Türkiye-Fransa-Cezayir ve Kürtler

Özel Savaş'tan, çözüm sürecine, Fransa’nın Cezayir sorunu ile Türkiye’nin Kürt sorunu büyük benzerlikler taşır.

Fransız devlet başkanı Macron’un 1950’li yıllarda Paraşütçüler diye adlandırılan Fransız özel kuvvetlerinin sistematik işkence yaptığını 25 yaşındaki sömürgecilik karşıtı, matematikçi Maurice Audin’in 1957 yılında zorla kaçırılıp, işkence ile öldürülüp kaybedilmesi örneği üzerinden kabul etmesi ve sömürgecilik döneminde insanlığa karşı işlenen suçlardan dolayı özür dilemesi bütün dünyada büyük yankı yarattı. 1995 yılında, Sartre’ın Cezayir Savaşına ilişkin yazılarını, "Hepimiz Katiliz" (Belge Yayınları, 1995) başlığı altında yayınlamıştık. Özel Savaş'tan, çözüm sürecine, Fransa’nın Cezayir sorunu ile Türkiye’nin Kürt sorunu büyük benzerlikler taşır. (*) Fransa bu sorunu her şeye karşın 6-7 yıl içinde çözmeyi başarırken, Türkiye, yakalanan bir çok fırsata karşın 30 küsür yıldır çözemiyor.

Jausette ve Maurice Audin

1954 yılında, Vietnam halkı, Dien Bien Fu savaşı ile, Fransız ordusunu asla unutamayacakları bir yenilgiye uğrattı. Bu zaferin, Fransız kolonilerinde, deprem benzeri etkileri, yankıları oldu. Nitekim Cezayir kurtuluş savaşının başlangıç tarihi de 1954’tür... Fransız sömürge ordusunda Vietnamlılara karşı savaşan birçok Cezayirli asker, daha sonra Cezayir’in kurtuluşu için savaşacaktı. "Sömürgecilik bir sistemdir," diyen Sartre, bu sistemin sömürge insanı yanında, sömürgeciyi de nasıl çarpık bir dönüşüme uğrattığına işaret etmişti...

Bütün diğer sömürgeler arasında Cezayir’in farklı bir yeri vardı, deniz aşırı vilayet statüsünde idi.. Yüz yılı aşkın bir süredir buraya yerleşen milyonlarca Fransız, burayı "vatanları" olarak kabul ediyordu. Öte yandan, Fransız devleti açısından da Cezayir, Fransa’nın "bölünmez bütünlüğünün" bir parçası idi.

Cezayir kurtuluş savaşı sırasında "şiddet"in aşırı yansımaları oldu. Fransız sömürgeciliği, 1945 yılında, yani Alman nazizminin yenilgiye uğradığı dönemde, sömürge halkları özgürlük kapısı aralanacak diye beklerken, sistemi sürdürme konusunda oldukça kararlı görünüyordu. Nitekim 1945 yılında iki sömürgede, yani Cezayir ve Madagaskar’da patlak veren bağımsızlık yanlısı gösterileri kana boğdu. Yapılan düpedüz katliamdı. Doksan bin insan öldürüldü iki ülkede. Cezayir’de yürütülen özel savaş birliklerinin adı "paraşütçüler"di. Cezayir’deki Fransız ordusu 1945 sonrasında da köy yakma, toplu kıyım, işkence, giyotinle idam gibi birçok yönteme başvurdu. Bütün bu olanlar Fransa’da suskuyla, hiç böyle şeyler olmuyormuş gibi karşılanıyordu. Fransız basını sadece, Cezayirli "teröristlerin" Fransızlara yönelik "kanlı eylemlerini" yansıtıyordu.

1830 gibi erken bir tarihte Fransa tarafından işgal ve 1842 yılında ilhak edilen ve "beyaz" kolonların iskânına açılan Cezayir’de, yerli Müslüman halkın hiçbir statüsü yoktu.

Gillo Pontecorvo’nun 1966 yılında yaptığı La battaglia di Algeri / Cezayir Savaşı filmi Fransa’da 40 yıl yasaklı kaldı. Ama görünürde yasak yoktu. Filmin Fransa’da gösterme hakkı satın alındı ve asla gösterilmedi. 

Alman nazizmi karşısında utanç verici bir teslimiyet gösteren Fransa, daha sonra, komünistlerin etkin biçimde katıldığı "direniş" hareketi sayesinde "onurunu kurtarmış", 1946 yılında yapılan bir referandum ile IV. Cumhuriyet dönemi başlamıştı. Bu cumhuriyet, yoğun siyasal krizlere, savaş sonrasının sol meydan okumalarına tanık oldu. Komünist Partisi ülkenin en büyük partisi ve 1947 yılında Soğuk Savaş başlayana dek koalisyon hükümetlerinin bir ortağı idi. Soğuk Savaş yılları sırasında komünistler ülke içinde büyük bir baskılanma altına alındılar. 1946-1958 yılları arasında Fransa’da 26 hükümet kuruldu. Önce Vietnam, sonra Cezayir’de boy gösteren sömürge savaşları, zaten siyasal krizler içinde zorlanan siyasal sistemi iyice tıkadı.

1956 yılında Fransa’da Cezayir Sorunu’nun barışçıl yoldan çözümlenmesinden yana bir seçim kampanyası yürüten Guy Mollet, bir koalisyon hükümeti oluşturdu. Ordunun "direnişi" karşısında çekildi. Mendes-France hükümeti de benzer nedenlerle, "reform" programlarını uygulayamadan çekilme durumunda kaldı. Bu arada FLN önderleri, aralarında Ben Bella da olmak üzere 1956 yılında Fas’tan Tunus’a uçarken, uçakları inmeğe zorlanarak tutuklanmışlardı. FLN tutsakları "siyasal suçlu" kategorisine sokulmuyor, adli suçlu olarak, yani "cinayet" suçlusu olarak yargılanıyorlardı. Ben Bella ve arkadaşları Paris’te bir özel hapishanede tutuluyorlardı.

Siyasetin Fransa’da iyice tıkanması sonucunda, 1958 yılında bir çeşit bizdekine benzer 12 Mart olayı meydana geldi* Cezayir’deki Fransız ordusu ayaklanarak hükümetin çekilmesini, "Fransa’nın kurtarıcısı" kabul edilen de Gaulle’ün "göreve çağırılmasını" talep etti. Darbeciler "Paris’e yürümeye" hazırdı. İçsavaş gelip kapıya dayanmıştı. Mayıs ayında hükümetin istifasını kabul eden cumhurbaşkanı René Cory, de Gaulle’ü hükümeti kurmakla görevlendirdi. Fransız solu sokakta olayı protesto ediyor, polis tarafından sopadan geçiriliyordu. Acaba demokrasinin anavatanı Fransa, bir Latin Amerika ülkesine mi dönüyordu, yoksa III. Napoleon’un ruhu avdet mi etmişti?

Cezayirliler bu savaş sırasında 1 milyon insanını kayıp verdi. 2.8 milyon Cezayirli toplama kamplarında tutuldu. O zamanların en gözde tümcelerinden biri, "önce ezelim, sonra anlaşalım" idi. Ne kadar aşina bir yaklaşım değil mi?

Cezayir Savaşı, Fransa içindeki Cezayirlilere yönelik yoğun baskılara da neden oldu. Fransa’da yaşayan Cezayirlilerin dernekleri baskı altına alındı, liderleri sık sık tutuklandı. 1961 yılında Cezayirlilerin Paris’teki bir gösterisi polisin açık şiddet kullanımı ile dağıtıldı, onlarcası, öldürüldü Seinne nehrine atıldı. Bu konuda da özür için uzun yıllar beklemek gerekecekti.

Fransa’da sosyalistler, aralarında Mitterand da olmak üzere, sömürge savaşlarının siyasal sorumluluğunu üstlendiler, o dönemin koalisyon hükümetlerinde yer aldılar. FLN yanında aktif tavır alan Troçkistler dışında komünistler ilk başlangıçta Cezayir savaşçılarını açık bir biçimde desteklemediler, olaya sadece dar bir "milliyetçilik" olayı olarak baktılar. Ancak savaşın son döneminde doğrudan savaşa karşı tavır alarak, sivil itaatsizlik ve kısmi grev eylemlerini desteklediler. Cezayir Komünist Partisinin Fransız üyelerinden Henri Alleg, FLN’ye aktif destek veren bir gazeteci olarak, en ağır işkencelerden geçirildi. Zaten L’algerie gazetesinin editörü Alleg ve akademisyen Audin Fransı paraşütçüleri tarafından evleri basılarak aynı operasyonda gözaltına alınmışlardı. (bk: Henri Alleg, L’Question/Sorgu, Jean Paul Sartre’n önsözü ile, Türkçesi: A. Bilgi, Açık Oturum 1959, Yöntem 1973, Oda 1978, Belge 1985 ve Evrensel Yayınları 1995).

Fransa 1961 yılında, Cezayirlilerin temsilcisi olarak, FLN ile doğrudan görüşmelere başladı. 1962 Mart’ında Fransız hükümeti ateşkesi kabul etti. Aynı yıl 3 Temmuzda yapılan referandum sonucunda Cezayir’in bağımsızlığı ilan olundu. Ağustos ayında Cezayir geçici hükümeti yetkilerini FLN politbürosuna devretti. Eylül ayında ise Ulusal Anayasal Meclis seçimleri yapıldı. FLN lideri Ahmet Ben Bella hükümetini kurdu. Ülkede yaşayan Fransızların önemli bir bölümü Fransa’ya göç etti. 1963 Ağustos’unda yeni anayasa kabul edilerek, tek parti rejimi yaşama geçirildi. Eylül ayında ise Ben Bella devlet başkanı olarak göreve başladı. Cezayir bu sırada Afrika, Asya ve Latin Amerika kıtalarını kaplayan ulusal kurtuluş hareketlerinin sembolü gibi olmuştu. Nehru gibi önderler, yeni bağlantısızlar hareketinin temellerini attılar. 3. Dünya hareketi 1965 yılında Cezayir’de toplanacaktı. Ancak 1965 Haziran’ında Genelkurmay Başkanı ve Savunma Bakanı Bumedyen bir askerî darbe ile Ben Bella’yı devirdi. Bu aynı zamanda radikalleşen bağlantısız ülkeler hareketine, "sistemce" yapılmış dolaylı ve örtülü bir müdahaleydi. FLN’nin Bumedyen önderliğindeki tek parti rejimi, bürokratik bir diktatörlüğe dönüştü. Komünistler baskı altına alındı. 1969’da Cezayir Komünist Partisi üyelerinden Henri Alleg, bu kez FLN yönetimince tutuklanıyordu. Berberi toplumu zorla araplaştırılmaya çalışıldı ve öte yandan rejimdeki "İslami" vurgu güçlendirildi. Sisteme açık tek muhalefet kapısı olarak camiler kaldı. Öte yandan Cezayir devriminin tutuculaşması ve İslami bir söylemi "halk desteği alma" adına tercih etmesi, İslami muhalefeti meşrulaştırdı. FIS ilk başta, yoksul semtlerinde, işçi mahallelerinde kök saldı. Hiçbir gelecek ufku olmayan gençler, adeta Fransız egemenliğine direniş günlerindeki "şiddet" geleneğini yeniden canlandırdılar. Trajik bir biçimde, Cezayir ordusunun şiddeti de, Fransız paraşütçülerinin şiddetini aratmıyordu. Bu hayli acı bir öyküydü. Eski sömürgecileri hayli keyiflendiren, "bakın sonuç işte bu oldu" dedirten bir öykü. Kimi Avrupalılar şimdi "laisizmi" savunma adına, Cezayir darbecilerini desteklerken, kimi Avrupalılar da FIS’e silah aktarmaya devam ediyorlar, Cezayir toplumu, "Yeni Dünya Düzensizliği" altında tipik bir bölünmeyi yaşıyor. Ben Bella’nın çevresindeki hareket, sayıları 5 milyonu bulan ve hak taleplerini yükselten Berberi toplumu ise, Cezayir toplumunun gerçek demokratikleşmesini savunuyor.

Peki, 1962’den sonra Fransa’da ne oldu diye sorabilirsiniz. Fransız özel savaşçılarına göre, Fransız ordusunun umut bağladığı de Gaulle, Fransa’ya ihanet etmişti. Onlar daha önce Cezayir halkına uyguladıkları "terörü" bu kez de, de Gaulle’e ve Sartre gibi aydınlara yönelttiler. OAS diye gizli bir örgüt kurarak suikast ve bombalama eylemlerine giriştiler; Fransız ordusuna isyan çağrıları yaptılar. Fransa kendi yarattığı "aygıtların" bedelini ödeme durumunda kaldı.

Türkiye’nin hala ödemekte olduğu gibi.

(*) Bu konuda bu hafta yayınlanan şu yazımıza bakılabir:

Önceki ve Sonraki Yazılar
Arşivi