Süreyya Karacabey

Süreyya Karacabey

Korkmuyoruz Susmuyoruz İtaat Etmiyoruz!

Sadece kadın yürüyüşlerinde vuku bulan bir şey var uzun zamandır, inat, ısrar ve güçlü bir motivasyon. Herkesi birbirine bağlayan bir zincir. Hep birlikte bağırılarak söylenen şu sözler, laf olsun diye atılan sloganlar gibi değil.

Ülkede caddeler ve sokaklar yasaklı uzun zamandan beri. Bir amaç etrafında toplanmış insanların birlikte yürümesinden pek hoşlanmıyorlar. Gerçi neredeyse hiçbir şeyden hoşlanmıyorlar, tuhaf bir kabile. Çok kuralları, yasakları var. Bu kural ve yasaklar dizisi hep başkalarını bağlıyor, kendileri uzun zamandır herhangi bir ölçü birimi kullanmadan yaşıyor, saat yok, ölçü yok, ağırlık yok, yasa hiç yok. Muhtemelen burada oluşan boşluğu doldurabilmek için her gün yeni yasaklar icat ediyorlar. Bu icat lafını çok severim, çocuklar o anda yapılması ya da bulunması zor bir şey istediğinde annem derdi ki “icat çıkarmayın.” Bunların icatları da bir çeşit makul olanı olağandışılaştırmak, olağandışı olanı ise makul hale getirmek.

Daha önce söylemiştim galiba, yönetme mekanizmaları sürrealistlerin geliştirdiği nesnelerin bir bölümündeki mantıksız mantığa benziyor. Tabii burada yaratıcılık sıfır, daha çok mevcut olanın aynı yerden vurula vurula asimetrik ve kendi işlevi dışında bir yere doğru uzanması ya da eğilmesi ve kendi çevresinde dönmesi türünden bir manzaraya sahip mekanizma. Ama bir mekanizmanın içsel erekliliği de mekanizmadan koparılmış. Mekanizma aslında mekanizma fikrine yabancı.

Bunları yapmayıp sadece sözünü etmiş olsalardı belki sanatsal olarak ilginç bir şeyle karşılaşabilirdik. İlginçlik pek yenilmiyor bu geniş sofralarda, zaten yapısal olarak farklı olana, mekruh gözüyle bakılıyor. Neyse bir gün bunları anlatmak zorunda kalanlara şimdiden acıyorum, tarif etmeye kalkmak bile zor iş. Bir tek “neden” sorusuna cevap vermeyen sonuçlar dizisi düşünün, sonra da bu sonuçların fraktal biçimde dağıldığını hayal edin, ardından başa dönün. Dediğim gibi çok zor.

İşçiler yürüse hoşlanmıyorlar, ama memurların yürümesinden de, işsizlerin yürümesinden de hiç hoşlanmıyorlar. Peki yürümeyelim şu meydanda toplu duralım dense, ondan da hoşlanmıyorlar, az kişi duralım bir açıklama yapıp gidelim diyenlerden de. Kaç yıldır yurttaşız çözemedik kamusal alanda ne yapacağımızı. Öyle her konser, oyundan da hoşlanmıyorlar. Katı bir beğeni çizgileri var, azcık aştın mı, sertçe uyarıyorlar. En güzeli de bütün bunların üzerine tatlı olarak “burası özgür bir ülke” sözünü yedirmeleri. Kısacası bunlar bizden hiç hoşlanmıyorlar.

8 Mart'ta kadınlar çeşitli şehirlerde eşzamanlı yürümeye çalışırken bunlar geldi aklıma. İstanbul'da her zaman olduğu gibi ilk işleri bir metronun çıkışını kapatmak oldu, ardından polislerin oluşturduğu barikat yüzünden işine geciken, gidemeyen insanlar olduğunu duyduk. Yürümeye çalışanlar önden arkadan ve yandan kuşatılmıştı, bir özgürlük yürüyüşü ancak bu kadar abluka altına alınabilirdi. Her şeye rağmen kadınlar yürümekten vazgeçmedi, yasaklı sokaklardan yağmur sularıyla birlikte akarken en güzeli de neşelerini hiç kaybetmemeleriydi.

Sadece kadın yürüyüşlerinde vuku bulan bir şey var uzun zamandır, inat, ısrar ve güçlü bir motivasyon. Aralarına girdiğinizde çoktandır göğsünüze oturmuş olan o ağırlık hafifliyor ve eski zamanlardan kalan bir coşku yeniden beliriyor ufukta. Başka toplanmalardan farklı bir atmosferde olduğunuzu biliyorsunuz. Birazdan koşacakmışsınız gibi, daha doğrusu yeniden koşma arzusu duyacakmışsınız gibi bir duygu.

Burada başka bir şey var, gerçekten istemeyi bilenlerin, ne istediğini bilenlerin tutkusu: Daha fazla kaybetmeye tahammülü olmayanların, fabrikalarda, tarlalarda, evlerde, her yerde yaşadıkları çifte tahakkümün çoktan farkına varmış olanların, onların adına sürekli söz alanların beyhudeliğine çarpmışların, aynı örgütte, aynı sendikada çalışsalar bile erkeklerle eşit pozisyonda olmadıklarını acı biçimde deneyimlemiş olanların, gece sokakları isteyenlerin, hareket alanının, yaşam biçiminin daraltılmasına katlanamayanların, dünyayı değiştirmenin yolunun önce mücadele biçimlerini ve içeriklerini değiştirmekten geçtiğini öğrenmişlerin, vazgeçmeyenlerin, rıza göstermeyenlerin yaydığı bir yaşam arzusu.

Bu yürüyüşlerde gerçekten başka bir şey var; kalabalıktan yayılan bir cesaret, ablukaya rağmen hiç ağırlaşmayan bir hafiflik duygusu, asla sıkıcı olmayan ve bitse de gitsek hissi yaratmayan bir biraradalık.

Kalabalık bütün sınırlara rağmen sloganlarla, dövizlerle akarken durup yazılanlara baktım. İşçi kadınlarla, politik tutsaklarla dayanışan sözlerle, gündelik boğuntuları tersine çeviren sözler yan yanaydı, herkes buradaydı. Ölmüş kadınlar, sömürülen kadınlar, intihara zorlanmış kadınlar, etek boyu ölçülenler, kaybedilenler, yası tutulmayanlar, hepsi buradaydı. Farklı renkler buradaydı, pembeler, morlar ve kızıllar. Balkona oturup renk tartışması yapanlara kimsenin aldırdığı yoktu, çünkü herkesin kendi rengini kaybetmeden yürünecek bir yoldu istedikleri. Bütün yakıcı acılara rağmen o yolu neşelerini yitirmeden yürümek zorunda olduklarını biliyorlardı. Arada benim gibi fazla üzüntüye kapılanlara ilaç gibiydi neşeleri.

Bu kalabalıkta başka bir şey var, kategorik anlamanın sınırlarını ihlal eden bir şey, iktidara nanik yapan bir şey. Bu kalabalıkta başka bir şey var, bulaşıktan kalkıp az sonra bütün tabakları kıracakmış gibi bir güç, düşseniz koşarak kaldıracaklarmış gibi bir şefkat, hiç vicdan sömürüsü yapmayan ağırbaşlı, sindirilmiş bir yas var.

Yürüyüşten iki gün sonra bir anne, eski kocası tarafından öldürülen kızının gelinliğini yaktı. Ölen kızla annesi çoktan bitmeyen o yürüyüşe katılmıştı.

Bu yürüyüşlerde başa çıkamadıkları bir şey var, ölülerle yürüyüşün güçlendirdiği dirilerin potansiyeli. Çoktan anlamlarınızın, kategorilerinizin öteki tarafına geçen bir anlam. Ophelia'nın başını okşayan Rosa'nın anda dondurulmuş bir fotoğrafı. Herkesi birbirine bağlayan bir zincir.

Hep birlikte bağırılarak söylenen şu sözler, laf olsun diye atılan sloganlar gibi değil: Korkmuyoruz Susmuyoruz İtaat Etmiyoruz!


Süreyya Karacabey: Adana'da doğdu. 1992'de Ankara Üniversitesi DTCF Tiyatro Bölümü'nden mezun oldu. Yüksek Lisans ve doktorasını aynı bölümde yaptı. Dramatik Yazarlık, Epik Tiyatro, Geleneksel Türk Tiyatrosu, Ortaçağ Tiyatrosu, Radyo Oyunu Yazarlığı derslerini yürüttü. 2010 yılında doçent ünvanını aldı.2017 yılına kadar çalıştığı bölümden 6 Ocak 2017 KHK'sıyla atıldı. Modern Sonrası Tiyatro ve Heiner Müller, Brecht'ten Sonra ve Gündelik Hayata Direnmek kitapları ve çeşitli dergilerde yayınlanmış yazıları vardır.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Süreyya Karacabey Arşivi