Hukukla bağını koparan Türkiye

Türkiye’nin devletin kuruluşundan bu yana hukukun üstünlüğü konusunda pek parlak bir durumda olmadığı bilinmekte. Ancak bugün yaşanan tablo bir dibe vuruşu göstermekte. Toplum ferasetiyle çözüm yolunu bulabilecek mi?

Ülkelerin hukukun üstünlüğüne bağlılıklarının ölçüldüğü Dünya Adalet Projesi'nin (World Justice Project /WJP), 2023 Hukukun Üstünlüğü Endeksi’ne göre Türkiye 142 ülke arasında 117. sırada yer aldı.

Rapora göre hukukun üstünlüğüne en çok uyan ülke 0,90 değerlendirme puanıyla Danimarka. Bu ülkeyi Norveç, Finlandiya, İsveç, Almanya ve Lüksemburg izliyor. İngiltere 15, Fransa 21, ABD 26, Yunanistan 47, Kazakistan 65, Çin 97, Belarus 104, Rusya 113. sırada yer buluyor.

Türkiye ise 0,41 değerlendirme puanıyla bir basamak daha düşerek 117. sırada yer aldı. Kenya, Angola, Madagaskar, Nijer, El Salvador, Tanzanya, Kuveyt, Guatamela gibi ülkeler Türkiye’nin üzerinde yer aldı. Bölge olarak ”Doğu Avrupa ve Asya”
kategorisinde yer alan Türkiye, 15 ülke içerisinde sonuncu oldu. Özgürlükler kategorisinde de en kötü 10 ülkeden biri.

Endeks’te, Hükümet Yetkilerinin Kısıtlanması başlığında 0.28 ile 137’nci sırada, Yolsuzlukla Mücadele başlığında 0.44 ile 77’nci sırada, Yönetim Şeffaflığı başlığında 0.40 107’nci sırada, Temel Haklar ve Özgürlükler başlığında 0.30 ile 133’ncü sırada, Hukuk Mahkemelerinde Adalet başlığında 0.41 ile 119’ncu sırada, Ceza Mahkemelerinde Adalet başlığında 0.34 ile 107’nci sırada gösterildi.

Cumhurbaşkanlığı hukukçularının Anayasa Mahkemesi kararlarının bağlayıcılığının bireysel başvuruya ilişkin kararları kapsamadığı iddiası Türkiye’nin Hukukun Üstünlüğü Endeksi’nde neden Kenya, Tanzanya, Nijer gibi ülkelerin altına düştüğünün göstergesi. İnsan hakları ihlallerine ilişkin Anayasa Mahkemesi kararları en üst düzeyde bağlayıcıdır. Anayasaların temel görevi insan hak ve özgürlüklerini hukuk güvencesi altına almaktır.

Avrupa Birliği 2023 Türkiye Raporu’nda da Türkiye'deki demokratik kurumların işleyişinde ciddi eksiklikler bulunduğu, demokratik gerilemeyle birlikte Cumhurbaşkanlığı sisteminin yapısal eksikliklerinin devam ettiği, Anayasal yapının, yetkileri Cumhurbaşkanlığı düzeyinde merkezi olarak muhafaza ettiği, yasama, yürütme ve yargı arasında sağlam ve etkili bir kuvvetler ayrılığı sağlanamadığı, etkili olmayan denge ve denetleme mekanizması nedeniyle yürütmenin sadece seçimler yoluyla demokratik hesap verebilirliği olduğu anlamına geldiği belirtilmekte.

Raporda yargı alanındaki durum şöyle özetlenmekte: Türkiye'nin Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin (AİHM) bazı kararlarını uygulamayı reddetmeye devam etmesi endişe kaynağı olmaya devam etmektedir. Yargının bağımsızlığını, tarafsızlığını ve niteliğini olumsuz etkileyen, yürütmenin hâkim ve savcılar üzerindeki usule aykırı etkisinin ve baskısının ortadan kaldırılması konusunda ilerleme kaydedilmemiştir. 2021 İnsan Hakları Eylem Planı (İHEP) ve 2019 Yargı Reformu Stratejisi'nin (YRS) uygulanmasına devam edilmiştir ancak bu belgelerde öngörülen faaliyetler, Avrupa Komisyonunun önceki raporlarında tespit edilen yapısal sorunları ve meseleleri ele almakta yetersiz kalmıştır. Hâkim ve savcıların mesleğe alınmasında ve terfisinde nesnel, liyakate dayalı, yeknesak ve önceden belirlenmiş kriterlerin bulunmaması hâlâ endişe kaynağıdır.”

Türkiye’de insan hakları ve temel haklar alanlarındaki kötüleşmenin devam ettiği, mevzuatın ve uygulamasının Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi (AİHS) ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) içtihadı ile uyumlu hâle getirilmesinin gerektiği, 2016 tarihli olağanüstü hal kanunlarının kalan unsurlarını ortadan kaldıracak herhangi bir mevzuat değişikliğinin kabul edilmediği bilinmekte.

Raporda Türkiye’nin evrensel hukuktan koptuğu şu şekilde belirtilmekte : “Türkiye'nin bazı AİHM kararlarını uygulamayı reddetmesi, yargının uluslararası standartlara ve Avrupa standartlarına bağlılığına ilişkin endişe kaynağıdır. Türkiye, Bakanlar Komitesi tarafından Türkiye aleyhine başlatılan ihlal prosedürü çerçevesinde verilen Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi Büyük Dairesi'nin Temmuz 2022 tarihli kararını uygulamamıştır, bu da Avrupa Konseyi üyesi olarak taahhüt ettiği insan hakları ve temel özgürlükler standartlarından uzaklaştığına işaret etmektedir.

İfade özgürlüğü konusunda ciddi gerileme devam etmiştir. Gazeteciler, yazarlar, avukatlar, akademisyenler, insan hakları savunucuları ve eleştirel seslerin faaliyetleri üzerindeki yaygın kısıtlamalar, bu kişilerin özgürlüklerini kullanmaları üzerinde olumsuz etki yaratmaya devam etmiştir. Ulusal güvenlik ve terörle mücadeleye ilişkin ceza kanunlarının uygulanması, AİHS'ye aykırı olmaya ve AİHM içtihadından sapmaya devam etmiştir.

Azınlıklara ve lezbiyen, eşcinsel, biseksüel, transseksüel, interseks ve queer (LGBTIQ) bireylere yönelik toplumsal cinsiyete dayalı şiddet, ayrımcılık ve nefret söylemi hâlâ ciddi bir endişe konusudur.”

Hukuk yoluyla çözüm ve hukuksal güvence sağlanabilmesi hukukun üstünlüğünün benimsenmesiyle mümkün. Hukukun üstünlüğü, temel olarak hukukun bir topluluktaki veya ülkedeki yayılmışlığını ve yetkisinin yüksekliğini ifade eder. Özellikle de devlet ve hükümet yetkisini elinde tutanlara karşı üstünlüğünün altı çizilir.

Devletin zorbalık eğilimlerine ve baskısına hukukun dur dediği yerde hukukun üstünlüğü söz konusudur. Hukukun üstünlüğü ilkesi devletin yasama, yürütme ve yargı yetkilerinin sınırlandırılması yani devletin hukukla sınırlanması demek. Bu sağlandığı takdirde keyfi yönetim önlenir, hak ve özgürlükler hukuk tarafından güvenceye alınmış olur.

Bir ülkede Anayasaya uygun olmayan normlar ve uygulamalar geçerli ise artık orada “Anayasal devlet” yerine “Anayasalı devlet” bulunduğunu anlamak gerekir. Ancak anayasası olan her devlette hukukun üstünlüğü ilkesi geçerli olmayabilir ve anayasanın üst norm olarak kabul edilmesi sadece şekli olarak kalabilir. Bu durumda Anayasa hak ve özgürlükleri koruma işlevini yerine getiremiyor demektir.

Anayasal devlet, insan haklarını hukuk tarafından güvence altına almayı, çoğulcu ve katılımcı demokrasinin ve hukuk devletinin evrensel kurallarına uymayı ilke edinen ve uygulayan devlet anlamına gelmekte.

Bu nedenle “hukuk devleti” tek başına yeterli bir kavram değil. Hukuk devleti Anglo-Sakson dünyasında hukukun üstünlüğünü sağlamanın bir aracı olarak görülmekte.

Burada önemli olan husus Anayasal devletin sadece iç hukuka değil esas olarak bağlı olduğu uluslar arası sözleşmelerin ve mahkemelerin evrensel anlamda kabul gören ortak değerlerine sahip olarak uluslarüstü hukukla uyum içinde bulunmasıdır.

Türkiye’nin devletin kuruluşundan bu yana hukukun üstünlüğü konusunda pek parlak bir durumda olmadığı bilinmekte. Ancak bugün yaşanan tablo bir dibe vuruşu göstermekte. Ülkeyi yönetenler durumun vahametinin farkında gözükmüyorlar.

Bu hukuksuzlukla ekonomiyi düze çıkarıp istikrarlı ve öngörülebilir hale getirmenin, gelir dağılımında adaleti sağlamanın imkânı bulunmamakta. Hukuk güvenliğinden, adil yargılanma hakkından, insan onuruna yakışır bir hayat yaşama imkanından yoksun bırakılmış olan yurttaşlar mağdur durumda. Türkiye’yi yuvarlandığı çukurdan çıkaracak nitelik ve cesarette bir siyasi kadro gözükmüyor. Toplum ferasetiyle çözüm yolunu bulabilecek mi?


Ümit Kardaş: 1971'de İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi’ni bitirdi. 1975 yılında askeri hakim, 1985 yılında hukuk doktoru oldu. Çeşitli yerlerde savcılık, hakimlik ve adli müşavirlik yaptı. 1995 yılında emekli olup, serbest avukatlığa başladı. Çeşitli dergi, gazete ve kitaplarda yazıları yayınlandı. Halen internet gazeteleri Artı Gerçek ve Son Medya’da yazmaya devam ediyor. Bülent Tanör eser yarışmasında birincilik ödülü alan "Türkiye'nin Demokratikleşmesinde Öncelikler" isimli çalışması 2004 yılında yayınlandı. "Hukuk Devlete Sızabilir mi?", "Ötekiler İçin Sivil İtaatsizlik Rehberi", "Demokrasi ve Hukuk Krizi, "Zulüm Özür Uzlaşı", Kardaş’ın yayınlanmış kitaplarından bazıları.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Ümit Kardaş Arşivi