihte işçi hareketlerinden söz edilir lakin etnik kökeni farklı diye önderlerinden söz edilmez.  Türkiye sol hareketinin içindeki Milliyetçi dalga, İttihatçı damarından kaynaklanmaktadır.Bu bakımdan Türk Solu diğerlerini görmez ve kendi resmi tarihine koymaz. 

İttihatçıların "sol" harekette kolayca yer almaları da anlaşılmazdır. 1915 Soykırımının baş aktörlerinden  Salih Zeki (Zor) Divan-i Harp’te yargılanmaktan kurtulmak için gittiği Bakü’de TKP içinde kolayca yer bulabilmiş. Hatta Mustafa Suphi ile Mustafa Kemal arasında irtibatı sağlayacak bir işleve kavuşabilmiştir. Bakü Doğu Halkları Kurultayında 1915’te Ermeni halkının başına gelenler kimse tarafından dile getirilmemesinin nedenleri bu etkenlerden kaynaklıdır. Çünkü Türkler ve Müslümanlara yönelik bir kurultaydır. Enternasyonalist bir kurultay değildir.  

TKP’nin Ermeni Sorununa bakışında İttihatçı söylemin dışına çıkamamıştır. Ermeni Soykırımını kavga, dövüş olarak algılaması ve adlandırması sonucu olarak, Teşkilat-ı Mahsusa elemanı Salih Zeki gibilerin parti içinde olması sakıncalı görülmez.

Etnik kökenli sol hareketler tarafından 1 Mayıs'larda proletarya’nın yüzyıllık mücadelesi yazılır ve de sokağa çıkılır. Etnik kökenli emek mücadelesinin nasıl olduğu ya da nasıl bir önderlikle yürütüldüğü konusu hep göz ardı edilir, hatta inkar edilir.

İnkar etmek zorundadır. Çünkü Türkiye’de her şey Türke göre  olmak zorunda olduğundan; her şey Türk gibi, Türkiye "solu" da Türk olmalıydı.

Bu coğrafyada sosyalizmin öncüsü olan Ermenilerin, Elenlerin, Musevilerin, Bulgarların, Makedonların adları anılmayacaktı. Bu tavır bilgisizlikten değil doğrudan Türk "solu"nda mevcut İttihatçı/Kemalist genden kaynaklanmaktadır. Bu yanlış bilinç bir sistem dahilinde yeniden yeniden üretildi.

Bu coğrafyada Sosyalist Hareket Mustafa Suphi’den çok önce başlamasına  ve oldukça ilerleme kaydetmesine rağmen göz ardı edildi. Yani hiç bahsedilmedi.

15 Haziran 1915 tarihinde Beyazıt Meydanı'nda idam edilen Paramaz son söz olarak arkadaşları adına: "Siz yalnız bizim vücudumuzu ortadan kaldırabilirsiniz, bizim ideallerimizi asla, bu ideallerimiz yakın gelecekte gerçekleşecek ve bütün dünya bunu görecek, ideallerimiz sosyalizmdir..." sözleriyle, idam sehpasında sosyalizm ideallerini tekrar eder.

Öne Çıkanlar