İslamın evlatları ve Türkiye İran’ın hizmetinde

İran’a yönelik ambargonun delinmesi için kurulmuş bir ağdan sözediyoruz; karşımıza önce Babek Zencani, Reza Zarrab gibi isimler, ardından onlara yardım eden, siyasiler ve devletler çıkıyor.

Zarrab dosyasının hem anlaşılması hem de anlatılması en zor bölümündeyiz. O nedenle işin başından yani ambargo kavramından yola çıkmak belki işimizi kolaylaştırır.

Avrupa Birliği Güvenlik Çalışmaları Enstitüsü tarafından 2015 yılında hazırlanan bir raporda ambargo konusu ayrıntılarıyla anlatılıyor. Özellikle de son yıllarda Batı ülkelerinin askeri güç kullanmayacakları ya da kullanamayacakları durumlarda ambargoya başvurdukları söyleniyor. Ambargonun, önemli bir güvenlik politikası haline geldiğinin de altı çiziliyor. Ambargoyu en çok uygulayan ülkelerin başında Amerika geliyor, Avrupa Birliği de onu izliyor. Batılı güçlerin ambargo uygulamaları çoklukla BM tarafından da destekleniyor. Aslında ambargo, uluslararası politika açısından bakıldığında genellikle bir ülkeye açılan ekonomik savaş anlamı taşıyor. Dolayısıyla topyekûn bir devleti ve elbetteki o devlet sınırları içerisinde yaşayan halkı ya da halkları hedef alıyor. Güvenlik Çalışmaları Enstitüsü’nün raporu da bu temel üzerine kurulu. Raporda, ambargoların etkisinin genellikle istenenden ya da hedeflenenden az olduğuna vurgu yapılıyor. Örneğin Irak’ta da İran’da da ambargolar nedeniyle gıdaya ve tıbbi malzemeye ulaşımın güçlüğü yüzünden meydana gelen toplu ölümleri sanırım bu noktada hatırlamakta yarar var. Bunların yanı sıra ambargoların ekonomik olarak en önemli etkilerinden birisinin de karaborsa marketleri yaratması. Raporda, İran meselesi de bu açıdan ayrıntılarıyle ele alınıyor ve Babek Zencani’nin bu karaborsa marketten yararlanıp nasıl servetine servet kattığı örnek olay olarak anılıyor.

İran’a yönelik ambargo ve bu ambargodan kimlerin nasıl yararlandığı, ABD merkezli bir düşünce kuruluşu olan ve ‘Neo-con ’lara yakınlığıyla  Bilinen Demokrasiyi Savunma Vakfı (Foundation for Defense of Democracies) tarafından da neredeyse adım adım izleniyor. ABD’nin İran’la vardığı nükleer anlaşmaya karşı görüşleriyle bilinen bu vakfın hazırladığı raporlar özellikle de Cumhuriyetçi Parti tarafından son derece ciddiye alınıyor. Bu kurumun uzmanlarının 2013 yılında hazırladıkları "Golden Loophole – Altın Kaçağı" raporu İran’a yönelik ambargonun nasıl delindiğini ayrıntılarıyla ortaya koyuyor.  

Türkiye’de iktidar çevreleri ya da kendisini ulusalcı diye tanımlayan kesimler tam da bunu söylüyor, "Bu raporlar Amerika’nın ya da Batılı ülkelerin çıkarlarını gözetmek için hazırlandı" diyorlar. Bu sözler, kulağa eğer olaya sadece bu kadarla bakarsak çok da haksız değilmiş gibi geliyor, eğer ambargonun delinmesi için oluşturulan organize suç örgütlerini saymazsak tabii. Öyle büyük rakamlardan ve öylesine geniş bir ağdan sözediyoruz ki, işte bu noktada karşımıza önce Babek Zencani, Reza Zarrab gibi isimler, ardından da onlara yardım eden güvenlik görevlileri, siyasiler ya da kısaca devletler çıkıyor. "Olsun, kazanıyorsa benim devletim, benim partim, benim ideolojim kazanıyor" diyenlere de; rüşvet, kara para, usulsüz kazançların, komisyonların devlet kasasında değil ayakkabı kutularında tutulduğunu, bazı kişilere saat, bazılarına da jet olarak döndüğünü bazılarının o paraları "sıfırlamak" için çektiği çileleri şimdilik hatırlatmakla yetinelim.

Bir de ambargoyu delmek için oluşturulan bu organize yapıların terörist örgütler listesindeki örgütlerle işbirliği yaptıkları iddiasının da ciddiyetle araştırıldığının altını çizelim. Örneğin ABD Maliye Bakanlığı’nın sitesine girip İran’a yönelik ambargonun delinmesi konusunu araştırdığınızda bu yapıların El Kaide ile ilişkileri üzerinde de durulduğu bir sır değil.

 

EKONOMİK BESİÇ ZENCANİ

Artık Babek Zencani ve Reza Zarrab’dan yola çıkıp, açık istihbarat kaynakları dediğimiz, medya haberleri, raporlar, mahkeme tutanakları gibi belgelere dayanarak bu ambargo delme olayının nasıl gerçekleştiğine bakalım.

İlk bölümde İran’a yönelik ambargolardan sözetmiştik, bizi ilgilendiren son dönem, yani 2005’ten sonraki ambargo dönemi. Keskin bir Batı karşıtı diye bilinen Mahmud Ahmedinejad, 2005’te cumhurbaşkanı olunca, İran’ın uranyum zenginleştirme çalışmalarından vazgeçmeyeceğini açıkladı. Yani, başta İsrail olmak üzere bazı ülkelerin kâbusu gerçekleşebilir nükleer silah sahibi olan ülkeler kervanına bir gün İran da katılabilirdi.  Bunun üzerine ABD, ambargoları sertleştirdi ardından da Avrupa Birliği ve Birleşmiş Milletler, İran’a ambargo uygulamaya başladı. İran yönetiminin BM Güvenlik Konseyi’nin 5 üye ülkesi ve Almanya’nın da dahil olduğu, 5+1 diye tanınan ülkelerle imzaladığı anlaşmaya kadar da ambargolar resmen sürdü. Ancak, 2013 yılında Ahmedinejad’ın koltuğunu reformcu diye bilinen Hasan Ruhani’ye devretmesi üzerine bu ağır ambargo dönemine ilişkin dosyalar da kamuoyunun önüne dökülmeye başladı.

Ortaya çıkan tabloya göre, İran, dünyanın en büyük ham petrol üreticilerinden birisiyken ambargo nedeniyle petrolünü uluslararası piyasaya süremiyordu. Bu nedenle ilk bulunan yöntem, İran’ın ham petrolünün tankerler yoluyla bu ambargoyu delmeye gönüllü komşu ülkelere yollanması oldu. Buralarda diğer ülkelerden alınan ham petrolle karıştırılıp rafine edildi ve uluslararası piyasaya sürüldü. Karşılığı da önce altın ya da mal olarak İran’a yollandı. Petrol için izlenen bu yol daha sonra doğalgaz için de kullanıldı. Bir süre sonra ticaret hacmi öylesine arttı ki, dikkat çekmeye başladı. O nedenle altın ticareti Birleşik Arap Emirlikleri üzerinden yapılmaya başlandı. Yani Altın önce kuryeler aracılığıyla Türkiye’den Birleşik Arap Emirlikleri’ne gidiyor oradan da altın ya da döviz olarak gemilerle İran’a taşınıyordu. Demokrasiyi Savunma Vakfı’nın "Altın Kaçağı" raporunda bu ticaret, şöyle anlatılıyor: "Türkler, 2012 Mart’ından 2013 Temmuz’una kadar yani 16 aylık bir periyodda Tahran’a direkt olarak ya da Birleşik Arap Emirlikleri üzerinden 13 milyar dolar tutarında altın ihraç ettiler. Karşılığında da İran’dan petrol ya da doğal gaz aldılar."

Yine aynı rapora göre, bir süre sonra Türkiye’nin Halk Bankası da bu ticarette devreye giriyor. İran’dan özel kişiler üzerinden alınan petrol ve doğal gazın karşılığı bu kişiler adına Halk Bankası’nda açılan hesaplara Türk Lirası olarak yatırılıyor. Halk Bankası da lirayı altına çevirerek yine aynı kişilere ödeme yapıyor.

Bu kadar büyük bir ticareti sürdürmek için ilk gereken bu riskli işi yapmaya gönüllü işadamları ve aracılardı. Ardından da kuryeler ve taşıma şirketleriydi. İlk bölümde Babek Zencani ile en azından tanışmıştık. Kendisini, "ekonomik Besiç" (İran Devrim Muhafızları Ordusu'nun bir alt kolu olarak çalışan gönüllü gençlerin organizasyonu) diye tanımlayan Zencani, ambargonun delinmesi operasyonunda en önemli rol üstlenen isimlerden birisi haline geldi.

Siyaset Bilimcisi Dr Manuele Ottolenghi, Demokrasiyi Savunma Vakfı’nda uzman olarak çalışan isimlerden birisi. Amerikan kongresi için çifte vatandaşlık ve suç bağlantıları üzerine 2016 tarihinde yazdığı bir raporda Babek Zencani ve onun ortağı Mehdi Şemszade’ye de yer ayırmış.

Ottolenghi’nin bu raporunda Babek Zencani’nin aynı zamanda Danimarka vatandaşı olduğu bilgisi yer alıyor. Kudüs merkezli Quds gazetesi de Zencani’nin Danimarka pasaportunun örneğine yer vermiş. Bazı kaynaklar onun 1976 yılında doğduğunu söylese de bu pasaportunda Zencani’nin doğum tarihi 12 Mart 1974 olarak yer almış.

 

MEHDİ ŞEMS ONUR AİR’İ ZENCANİ İÇİN ALDI

Rapordaki bir başka isim de Zencani’nin iş ortağı ya da vekili diye bilinen Mehdi Şemszade. Şemszade, 2005 yılında kısa adı IRISL olan "Islamic Republic of Iran’s Shipping Lines" isimli şirketin İngiltere temsilcisi olarak Londra’ya taşınmış. Bu şirket Amerikan hazinesi tarafından İran Silahlı Savunma Bakanlığı’na askeri malzeme taşıdığı gerekçesiyle kara listeye alınmış. Şirket kara listeye alınmadan hemen önce Şemszade bu şirketten ayrılıp kendisine Global Yatırım Holding adı ile bir şirket kurmuş. Şemszade, 2010 yılında Mehdi Şems adını Alarak Britanya vatandaşı olmuş. Şimdi tam Zencani’yi tanımaya çalışırken bu Şems nereden çıktı diyeceksiniz. Ama Şems, bu dosyada önemli isimlerden birisi. Çünkü İstanbul merkezli Onur Havayolları’nı Babek Zencani adına satın alan kişi. İran’da Zencani’nin idam cezası aldığı davada da onunla birlikte yargılandı. Şems’in yaşı, dizide adı geçen diğer isimlerden biraz büyük; 04.06.1967 doğumlu. Şimdi Şems’i de kısaca tanıdıktan sonra biz yeniden Zencani’ye dönelim. 

2010 yılına kadar neredeyse adı bile bilinmeyen Zencani, 3 yıldan az bir sürede dev bir holding sahibi bir finans imparatoruna dönüştü.  İlk olarak Tacikistan’ın başkenti Duşanbe’de küçük bir banka kurarak işe başladı. Bu banka aracılığıyla İran’ın para trafiğini buradan yönettiği iddia edildi. Zencani, Duşanbe ile ilişkilerini hiç kesmedi. Duşanbe’deki Ulusoy Holding ile ortaklaşa yaptığı Asya Ekspres Şehirlerarası Otobüs terminalinin açılışını Tacikistan Cumhurbaşkanı İmamali Rahman ile birlikte 2013 yılı haziran ayında yaptı. Gazetecilerden genellikle uzak duran Zencani, ender söyleşilerinden birini BBC Farsça Servisi’nden Fardad Farahzad ile o gün, otobüs garajında yaptı.

İlk olarak 2012 yılı Aralık ayında AB tarafından yasaklılar listesine alındı. Bu karardan 1 yıl kadar sonra 4 Kasım 2013’te de ABD Hazine Bakanlığı’nca İran ambargosunu deldiği için her tür ticari faaliyeti yasaklandı. Bakanlığın internetten kolayca ulaşılabilen yasak kararında, Zencani’nin faaliyetlerine ayrıntısıyla yer verilmiş.  Buna göre Zencani, İran İslam Cumhuriyeti’nin temel direği sayılan ve nükleer faaliyetlerin ardındaki itici güç diye nitelenen Devrim Muhafızları ile İran rejiminin parasını aklamak ve İran’a yönelik ambargoyu delmekle suçlanıyor. Zencani’ye ait başta Dubai Merkezli Sorinet Holding ve bağlı şirketleri, Malezya merkezli First Islamıc Invest Bank, Türkiye merkezli Kont Kozmetik ile Tacikistan merkezli Kont Yatırım Bankası olmak üzere adına kayıtlı bütün şirketleri yasak kapsamına alınıyor.

Zencani’nin 2010-2013 döneminde İran bankalarına ait 17 milyar doları binde 7 komisyonla yurt dışına çıkardığı iddia ediliyor. Kişisel servetinin 13.5 milyar dolara ulaştığını ise kendisi açıklıyor. Onur Hava Yolları’nın perde arkasındaki sahibi olduğu sonradan kesinleşti. Gizemli 'Bay Z' olarak da adlandırılan Zencani'nin ayrıca 'Rah Ahan' adında bir de futbol kulübü vardı.

 

REZA ZARRAB İÇİN YASA DEĞİŞTİ

Şimdi artık biraz da Reza Zarrab’ın faaliyetlerine bakalım. Çünkü ilk bölümde onu başarılı bir altın taciri, işadamı ve arabesk söz yazarı olarak tanımıştık. Bundan sonraki bilgilerin önemli bölümü Erdoğan rejiminin henüz Türk medyasına tam hakim olamadığı günlerdeki bilgilere dayanıyor. Çünkü Babek Zencani uluslararası medyanın ilgi gösterdiği bir isimken o yıllarda henüz dünyanın ilgisi Zarrab’a pek yönelmemiş.

Reza Zarrab’ın adını magazin basınını izlemeyip polisiyeye meraklı olanlar ilk kez, 2011 yılı Nisan ayında duydular. Zarrab’ın şoförü olduğu söylenen Turgut Happani, Türkiye’den Rusya’ya bavullarla 150 milyon dolar taşırken gözaltına alınan 14 kişiden birisiydi. Happani’nin Facebook’taki sayfasında da dolar balyalarıyla çektirdiği fotoğrafları vardı. Zarrab, Happani’yi tanıdığını reddetmedi ama onun hiçbir zaman şoförlüğünü yapmadığını söyledi. Hatta söz konusu iddiayı haber yapan basın kuruluşlarına maddi ve manevi tazminat davası açtı. Happani, Ticaret Sicil Gazetesi’nin kayıtlarına göre 25 Ocak 2008’de kurulan Sarraf Royal Denizcilik şirketinin yüzde 25 ortağıydı.

Bir başka gün, Atatürk Havalimanı’ndan Dubai’ye giden bir uçakta 30 milyon lira değerinde 320 külçe altın bulundu. Reza Zarrab altının kendisine ait olduğunu söyleyip beyannamesini ve ihraç iznini gösterdi. Altın bir gün sonra Dubai’ye gönderildi.

Taraf gazetesinin haberine göre; 1 Ocak 2013 tarihinde ULS havayollarına ait uçakta 1.5 ton altın yakalandı. Altın, Gana’da bulunan Omanye Gold Mining LTD. şirketi tarafından yollanmıştı. 500 kilogramlık kısmı Sabiha Gökçen Havalimanı’ndaki Duru Döviz ve Kıymetli Madenler Şirketi’ne, geri kalanının ise İran’da bulunan Sorinet Holding isimli şirkete gönderileceği ifade edildi. Ancak kargonun Türkiye’ye girişi için gerekli hiçbir evrak ibraz edilemedi. Bunun üzerine uçağa el konularak gümrük yetkililerince mühürlendi.

18 gün sonra, evraklarda kargonun alıcı adresi Dubai, içeriği de doğal taş olarak değiştirildi ve uçak 18 Ocak Günü hiçbir adli işlem yapılmadan Dubai’ye hareket etti. Altınları bulan ve tutanakta imzası olan 18 kişi hakkında ‘görevi kötüye kullanmak’tan idari ve adli soruşturma başlatıldı.

ABD Newyork Başsavcılığı, Reza Zarrab’ın her ne kadar kime yazıldığı açıklanmasa da İran İslam rejimine ve dini lider Ali Hamaney’e övgüler düzen bir mektubunu iddianameye koydu. Bu mektupta Zarrab şöyle diyordu:

 "Yaptırımların çoğaltılacağı ve yoğunlaştırılacağına yönelik trend artık bir sır değil. İran’ın bilge liderinin de açıkladığı gibi, bu yıl bir ekonomik cihad yılı da olacağından, yarım yüzyıllık bir döviz alım-satımı tecrübesine sahip Zarrab ailesi, Türkiye, Birleşik Arap Emirlikleri, Rusya ve Azerbaycan’da şubeler açarak, yaptırımlara karşı mali ve döviz politikalarında her türlü işbirliğinin bir ahlaki görev olduğuna inanmaktadır."

İslamcı İran’ın gayretli çocuklarının işbirliği ve çabalarının, sevgili ulusumuzun tüm uluslararası ve mali alanlarda yükselmesini ve gelişmesini sağlamasını umut ediyoruz."

"Ekonomik Besiç" Babek Zencani ve ortağı, İran rejiminin gayretli evlatları çalışıyordu. Türkiye’yi yönetenler onların bu gayretlerini görmezden gelmedi.

Türkiye Büyük Millet Meclisi, 28 Mart 2013’te kabul ettiği ve 11 Nisan 2013’te de Resmi Gazete’de yayımlanan 5607 sayılı yasada yapılan düzenleme ile altın kaçakçılığının, para ve hapis olan cezasını sadece para cezasına çevirdi.


Pazar günü: 17-25 Aralık operasyonunun ardından gayretli evlatlar hakim önünde

1. BÖLÜM: ZARRAB KONUŞTUKÇA TÜRKİYE BATIYOR

 

Önceki ve Sonraki Yazılar
Arşivi