Zarrab konuştukça Türkiye batıyor

Zarrab itirafnamesinin Erdoğan rejiminin IŞİD ile ilişkilerine kadar uzanması korkusu yavaş yavaş gün ışığına çıkıyor.

Bugünlerde Türkiye’yi yöneten takım tek bir konuya odaklandı. Erdoğan hükümeti ve kalemşörleri, -ki artık dünya medyası bu takıma kısaca Erdoğan rejimi diyor- Reza Zarrab ya da nam-ı diğer Rıza Sarraf’ın bildiklerinin ne kadarını anlattığı üzerine kafa patlatıyor. O ihtimaller üzerinden pozisyon alınıyor. Aslında korkmakta çok da haksız değiller, çünkü son gelen bilgilere göre, "Reza Zarrab ABD’ye karşı" diye anılan davanın sanığı olmaktan çıkarıldı. Bu dava artık "Mehmet Hakan Atilla ABD’ye karşı" diye anılacak. Bu da Zarrab’ın verdiği bilgilerin ABD’nin çıkarlarına önemli ölçüde hizmet ettiği anlamına geliyor.  

Reza Zarrab’ın hapishaneden çıkarıldığı ve itirafçı olduğu haberi, Türkiye’nin Başbakanı Binali Yıldırım’ın, Amerika’nın Başkan Yardımcısı Michael Pence tarafından 1 gün eşikte bekletildikten sonra huzuruna çağrıldığı gün medyaya düştü. Günler günleri izledikçe iktidar sahiplerinin de korkusu dağları aşmaya başladı. Zarrab’ın neyi ne kadar bildiği, sadece onların malumuydu. Şimdi kamuoyu da, "Sarraf’ın bilip de anlatmasından bu kadar korkulan şey ne olabilir" sorusuna yanıt arıyor. 17-25 Aralık’taki yolsuzluk tapeleri, "paraların  sıfırlanması", ayakkabı kutuları, 100 milyonlarca dolarlık "hediyeler", rüşvet ilişkileri, iktidar çevresinin, ailelerinin ve ortaklarının yönettiği yardım kuruluşlarının nasıl çalıştığı artık Türkiye’de neredeyse herkesin bildiği ve muhaliflerin bile normal saydığı bir konuyken, iktidar neden bu kadar korkuyor bu itiraflardan?

Belli ki ABD’nin eline geçen ya da geçmesi olası bilgiler bunun çok ötesinde. Batı merkezli medyada sıklıkla yer alan Türkiye’nin Hamas ya da Müslüman Kardeşler ile ilişkileri bunlardan ilk akla gelen konuların başında geliyor. AKP çevrelerinin kendilerini hazırladıkları en kötü senaryonun ise Erdoğan rejiminin IŞİD ile girdiği kirli ilişkilerin Zarrab’ın anlattıklarından yola çıkılarak ortaya dökülmesi olduğu yavaş yavaş gün ışığına çıkıyor. İktidarın propaganda günlüğü Yeni Şafak tarafından ABD Başkanlığı’nın IŞİD’le mücadele özel temsilcisi Brett Gurk’un, tehdit edilmesi, ABD’nin "YPG ve PKK ile ilintili olduğu" iddialarını içeren yazıların birbirini izlemesi şimdiden bu suçlamaya karşı önlem alındığı tezini güçlendiriyor. Çünkü böyle bir suçlama, Erdoğan’a ve onun rejimine uluslararası savaş suçları mahkemesi yolunu açabilir. Zarrab’ın itirafnamesi, Erdoğan’ı ve yakın çevresini sanık sandalyesine oturtursa o zaman yapılan telefon, ortam v.s. dinlemeleri yasal kanıt haline gelebilir.

Dinlemelerden başlayacak olursak, bugünlerde Erdoğan’dan "Biz Reza’yı evlat bildik bağrımıza bastık, ne istediyse verdik" sözlerini duymamıza ramak kaldı. Çünkü öyle anlaşılıyor ki, MİT de Reza’yı izleyenler ve dinleyenler de, izleyenleri izleyip dinleyenleri dinleyenler de, kısacası istihbarat takımının hepsi ve iktidar çevresi Reza’ya güvenmenin bedelini ödüyor ve ödeyecek. Çünkü, ABD savcılığının Reza Zarrab için hazırladığı ilk iddianamelerinden ortaya çıktığına göre, -bu bilgi hem Reuters haber ajansı hem de dönemin Hürriyet gazetesi Washington Temsilcisi Tolga Tanış tarafından yazıldı- Reza Zarrab’ın babası Hossein Zarrab ya da namıdiğer Hüseyin Sarraf’a Amerikan Hazine Bakanlığı İran yaptırımlarını ihlalden 9.1 milyon dolar ceza kesmiş. Bunun üzerine Hüseyin Sarraf yetkililerle anlaşma yoluna gidip cezasının azaltılmasını sağlamış. Sarraf’ın İran’daki ortağı diye tanınan ve İran’da idam cezası almış Babek Zencani’nin ve hemen ardından da babasının ABD’nin kara listesine alındığını bilen Reza Zarrab’ın ABD’ye elini kolunu sallayarak Disneyland’e tatile gitmesi sadece MİT’e ve onu izleyen her kimse onlara mantıklı gelmiş olsa gerek. İran’a karşı işlenen suçların cezası idam iken ABD ile anlaşmanın bir yolunun bulunabileceği Zarrab için sır olmasa gerek.

Biz bu yazı dizimizde, henüz iktidarın borozanı olmadan hemen önce sınırlı da olsa Türkiye medyasından, muhalif medyadan ve dünya medyasından yararlanarak Reza Zarrab dosyasını ayrıntılandıralım istedik. Çünkü, Olay sadece Türkiye-ABD ilişkilerine, AKP yönetimine karşı komplo iddialarına indirgenemeyecek kadar çok yönlü. Yıllar yılı, "Dünya ekonomik krizi bizi teğet geçti" söyleminin, bir iktidarın arkasındaki yolsuzluk ağının, ulusal ve uluslararası politikanın ne kadar kirli yönetildiğinin izleri var bu dosyada. 

REZA ZARRAB KİMDİR?

Reza Zarrab’ın nerede ve ne zaman doğduğu bilgisi, ancak ABD New York Mahkemesi’ne verdiği kendi ifadesiyle kesinleşti. Bu kayıtlara göre,12 Eylül 1983'te Tebriz'de dünyaya geldi. Bundan sonraki bilgilerin çoğu ise söylenti: Bebek yaştayken ailesi Türkiye’ye yerleşmiş ve Reza Zarrab, ortaokulu Türkiye’de bitirmiş. Bilindiği kadarıyla bundan öte bir eğitimi de yok. Daha sonra ailesi Birleşik Arap Emirlikleri’ne bağlı 7 emirlikten biri olan Dubai'ye taşınmış. Dubai merkezli Nafees Exchange ve Al Salam Center Exchange 1996 yılında Dubai’de Zarrab ailesi tarafından kurulmuş. Reza, küçük yaşına rağmen para piyasası ile böyle tanışmış. Arabesk müziğe meraklı olan Reza, bir yandan da şarkı sözü yazarı olmaya hevesliymiş. 19 yaşındayken bu kez yalnız başına Türkiye’ye gelmiş. Buraya kadarki bilgilerin çoğu kendisinin ya da yakın çevresinin anlatımlarına dayanıyor.

Bu noktadan sonrası ise artık medyaya yansıyanlar. Reza Zarrab, Türk medyasının sayfalarına magazin bölümlerinden giriş yaptı. Azerbaycanlı sevgilisi Günel Zeynalova için yazdığı kara sevda şarkıları sayesinde tanındı. Magazin basını ondan Azerbaycanlı söz yazarı ve işadamı diye sözediyordu. 2003 yılında Türkiye’de Recep Tayyip Erdoğan’ın başbakan 2005 yılında da İran’da Mahmud Ahmedinejad’ın cumhurbaşkanı seçilmesinden sonra "krizi fırsata çeviren uyanık işadamları" kervanına katıldı. Babası, Hossein Zarrab, Ahmedinejad’ın yakın çevresine girebilen isimlerden birisiydi. Bu sayede Reza da Ahmedinejad ekibiyle iş yapma olanağına sahip oldu.   

Doğan Haber Ajansı Sarraf’ın yükselişini henüz haber ajansı sıfatını kaybetmeden yıllar önce şöyle özetlemiş:

Türkiye'deki faaliyetlerine 2008 yılında kurduğu Royal Denizcilik A.Ş firması ile başladı. Ardından demir çelik ve inşaat sektöründe yatırımlar yaptı. 2010 yılında kardeşi Mohammed Zarrab ile Royal Holding'i kurdu.

Müziğe olan ilgisi sonucu tanıştığı Ebru Gündeş ile 2010 yılında evlendi. Bu evlilikten Alara isimli kızı dünyaya geldi Eşine aldığı hediyeler nedeniyle sık sık magazin basınının gündemindeydi.

Altın piyasasında faaliyet gösteren Royal Holding'in alt firması olan Durak Döviz bürosunun sahibi Zarrab, ardından da Safir Altın Ticaret Limited adlı firmayı kurarak altın piyasasındaki faaliyetlerini yürüttü. Safir Altın Ticaret, 2012 yılında Türkiye'nin 12 milyon dolarlık altın ihracatının yüzde 46'sını tek başına gerçekleştirdi.

Babası, Ahmedinejad’ın çekirdek ekibinin yakınlarına kadar girebilen Reza da bu yıllarda artık Erdoğan’ın manevi oğlu diye anılmaya başlandı. Her ne kadar hangi yıl olduğu bilgisine ulaşılmasa da önce kendisi Türk vatandaşlığı ile ödüllendirildi ve Rıza Sarraf adını aldı. Yeni soyadını da vatandaşlığını da babası ve kardeşiyle paylaştı.

Reza Zarrab’ın babası Hossein Zarrab ve ağabeyi Mohammad Zarrab, 24 Nisan 2013′te Türk vatandaşlığı için başvuruda bulundu. Tebriz doğumlu baba Zarrab ve Tahran doğumlu ağabey Zarrab, dönemin İçişleri Bakanı Muammer Güler’in teklifi, Bakanlar Kurulu’nun 22.07.2013 tarih ve 2013/5441 sayılı kararı ile Türk vatandaşlığına kabul edildi. Babası Hüseyin Sarraf, kardeşi Muhammed de Can Sarraf adını aldı.  

Kanlıca’da yaklaşık 26 milyon değerinde ikiz yalı, Sapphire’de yaklaşık 4 milyon liralık daire, 1 milyon 850 bin liralık yazlık, Dubai’de bir ev, şarkıcı eşi Ebru Gündeş için aldığı hediyelerden sadece bazılarıydı. Zarrab’ın pahalı araba koleksiyonu, orijinal tablolara ödediği rakamlar, Gündeş’in bazı konserlerine özel bir jetle gittiği de magazin basınına düşen haberler arasındaydı.  

Bu "başarılı işadamı" profilini şimdi davalar, yakalamalar, kaçakçılık iddialarıyla kirletmeyelim. Onu biraz ileriye bırakıp, Zarrab’ın patronu, iş ya da suç ortağı diye bilinen Babek Zencani’yi, Zarrab’ın "Reis"ini tanıyalım biraz da.

BABEK ZENCANİ KİMDİR

Zencani’nin geçmişine ilişkin bilgiler de oldukça sınırlı. Morteza Babek Zencani’nin bazı kaynaklara göre 12 Mart 1974’te bazı kaynaklara göre de 1976’da Tahran’da doğduğu söyleniyor. Onun da son derece çarpıcı, krizle büyüyen işadamı profili var. Askerliğini yaparken dönemin Cumhurbaşkanı Haşimi Rafsancani'nin birliğini ziyareti sırasında hayatının değiştiği kendisi ya da yakın çevresi tarafından efsane şeklinde anlatılıyor. Ardından  Zencani, dönemin Merkez Bankası müdürü Mohsen Nourbakhsh'ın makam şoförü oluyor. Yaptırımlar yüzünden İran Merkez Bankası'nın piyasalara sürdüğü milyonlarca dolar Zencani üzerinden pompalanıyor. Binde bir komisyonla çalışan Zencani, günde 17 bin dolar kazanmaya başlıyor. O arada Türkiye'ye koyun postu satmaya başladığı, iflas edince de tutuklanıp hapse atıldığı bilgileri Türk medyasında yer alsa da bu iddiaların dayandığı kaynak bilinmiyor. Cezaevinden çıktıktan sonra da Türkiye’ye gelip Ege Üniversitesi’nde Kriz Yönetimi üzerine üniversite eğitimi aldığı iddia ediliyor. Ancak Ege Üniversitesi’nin lisans düzeyinde böyle bir eğitim programı yok. Diploma olmadan üniversite bitirdiğini söylemek Türkiye’de normal sayıldığından kimse araştırma gereği duymamış,  Zencani de kendisini anlatırken böyle bir yola başvurmuş.

Zencani hakkında kesin olarak bilinen ise onun zenginliği. 3 yıl içinde İran bankalarına ait 17 milyar doları binde 7 komisyonla yurt dışına çıkardığı ve kişisel servetinin 13.5 milyar dolara ulaştığını kendisi övünerek anlatıyor. New York Times gazetesine göre, Zencani İran Petrol Bakanlığı, Devrim Muhafızları ve Merkez Bankası'nın para deposu idi. İran'a yönelik ambargoyu delen adamdı. Bu "gizemli milyarder" İran’da bakanlar kurulu toplantısına bile katılıyor, İran'ın petrol bakanı ile direkt görüşmeler yapabiliyordu.

Birleşik Arap Emirlikleri’nde Sorinet Group adlı şirketin sahibi olan Zencani Türkiye’de Kont Kozmetik adlı bir şirketin sahibi olarak görünüyordu. Bir ayağı İstanbul’da olan Zencani’nin iş yaptığı ülkeler arasında Malezya da önemli bir yer tutuyordu.

İRAN, AHMEDİNEJAD VE AMBARGOLAR DÖNEMİ

İran, 1979’da "İran İslam Devrimi" ile birlikte başta Tahran’da ABD’li diplomatların rehin olarak alınması gibi gerekçeler olmak üzere çeşitli kereler ABD’nin ve Batı’nın ambargosuyla karşı karşıya kaldı. Mahmud Ahmedinejad’ın 2005 yılında Cumhurbaşkanı seçilmesi ise Batı ile İran ilişkilerini sertleştirdi. Batı karşıtı diye tanımlanan Ahmedinejad, İran’ın uranyum zenginleştirme programına devam edeceğini ilan etti. Bunun üzerine başta ABD olmak üzere, dünyanın büyük bölümünün İran’a yönelik yaptırımları giderek sertleşti. 2010 yılında Birleşmiş Milletler (BM) Güvenlik Konseyi, İran'a yaptırım öngören yeni bir paketi kabul etti. Oylamada Türkiye ve Brezilya "hayır" oyu kullandı, Lübnan çekimser kaldı.

Yaptırımlar nedeniyle İran, dünya piyasalarına petrol ve doğalgaz ihraç edemez hale geldi. İthalat da yapamayan ülkede teknolji giderek eskidi. İran artık ham petrolünü bile işleyemez haldeydi. Dünyada petrol piyasası büyük ölçüde Dolar’a bağımlıydı. İran’ın ise Dolar’a ulaşımı giderek zorlaştı. Önce, bazı ülkelere yaptığı ihracat karşılığında altın alabiliyordu. 2012 yılının ardından ABD yaptırımları arttırınca bu imkan da İran’ın elinden alındı.

İşte, Reza Zarrab ve Babek Zencani’yi dünyanın sayılı zenginleri arasına sokan, Türkiye’yi altına boğan bu gelişmelerin gerisinde yatan İran’ın düştüğü bu kriz ortamıydı.


2. BÖLÜM: İSLAMIN EVLATLARI ve TÜRKİYE İRAN’IN HİZMETİNDE

Önceki ve Sonraki Yazılar
Arşivi